Tanri’nin huzur diyari : –
- Bu konu 2 izleyen ve 2 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
11. Aralık 2010: 9:47 #25453AnonimPasif
TANRI’NIN HUZUR DİYARI : –
Tanrı’nın ‘Huzur Diyarı’na girmek ne demektir?
“Bu nedenle, Tanrı’nın Huzur Diyarına girme vaadi hâlâ geçerliyken, herhangi birinizin buna erişmemiş sayılmasından korkalım” (İbraniler 4:1). Bu ne demek kardeşler? Bizlerin, yani imanlıların, bu huzur diyarına girmiş olmamız gerekirken, imansızlıktan veya ışıksızlıktan dolayı, buna erişmemiş olmamızdan korkmamız gerektiği konusunda birbirimizi uyarmamız gerektiği gerçeğidir. Çünkü, normal olan: “Biz inanmış olanlar, Huzur Diyarı’na gireriz”dir (İbr.4:3)
Burda ‘Şabat’ın esas anlamı gizlidir. İman edenlerin artık Şabat günü yoktur. Çünkü onlar için artık hergün Şabat’tır. “Böylece Tanrı halkı için, bir Şabat Günü rahatı kalıyor. Tanrı işlerinden nasıl dinlendiyse, O’nun Huzur Diyarı’na giren de, KENDİ İŞLERİNDEN ÖYLECE DİNLENİR” (İbr.4:9-10).
Yani, Tanrı’nın Huzur Diyarı’na girmek demek, kendi işlerinden dinlenmek demektir. Tüm işleri, görev ve yükümlülüklerini, hak ve özgürlüklerini Rab’be teslim etmek demektir. Artık O’nun Egemenliğinde (yani sanki da Cennette) yaşamak demektir. Orda, tokat atana, tokat atmazsın. Herşeyi görüp bilen ve çok adil olan Rab’be bırakırsın. Hakaret edene hakaret etmezsin. Saygısız davranana saygısızlık etmezsin. Sana gereken önemi vermeyenden, seni takdir etmeyenden, senin haklarını çiğneyenden nefret etmezsin. Çünkü herşeyi, ama herşeyi, seni seven ve çok adil olan Rab’be bırakırsın. İşte kendi işlerinden ‘Dinlenme’ buna denir. İşte, ‘Huzur Diyarı’na girme, buna denir. İşte, hakiki ‘Şabat Günü’ budur.
Öncelikle, Rab seni satın almıştır. Sen artık senin değilsin. Senin artık, ne bedenen, ne dille ve ne de ruhta kendini savunma hakkın vardır. Rab’bin izin vermediği hiçbir şeye maruz kalmıyacaksın. Çünkü tek egemen O’dur. Ama Rab’bin izin verdiği hiçbir şeye de kafa kaldırmayacaksın, isyan etmiyeceksin. Aç kalsan da, susuz kalsan da, haksızlığa uğrasan da, dayak yesen de, haksız yere nefret edilip aşağılansan da, hiç takdir edilmesen de, asla itiraz edemezsin. Tüm bunlara ve daha da kötüsüne Rab senin için katlandı. Kesime götürülen kuzu gibi gitti ama hiç ağzını açmadı. Pavlus’a da ayni şeyleri yaşattı Rab. O da seve seve bu yolda yürüdü. Hatta canı pahasına.
“Yani, ‘Huzur Diyarı’ bu mu? Bunun neresi huzur?” diyebilirsiniz. Ama, içinde Kutsal Ruh bulunduranlar, bunun böyle olduğunu bilirler. “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat (Huzur) veririm” dedi Rab İsa Mesih (Matta 11:28). İsa Mesih’e gelip, tüm yükümüzü, hüzün, keder ve yükümlülüklerimizi O’na teslim ettiğimiz an, ‘KENDİ İŞLERİMİZDEN DİNLENDİĞİMİZ AN’, Tanrı’nın Huzur Diyarı’na girdiğimiz andır.
Taaa baştan yapılması gereken buydu. Ama birçoklarımız bunu göremediğimiz, anlayamadığımız için, hâlâ kendi işlerimizi, kendimiz halletmeye çalıştık. Strese girdik, deprasyona uğradık, ağladık, yenildik, içimize kapandık. Şeytan ise zevkten dört-köşe oldu. O vaad edilmiş huzur diyarını uzaktan gördük, ama asla tadına varamadık. Vaad ülkesini uzaktan görüp de, imansızlıktan dolayı asla giremiyen İsrail’liler gibi.
Huzur diyarı’nda yaşam, an ve andır. Her adım dua, iman ve şükran ile yaşanır. Gökten gelen ‘Man’, günlük verilirdi. Yıllık ihtiyaç, hatta 2 günlük ihtiyaç bile karşılanmazdı. Çünkü Rab, günlük imanla, aslında anlık imanla yaşamamızı istiyor. Rab’bin öğrettiği duada da “gündelik ekmeğimizi” istiyoruz. Yıllık değil. Her adım imanla atılır. Kutsal Ruha güvenerek yaşanır. Benliğin işleri durmuştur. Artık Ruh’ta ve imanda yaşıyoruz. Yapan ‘biz’ olmadığımız için, kendi gücümüzle sınırlı değil beklentilerimiz. Bizi güçlendiren Rab’bin aracılığıyla HERŞEYİ yapabiliriz. Hayatımızda herşey olabilir.
Ama kimin hayatında? Benliğin işlerinden vaz geçenlerin. Ruh’ta yaşayanların. Huzur Diyarı’na girmişlerin. Bu gerçekleşmeden yapılan tüm olağanüstü işler, Rab’den değildir. Huzur diyarında yaşayanlar, benliklerini çarmıha germiş olanlardır.
Bu yazılanlar üzerinde düşünürsek ve Kutsal Kelâm’ın ışığında Rab’den dilersek, O bizi aydınlatacak, karanlıklar dağılacak ve ruhumuzda Sabah Yıldızı doğacaktır. Amin Rab.
12. Aralık 2010: 6:19 #35806AnonimPasifUYARI: ŞEYTAN ENGELLEMEYE ÇALIŞACAK.
Huzur Diyarı’na girmek, inanlının bir dakikasını alır. BU TAM BİR TESLİMİYETTİR. Artık BAŞ, ben değil, İsa’dır. Dertler, benim derdim değil; problemler, benim problemim değil; İsa’nındır. Herşeyi, her zaman O’na bildiririm. O’nun omuzlarına yüklerim. Hayatım hiç bitmeyen bir dua ve bir şükrandır.
“Bana gel ve Ben’de kal” diyor Rab (Yuh. bölüm 15). Önce, “Bana gel” kısmını halletmek lâzım. Rab’be gelip, bir anda tüm yükümüzü O’na bırakıyoruz. Arabanın dümeni de, frenleri de, gaz pedalı da O’nda artık. Herşey, ama herşey O’na teslim edildiğinde, biz rahatlarız. ‘Huzur Diyarı’na girmiş oluruz.
Çocuklarımızın bizleri üzen tavırları, eşimizin bizlere davranış şekli, komşu ve arkadaşlarımızın haksız eleştirileri, bedenin, benliğin ve ruhumuzun tüm ihtiyaçları, her türlü savunmamız, hepsi tamamen Rab’bin eline teslim edilmiş olmalı ve bu sevinçle, coşkuyla ve O’na güvenle yapılmalı. Yüreğimize hüzün veren herşeyden, hemen ve ayni şekilde kurtulmalıyız. Yükü biz taşımamalıyız. An ve an, böyle yürümeliyiz. Böyle yürümek, “Bende kalın” kısmını tamamlıyor. İşte hakikî Şabat. İşte “İşlerinden durmuş olmak”, işte “Benlikte değil deRuh’ta imanla yaşamak” budur.
“Bana gel ve Bende kal”. Birinci kısım bir dakikada olabiliyor. “Bende Kal” kısmı ömür boyu sürer. Çünkü bunu yaptığın an, yani Rab’be tamamen teslim olduğun an, Ruh’ta yaşamaya başlarsın ve Şeytan bundan hiç hoşlanmaz. Hemen saldırır ve dümeni yeniden eline geçirmen için seni ikna etmeye çalışır. “O’na güvenme, seni duvara toslayacaktır” der, veya “Bu durumda nasıl rahat olabilirsin? Bu normal değil!” gibi lâflarla O’nda kalmamamızı ve benliği bir kez daha göreve çağırmamızı sağlar. Halbuki Rab, “Hanginiz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir?” diyor. Bir tek beyaz saçını siyahlatamayan bizler, niye kaygılanıyor, niye dümeni yeniden ele geçirmeye çalışıyoruz?
Hayatımız boyu bütün savaşlar, bundan ibaret olacaktır. İmanla Mesih’te mi kalacağız, yoksa benlikte mi yürüyeceğiz. “Savaşımız ruhsaldır” diyor Pavlus. “Benliğe göre savaşmıyoruz” diyor. O’na gelip, O’nda kalmak, Huzur Diyarı’na girmektir. Kendi işlerimizin durmasıdır. Ruh’ta imanla an ve an yürümektir. Yarının derdini yarına bırakmaktır. İsa’yı ‘BAŞ’ yapmaktır. O’ndan gelecek herşeye razı olmak, hatta seve seve, coşku ile katlanmaktır. “Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu’na imanla sürdürüyorum” diyor Pavlus. İşte artık biz de ayni şeyleri söyleyebiliriz. Ama ‘zaman-zaman’ değil; her zaman, her an Rab’de yaşamalıyız.
Pavlus niye “Artık ben yaşamıyorum” dedi. Çünkü “Mesihle birlikte çarmıh’a gerildim” diyor. “Eski yaradılışı üzerinizden sıyırıp attnız” diyor. İşte bu, odur kardeşler. Eski yaradılışı etkisiz kılmak, eski yaratılışı soyunmak veya İsa’nın sünneti ile sünnet olmak budur. Tüm benliğin kesilip atılması budur. Artık bedende, benlikte değil de, Ruh’ta yaşamak budur. Benliğin işlerinden durup, benliği çarmıha gerip, Ruh’ta ve İsa’da yaşamak budur.
Şeytan ise bu Ruhsal hayattan vaz geçirmek için herşeyi yapacaktır. İşte bu yüzdendir ki, bugün bile birçok kardeşimiz bunları İncil’den okurken anlamamakta, bunların hayat değiştiren bir GÜÇ olması Şeytan tarafından engellenmektedir. Benlikte yaşayan insana, imanlı da olsa, Şeytan kahkahalarla güler. Çünkü, böyle bir insan Şeytan’ın egemenliğine hiçbir zarar veremez. Rab’bimiz bile, Yuhanna’nın 15. bölümünde, “Bensiz HİÇBİRŞEY yapamazsınız” diyor. Şeytan herşeye razıdır, ama buna değil. Çünkü sen artık Rab’bi bürünüyorsun. “Elle yapılmamış sünnet” gerçekleşti, benlik görevden alındı; “Artık ben değil, bedenimde Rab yaşıyor”. Şeytan dehşete kapılacak tabii ve karşı çıkacak. Ama sen, düştüğün yerden kalk ve hemen Rab’be gel. O’nu bir tarafa itip, direksiyona el atmışsan eğer; tövbe et ve direksiyonu O’na ver. Yahuda, “Benlikten tiksinin” demiyor, “Benliğin kirlettiği giysiden bile tiksinin” diyor.
Kendini bu şekilde Rab’be teslim etmiş kişi, bir anda huzura kavuşur. Düşünceleri hep Rab’de kalır. Her adımını dua ile atar. Her zaman Rab’bin varlığını, sevgisini ve sıcaklığını hisseder. Çünkü an ve an yaşar. Gelişen ve gelişmekte olan her durumu Rab’le paylaşır. Yüreğindeki en ufak huzursuzluğu, daha oluşmadan Rab’be söyler ve neticesi için O’na güvenir. Devamlı BAŞ’a rapor verir. Eskiden baş kendisi idi. Şimdi ise başı Rab’dir. Kral, artık her anın Kralı’dır. En küçük işleri bile kendimiz yapmaktan çekinmeliyiz; çünkü ne kadar masum gibi gözükse de, kendimiz yaparsak, benliği göreve davet etmiş oluruz.
Bu şekilde, Ruh’ta yaşarsak, yani benliği çarmıhta tutarsak, birşey daha farkederiz. Artık Yasa altında değiliz. Yasa’nın buyrukları bizlerde otomatik olarak yerine geliyor. Artık öfkelenmiyoruz. Çünkü öfke, benliğin istek ve arzularının yerine getirilmediği zaman oluşur. Ama artık benliğin istek ve arzuları değil; Rab’bin istekleri geçerlidir. Hakikaten teslim olmuş bir yürekte, bu böyledir. Kıskançlık da olmaz, nefret de olmaz. Bunların tümü, benlikle birden ve ayni anda ortadan otomatikman kalkar. Öfke, nefret ve kıskançlık gibi şeyler, ancak benliğin olduğu yerlerde var olabiliyor.
Kardeşlerim, bu konuları iyice anlatabilmek için kitaplar yazmak gerekiyor. Bu yüzden diyorum ki, dua ile, meditasyon ile, bu yazılanları inceleyin. Rab size bunları açacaktır. Ruhsal bilgiler, ancak Kutsal Ruh tarafından verilir. Benim yazdıklarım da, Pavlus’un yazdıkları da, birçok kişi için ‘Arapça’ gibidir. Kafa algılaması yeterli değildir. Kafa algılaması, hayat değiştirecek Güç yaratamaz. Kutsal Ruh’un vahiysi ancak güç yaratır. Ne olursa olsun, burda söylenenlerin peşini bırakmamalısın. Tanrı’nın Vaad Ülkesine, Tanrı’nın Huzur Diyarı’na girmek istersen, bunun peşini bırakmamalısın. Bir anda görüp de girenler olabileceği gibi; benim gibi 30 yılda görenler de olabiliyor.
Rab hepimizi bereketlesin.
14. Aralık 2010: 17:16 #35804AnonimPasifKemal abi eline gönlüne sağlık… çok isabetli yazmışsın. Evet, Hristiyanlığın püf noktası budur: insanın hayatının tüm kontrolünü kendi benliğinin elinden çekip Hz. İsa Mesih’in kontrolüne teslim etmesi. O zaman tüm İllahi yasanın gerektirdikleri de kendiliklerinden olur. Ruh’ul Kudüs’ün lütfunun fiilen hayatımıza dolup herşeyi mucizevi bir şekilde halletmesiyle olur. Teslimiyette yaşayan insan her gün hayatında mucizelere tanık olur. Hayatı çözülür… tüm düğümlenmişlikler açılır, kainatın hayat devranı bir vücuttaki kan devranı misali tıkanmışlıktan kurtulup serbestçe dolaşmaya başlar, günlük yaşamın her tarafını canlandırır, berekete kavuşturur, hem manevi, hem maddi açıdan (Rab madden de rızkımızı sağlayandır çünkü, şüphesiz).
Teslimiyet Hristiyanlığın en merkezi öğretisidir, insanın varlıksal kurtuluş yoluna düzülmesi konusunda. İsa Mesih efendimizin çarmıhtaki akıl almaz fedakarlığı sayesinde hepimizin, manevi, maddi olsun, tüm ihtiyaçları karşılanmıştır. Ve bu olmuş bitmiş bir şeydir. İnsana düşen bu paha biçilmez armağanı almaya tenezzül edecek alçak gönüllülüğü göstermesidir, sadece. Sonrası kendiliğinden gelir. Çabasızcasına, İllahi lütfun esintisi sayesinde.
Bu denilenler gerçek anlamda Hristiyan olanın, teslimiyette yaşayanın, bu dünyadaki yaşamı süresince ayartı ve düşmanlıklarla, engel ve güçlüklerle karşılaşmayacağı anlamına gelmez, kesinlikle… ama öyle bir insanın hayatında tüm güçlükler de anlam doludur ve varlıksal bütünleniş merdiveninde daha ileri basamakların katedilmesine yol açar.
Hristiyan’ın hayatı anlam doludur… yaşamındaki herşey anlamlıdır, İsa Mesih’in nihai, ebedi huzura varış istikametinde kendisine yol gösterişinin muhabbetidir.
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.