OSMANLIDA TÜRK KADINI
- Bu konu 7 izleyen ve 12 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
25. Kasım 2006: 17:56 #23974klausAnahtar yönetici
Toplumsal Yasamda Osmanli Kadini
XX. yuzyilin baslarina kadar kadinin Osmanli toplumunda – ozellikle kentsel toplumda – silik bir yeri vardi. Toplum yapisi, giderek daha belirgin bicimde cinslerin ayriligi uzerine oturuyordu. Oyle ki iki ayri dunya soz konusuydu. Her seyden once erkegin dunyasi kamusaldi, kadinin dunyasiysa ozeldi, mahremdi ve ailenin icinde yer aliyordu. Hemen tumuyle eve kapatilip carsaf giymeye mahkûm edilen kadin, kucultulmus bir evrenin icine sikistirilmisti. Bu nedenle de, onun toplumsal yasamdaki rolu onemli olcude sinirlanmisti.
Kuran'da, yalnizca, peygamberin karilarina zorunlu kilinan carsafi simgeleyen sozcuk, hicab'dir (458). Ne var ki, carsaf giyme âdeti zamanla ozgur konumdaki tum Musluman kadinlara yayildi. İslamligin yayilmasiyla da Arabistan'da ve tum Dâr-ul- İslam'da (459) kendini kabul ettirdi. Osmanli İmparatorlugu'nda carsaf giyme âdeti kent kadinlarinin tumunce benimsenmis, kirsal alan kadinlari ise cok daha dusuk bir olcude bu âdeti izlemistir. Aile yasamina ayirdigimiz bolumde belirtilen nedenlerden dolayi, burada kirsal kesim kadinlarini ele almayacagiz.
Kentlerde devlet, kararnameler ve polis onlemleriyle kadinlari carsaf giymeye zorunlu tutuyor, bu alanda bazen isi carsafin bicimini ve kalinligini belirtmeye kadar bile vardirabiliyordu (460).
Kadinlar, yasanin ongordugu cezalardan kurtulmak icin carsaf giymek zorundaydi. Bununla da yetinilmeyerek, kadinin ev disina cikislarini duzenlemek icin ardi ardina fermanlar cikariliyordu (461). Ancak, bunca sik yinelenmelere bakilirsa,yalnizca baskenti ilgilendiren bu kararlara her zaman uyulmadigi gibi yasaklamalarin da kati bicimde uygulanmadigi dusunulebilir.
Tanzimat doneminde bu onlemlerde belli bir gevseme gorulmekle birlikte, yetkili makamlar, ramazan sirasinda eski kararlarin buyruk ve yasaklamalarini animsatmayi bir gorev biliyorlardi. 1867'de gazeteler asagidaki duyuruyu yayimliyordu:
“Kadinlar yalniz ve ancak Sultan Ahmet, Laleli ve Sehzadebasi camilerine gidebilecek, bunlar disinda hicbir buyuk camiye gidemeyecektir; namaz sirasinda bu camilerde yalnizca ve yalnizca hizmetliler bulunabilecek, hicbir erkek iceri alinmayacaktir. Kadinlar, bir iftar cagrisi icin bir yerden bir yere giderken, kalabalik yerlerde durmaksizin ve orada burada gezinirken, vakit yitirmeksizin onlerine bakarak yuruyeceklerdir'' (462).
İlgintir ki bu donemde erkekler de hizaya cagrilmis, kendilerinden, kadinlara karsi gerektigi gibi davranmalari istenmistir (463).
Abdulhamit'in saltanati ile birlikte kadinin dis yasami yeniden siki bicimde duzenlenmistir (464). Levant Herald gazetesinde cikan su haber bu gelismeye taniklik etmektedir:
''Majesteleri Sultan'in buyrugu ve Seyhulislam'in talebi uzerine, Danistay'in olurunu alan İcisleri Bakanligi, Musluman kadinlarin giyecekleri giysilerin niteligini ve nasil hareket etmeleri gerektigini belirleyen kurallar koymustur. Genel yerlerde ve islek caddelerde gorunmek ve ziyaretler yapmak Musluman kadinlara yasaklanmistir. Polis memurlari en buyuk uyanikligi gostermeye ve kurallarda ongoruldugunden daha ince bir carsaf giymeye curet eden bir kadin gorur gormez, tutanak tutmaya cagrilmislardir. Tutanak, kurallara karsi gelen kadinin adini ve kurallari cignemenin tum ayrintilarini icerecektir; tutanak İcisleri Bakanligina ve Polis Mudurlugu'ne iletilecektir. Bundan baska Musluman kadinlara arabayla ya da yaya olarak Beyazit, Sehzadebasi ve Aksaray semtlerine gitmek, oralarda gezinmek, Kapalicarsi'ya girmek ve dukkânlara girip oturmak yasak edilmistir. Bu kurallarin cignenmesi halinde, karsi gelenler, ceza yasasinin 254. maddesi uyarinca kovusturulacaktir, kullanilan arabanin surucusu de kadin gibi cezalandirilacaktir. Bunlara ek olarak, Musluman kadinlarin genel yerlerde gruplar halinde toplanmalari kesinlikle yasaklanmistir. Bu tur bir grubu goren polis, kadinlara dagilmalarini emretmekle yukumludur. Bu dagilma cagrisi, gruptaki en yasli kadina, yanindaki obur kadinlara yoneltilecektir. (Tuzugun son bolumu, erkeklerin genel yerlerde kadinlara karsi nasil davranmalari gerektigine iliskindir). Herhangi bir erkek bir kadina laf atar ya da isaret ederse, ceza yasasinin 202. maddesi uyarinca cezalandirilacaktir.” (465)
Bununla birlikte, polisin yetkilerine karsin, ozellikle giyim kusam alaninda âdetler gevsemeye baslamisti. Bu konuda Lois Rambert sunlari yazmaktadir:
''Musluman kadinlarin oldum olasi giydikleri ferace ve carsafin bicimi, sonuc olarak, oylesine degismis bulunuiyor ki, bunlarin harem gelenekleriyle bagdasmasi zordur. Entariye benzeyen carsaflar, kolsuz olarak dikilen feraceler iyi ahlak kurallarina uygun olmayan bir model uzerine bicilmektedir. Ve basortulerle yemeniler, saclari oldugu gibi gosterecek kadar incedir. Kimi kadinlar, isi askerler gibi ceket ve manto giymeye kadar vardirmaktadirlar. Carsaf giyme cagindaki genc kizlar, İslamin yasaklarina aykiri urbalar icinde apacik gezip dolasmaktadirlar. Bunun uzun sure hosgorulemeyecegi belliydi. Nitekim bir Padisah iradesi, kadinlara, dinin ilkelerine uygun bicimde giyinmelerini buyurmustur. Bu iradeyle, buyruklara karsi gelecek kadin ve kizlarla birlikte kocalarin da, ana ve babalarin da sert bicimde kovusturulacaklari'' duyuruluyordu (466).
Ne var ki, su anlamli satirlardan da anlasilacagi gibi, hicbir 'baski' kâr etmiyordu. 1894 tarihli bir ticaret yilligi, İstanbul'da Avrupa giysileri satan ''Galata Tring'' Beyoglu'nda ''Le Bon Marché'' ve ''Meyer'', Bahcekapi'da ''Orozdibak'' gibi yabancilarin ve ''Mustafa Samli'' ''Macit Mehmet Karakas'', ''Selanik Bonmarsesi'', ''Sisman Yanko'' gibi Turk uyruklularin bircok magazasi bulundugunu gostermektedir. Ozellikle bu sonuncularin musterisi Turk kadinlariydi. En azindan sunu kabul etmek gerekirdi ki, salon yasaminda Avrupa modasina gore yasayan bir sinif dogmustu. Bu isletmeler kârli is yaptiklarina gore, bu sinif oldukca onemli boyutlardaydi (467).
Aslinda kadinlar, sokaktaki giyim kusamini duzenlemeye yonelik devlet mudahalelerine da acikca karsi cikmaya baslamislardi. Ornegin Rasime Hanim, yayinladigi bir yazida soyle diyordu:
''Gercek durustluk ve gercek ahlak, kamuoyunu kadinlarin evde kalmasini, oradan disari cikmamasini, cikinca da dikkatle ortunmesini istemeye yoneltmemeli, asil kurtarici ve aydinlatici dusuncelere hizmet etmelidir.” (468)
Boylece, sarayin, ulemanin ve kamuoyunun bir bolumunun bicimciligine karsin, Abdulhamit donemi kadinin toplumsal yasama katilimi dogrultusunda, belli bir gelisme gostermistir. Oriyantalist ve Turkolog A. Vambery bu gelismeyi dogrulamaktadir:
''Karanlikciligin bulvarlari olan haremlerin kadinlari da onemli olcude degisti. Evet! Yineliyorum, Turkiye'de kadinlarin guncel yasami, bana kalirsa su son 40 yil icinde tumuyle donusmus bulunmaktadir.'' (469)
Belli bir iyimserligi dile getiren bu sozler, baskentin kadin nufusunun butununu degil, fakat onun varlikli ve gelismis bolumunu ilgilendirmekteydi. Gene de belli, hissedilir bir degisikligin kendini kabul ettirdigi bir gercektir.
Mesrutiyet doneminde bu degisiklik daha da yogunlasarak ilerleyecekti. 1908 devrimi, carsaf giyme âdetine karsi ilk kez ciddi gediklerin acilmasina neden oldu. Nitekim, carsaflarini boyunlarina saran ve Avrupa modasina gore giyinen kadinlar ve genc kizlar, bazen ufak tefek olaylarin cikmasina yol acsalar da İstanbul basta olmak uzere bazi kentlerin caddelerinde gosteriler duzenlediler (470).
1912'de, Yunanlilarin isgal ettigi Selanik'ten gelen binlerce gocmen 'donme' belli İslam geleneklerinden oldukca uzakta bulundugu icin, Avrupa modasina oykunmesini daha da belirgin bir bicimde yogunlastirmistir (471).
Birinci Dunya Savasi'yla birlikte, carsaftan kurtulma hareketi yeni boyutlar kazandi. Calismak durumunda kalan Turk kadini artik daha pratik bicimde giyinmeye basladi. Carsaf ile pecenin yerini cene altinda dugumlenen basortusu aldi.
Bu donusume kuskusuz tepkiler olmuyor degildi. 1908'de cikarilan polis emirnameleri, kadinlara, carsaf ve uygun kadin giysileri giymek zorunda olduklarini animsatiyordu. 1910'dan itibaren hukumetin tutumu, yukarida da gordugumuz gibi İsmail Gaspirali'nin tepki ve ofkesini uyandiracak derecede sertlesti. 1917 Eylul'unde polis İstanbul duvarlarina su duyuruyu astirdi:
''Son aylarda baskent sokaklarinda utanc verici modalar gorulmektedir. Tum Musluman kadinlari eteklerini uzatmaya, korse giymekten sakinmaya ve kalin bir carsaf giymeye cagrilmaktadir. Bu emirnamenin buyruklarina uymalari icin onlara azami iki gun sure taninmistir.”
Ne var ki zaman degismisti. Bu afis canli bir ajitasyona yol acti. Ust duzey yoneticileri duruma elkoyarak bazi polis memurlarinin yersiz gayretkesliklerini kinamak zorunda kaldilar. Baskent İstanbul'un duvarlarina bu kez de soyle afisler asildi:
''Genel mudurluk, yasli geri kafali kadinlarin bir alt gorevliyi kandirarak, Musluman kadinlarin eski modaya geri donmelerini emreden bir duyuru yayinlatmis olmasindan muteessirdir. Bundan onceki emirnamenin gecersiz oldugu duyurulur'' (472).
Giyim kusamda, ev icinde daha az baski altinda bulunan kadin, ev disina cikislarinda da, bazi yeni ozgurlukleri kullanmaya baslayacaktir. Ancak İstanbul'da yeni yeni islemeye baslayan tramvay ve vapurlarda, hâlâ kadinlar icin ayrilmis ozel bolumler vardi. Ornegin Bogaz'dan karsiya gecen ya da İstanbul'u Adalar'a baglayan bir vapura bir cift bindigi zaman kadinlara ayrilmis olan guverte salonlarina gitmek uzere kadin, esinin kolundan ayriliyor ve kocasina ancak yolun sonunda vapurdan inerken donebiliyordu. Ancak daha sonralari, guvertede eslerin birlikte seyahat etmelerine musaade edilecektir (473).
Bununla birlikte kocalarinin yaninda sokaga cikan, onlarla birlikte tiyatroya ya da benzeri gosterilere, eglence yerlerine giden kadinlar tek tuk gorulmeye baslamisti. Ozellikle Basbakan Fuat Pasa'nin, karisiyla birlikte Tokatliyan Oteli'nin kahvesinde bir masaya oturmasi olay olmus, uzerinde cok yorum yapilmisti (474). 1917'de, ustelik carsaf da giymis olan karisiyla Buyukada'da bir otelin salonunda bulunan bir adam, buradan kovulmustur (475).
Gene bu donemde, ilk kez bir Turk kadini, tiyatro sahnesine cikti. O zamana dek kadin rollerine, aksanlari duzgun olan Ermeni kadinlar cikiyordu. 1918'de İstanbul Darul -Bedayi'ine staj icin birkac Turk kizi kabul edildi. bunlardan Jale takma adiyla Afife Hanim 1920'de Kadikoy Tiyatrosu'nda oynanan bir piyeste rol aldi. Bu girisim Musluman ahlakina aykiri bulundugundan, Afife Hanim mahkemeye verildi. Tiyatronun cok etkili adamlari araya girerek yargilanmadan ancak kurtuldu. Afife Hanim 1921'de sahneye yeniden cikti, cok da basarili oldu, ne var ki Sehremaneti'nden gelen bir emir, sahneye cikmasini yasakladi. Bir Musluman kadini sahnede gosteri yapamazdi. Nitekim Kemalist doneme kadar Dar-ul Bedayi, Musluman hicbir kadina rol vermedi (476).
Mesrutiyet donemi, ayni zamanda Osmanli İmparatorlugu'nda kadin derneklerinin dogusuna da tanik olmustur. İlk kadin dernekleri -Bati'da oldugu gibi- hayirsever amaclarla kurulmus ve yetkin kadinlarca yonetilmislerdir. Bu derneklerin en eskisi, 1908'de Fatma Aliye'nin kurdugu Cemiyet-i İmdadiye'dir. Dernegin baslica amaci, yardim ve ozellikle Rumeli cephesinde savasan askerlere kislik giysi saglamakti (477). 1912'de Besim Omer Pasa'nin destegiyle, Hilal-i Ahmer Hanimlar Merkezi kuruldu (478). Ancak derneklerde orgutlenmeden once Turk kadinlari, 1874'te kurulan ve 1908'de Kizilay'i doguracak olan Malul ve Hasta Askerlere Yardim Cemiyeti'nin de uyesiydiler. Hilal-i Ahmer Hanimlar Merkezi'nin baslica gorevi, Balkanlardan gelen gocmenlere ve savas yetimlerine yardim etmekti. Burada dul ve yetimler korunuyor, egitiliyor, kendilerine is saglaniyordu. Bunlar arasinda Esirgeme Dernegi, Nezihe Muhittin'in kurdugu Donanma Cemiyeti Hanimlar Subesi vb. dernekler, bu donemde ayni amaclar icin kurulmustur (479).
1913'te Nuriye Ulviye'nin kurdugu Kadinlar Dunyasi adli bir de yayin organi olan Mudafaa-i Hukuk-u Nisvan Dernegi gibi kadin haklarini savunmak, ya da 1909'da Halide Edip (Adivar)'in kurdugu Taâl-i Nisvan gibi kadinlara toplumsal yasamda uyum saglamada yardim etmek gibi amaclarla kurulmus daha pek cok kadin dernegi vardi. Bunlardan, Mudafaa-i Hukuk-u Nisvan pek cok konuda kamuya, acik tavirlar almakta tereddut etmedi. Ornegin, Telefon Kumpanyasi'nin kadin isci almayi reddetmesi karsisinda basarili bir savasim verdi, gene, kadin oldugu icin ucaga alinmayan Belkis Hanim'in sorununu ictenlikle destekledi. Taâl-i Nisvan'a gelince, erkek ve kadinlarin katilimiyla tartismali oturumlar, konferanslar duzenleyen ilk derneklerdendi. (480)
Nihayet, Osmanli İmparatorlugu'nca imzalanan Birakisma da, yurtsever amacli pek cok kadin derneklerinin kurulmasina yol acmistir. Bunlara daha ilerde deginecegiz.
Konuyu toparlamak icin diyebiliriz ki, Birinci Dunya Savasi'ndaki yenilgi, İslamcilarin etkisini guclendirmistir. Onlara, kadinin toplumsal yasamda edinmeye basladigi yeri daraltmaya yonelik etkin bicimde mudahale etme olanaklari saglamistir. Sadece en tutucu egilimlerin temsilcisi olanlar degil, pek cok gazete, degerlerdeki gevseme ve cozulmeyi kinamaya koyulmustur (481). ''Din'', diyordu Vakit, ''ahlakin en saglam desteklerinden biridir. Dinsel cahillik gibi, dine karsi kayitsizlik da, Osmanli İmparatorlugu'nun gecirmekte oldugu bu degerler bunalimindan genis olcude sorumlu tutulmalidir” (482). İste Seyhulislam, bu bunalima care bulmali ve kamu ahlakinin kalkindirilmasi icin ozel bir komisyon kurulmaliydi (483).
Falih Rıfkı Atay'in Çankaya IV adlı kitabında Osmanlı'da kadın, aile yaşamı ve günlük hayat şu şekilde özetleniyor:
“Padişah aynı zamanda halifedir. Hükümette padişahın sadrazamı varsa, halifenin de şeyhülislamı vardır. Eğitim çifte standatlı idi, hem sivil mektep hem de medrese vardı. Sivil mektep bile, kültür bakımından medresenin kontrolu altında idi. Adalet de çifte standatlı idi.. Batı dünyasından alınan kanunlarla hükmeden mahkemeler ve hakimler, şeriat esalarına göre hükmeden şer'iyye mahkemeleri ve kadılar vardı. Fetva alınmadan harbe girilmezdi. Aile düzeni tamamen şeriatçılığın tesiri altındaydı. İstanbul'dan en uzak yere kadar iki tip kadro vardı: Sarıklı kadro daha nüfuzlu idi. En itibarlı vali bile sarığa riyakarlık ederdi. Kadınları savunan bir hukuk yoktu. Öyle ki, piyano çalan veya konuşma yapan bir kadının sahneye veya kürsüye çıkması, neredeyse bir devrim sanılırdı. Hamdullah Suphi, Türkocakları'nda Türk kadının piyano konseri veya konferans vermek için sahneye çıkardığında, bu büyük bir olay olarak tanımlanmıştı.
Birinci Dünya Savaşı'nda, kocası ile bir Ada otelinde kalan bir kadın, polis müdürü tarafından kolundan tutulup kovulmuştu. Aynı arabaya binen kadın ve erkek, polise evlilik vesikası göstermek zorundaydı. Üniversite vardı ama, hür düşünce yoktu. Felsefe, medreseye aitti.
Meşrutiyetin sonlarında bile, aile ve üniversite şeriat takımının hükmü altındaydı. Hür yaşayış ve hür düşünüş gizli ve her tarafta dört duvarla çevriliydi. Evlerinde açılan, her türlü Batı adetlerini benimseyen ailelerin kadınları bile sokağa çerşafsız ve peçesiz çıkamazlardı. Birinci Dünya Harbi'ndeki yenilgilerden sonra, Enver Paşa, çarşafların ayakların hangi noktasına kadar ineceğini belirlemek için bir komisyon bile kurdurmuştu. Çanakkale cephesinde savaşmakta olan bir yüksek rütbeli subayın, annesi Alman olan kızı bir gün Alman davetliler ile buluşunca, Enver Paşa subayı derhal emekliye ayırmıştı. O aileden bir hanımla evli olan bir rüsumat memuru da işten atılmıştı.
Osmanlı toplumunda, kadın, taasuba karşı devletin başlıca tavizi idi. Taasup için ahlak, ırz demektir. Irz da kadın demektir. İstanbul'da kadunların ırzından yalnız kocaları, ana-babaları sorumlu değildi, tüm mahalle halkı aile hayatını kontrol ederdi. Bir eve kadın alındığı haberi duyuldu mu, imam, bekçi ve belli başlı mahalle eşrafı gider, o evi basardı. Çatı arasına ve kümese kadar aranmadık yer kalmazdı. Sokakta herkes, kadınların kıyafetine karışmak hakkını kendisinde görürdü. Yüzler, kollar, eller ve bacaklar iyice kapanmalı, çarşaflar vücut biçimini hiç sezdirmemeli, peçeler tam bir yüz örtüsü olmalı idi. Kadın, erkekle birlikte aynı arabaya binemezdi. Vapurlarda, tramvaylarda, muhallebici dükkanlarında kadınlar ve erkekler birbirlerinden perde veya kafesle ayrılırlardı. Mesirelerde bile harem kısmı vardı.
Evinin kadınını yakın erkek ahbapları ile tanıştıran açılmış aileler bile, erkek misafirlerini selamlıkta kabul etmek ve dile düşmemek zorunda idiler.
Mecliste bile bir hoca mebus kürsüye çıkar, “Floriyye'de denize giren” kadınları eleştirir dururdu..
Türkçe oynayan tiyatrolarda kadın rolünü Ermeniler oynardı. Orta oyununda ise, kadın yerine “zenne” denen yaşmaklı bir erkek sahneye çıkardı.
Kaşık, çartal gibi yemek takımları bile mekruh sayılırdı.”
Referanslar:
(455) Tasvir-i Efkar, 12 Eylul 1919, RMM, 38-39, 1920, s.228-229
(456) Turk Yurdu, No.6, 1330, s.2392
(457) OM, I.,1921,s.695
(458) Kuran, 33/53
(459) C. Chelhold, Hidjab maddesi, (el) (2) icinde, C.III, s. 371
(460) her donemde cikarilmis sayisiz fermanlar bunu kanitlar. Ornegin, kadinin susulenmesinin asiri bir begeni duzeyine vardigi 18.yy'in Lale Devri'nde, ince ve saydam kumastan carsaf ve vucudun bicimine tam uyan acik- sacik feraca giyilmesini yasaklayan yeni bir ferman cikarilmistir. Durumun arzu ettigi hizla degismedigini goren padisah, yeni bir ferman cikardi ve bu kez Istanbul kadisina ve Yenicerilere bizzat mudahale etmeyi buyurdu. Buyruk kurallarina uymayan kadinlarin carsaf ve feraceleri alinacak gerekirse bir baska bolgeye surulecekti. Cikarilan ucuncu ferman ise, daha kati ve sert hukumler getiriyor, bu yasaklara uymayan carsaf ve feracaler dikmeye devam edenlerin dukkanlarinin onunde asilacaklarini ongoruyordu. (M.Tascioglu, age., s.19-20)
(461) Ornegin, Sultan I.Ahmet doneminde (1604-1617) cikarilan 1610 tarihli buyruk, kadinlarin, iclerinde erkeklerin de bulundugu bir kayiga binmesini yasakliyordu. 1913 tarihli bir baska ferman ise, belli magazalara gitmelerini, belli eglence ve dinlenme yerlerine gidip gelmelerini suc sayiyordu. Tarihcilerin anlattiklarina gore III.Osman (1754-1757) kendisinin saraydan ciktigi haftanin uc gunu kadinlarin sokaga cikip dolasmalarini yasaklamisti. Zorunlu olarak cikmak durumunda kalinirsa, yuzlerini kalin, kara bir carsafla ortmeye ozen gostereceklerdi. Bu yasaga uymayanlara agir para cezalari ongorulmustu. III.osman'dan sonra yerine gelen III.Mustafa (1757-1773) daha da ileri gitti. Tum kadinlara, her ne bicimde olursa olsun kente cikma yasagi koydu. Bununla birlikte bu kati yasaklama, yeterli olmasa da zamanla gevsemis, yumusamistir. Ancak, IV.Mustafa'nin (1807-1808) cikardigi yeni bir ferman kimi yasaklari tazeleme geregi duymustur.
(462) E.Z.karal, Osmanli tarihi, age.,s. 282-283
(463) T.Taskiran, age. S.29
(464) R.Bulut, Istanbul kadinlarinin Kiyafetleri Ve II.Abdulhamit'in Carsafi yasaklamsi, BTTD., icinde, No.8, 1968, s.34-36
(465) Levant herald, 15 Agustos 1891, Aktaran A.Afet Inan, L2emancipation de la femme Turquie, Paris, 1962, s.35-36
(466) L.Rambert, Notes et impressions de Turquie. L'Emprie Ottoman sous Abdul-Hamid (1895-1905), (=Turkiye'den notlar ve izlenimler, Abdulhamit saltanati altinda Osmanli İmparataorlugu), cenevre-paris, 1926, s.279
(467) M.Tascioglu,age., s. 22
(468) Ibidem, s.23
(469) A.Vambery, age., 32
(470) RMM., XII 1910, s.314-315
(471) M.hartmann, age., Aktaran:RMM., X, 1910, s.291
(472) J.Melia, Mustafa kemal au la renovation de la Turquie (=Mustafa Kemal ya da Turkiye'nin yenilestirilmesi), Paris, 1929, s.47
(473) A.Afetinan, age., s.46
(474) H.Z.Ulken, Turkiye'de Kadin Hayatinin Tekamulu, Ankara, 1967, s.127
(475) F.paltsy, L'emncipation de la femme Turque (=Turk kadininin Kurtulusu), Istanbul, 1935, s.12
(476) R.A.Sevengil, Yakin Caglarda Turk Tiyatrosu, C.I. Mesrutiyet Tiyatrosu, istanbul, 1932, s.303-311
(477) C.Caka, Tarih Boyunca Harp ve Kadin, Ankara, 1947, s.36-37
(478) Besim Omer Pasa, Hanimefendilere Hilal-iAhmer'e Dair Konferans, Istanbul,tbd., s.78
(479) Bir Kizilay yillgi kadin derneklerini listesini vermektedir. Yukarida adi gecenlerden baska bu listede su derneklere rastliyoruz: Istihlak Milli kadinlar Cemiyet-i hayriyesi, Sisli Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniyesi (1914), Bicki Yurdu (1914), Bilkes Ailelere yardimci Hanimlar cemiyeti (1915), Turk Ocagi (1916), Bilgi Yurdu (1916), kadikoy fakirperver hanimlar Cemiyeti (1917), Islam kadinlari calistirma Cemiyeti (1917), Himaye -i Etfal cemiyeti (1918), Muallimler cemiyeti (1918), Uskudar Bicki Yurdu (1918), Musiki Muhibbi ((1918), Asri kadin cemiyeti (1918), Amerikan Koleji Talebeleri Turk Mezunlari Cemiyeti (1918), (Osmanli Hilal-i Ahmer Hanimlar Cemiyet-i Merkeziyesi tarafindan tertip edilen takvim, Istanbul, 1919, s.199). Bu liste, eksiktir. Ornegin, Selanik Sefkat Dernegi, Edirne Hizmet-i Nisvan, sehit Ailelerine yardim Birligi gibi dernekler burada yer almamaktadir.
(480) B.Onger, Ataturk devrimi Ve kadinlarimiz, istanbul, 1965, s.88
(481) Bkz.Ornegin, tasvir-i Efkar, 27 Agustos 1919
(482) Vakit, 28 ve 19 Agustos, 2 Eylul 1919
(483) Tasvir-i Efkar, 27 Agustos 1919, Turk Dunyasi, 31 Agustos 1919
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi Kitabı, Kemalizm'de Ve Kemalizm Sonrasinda Türk kadini I, Dr. Bernard Caporal, Ceviren: Dr.Ercan Eyüboglu
Birbirinize sevginiz olursa, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır.”
Yuhanna 13:3515 Baba`nın beni sevdiği gibi, ben de sizi sevdim. Benim sevgimde kalın.
Yuhanna 15:98. Nisan 2009: 17:14 #32560AnonimPasifRica ediyorum kendinizin bile okumakta zorlandığı bu devasa şeyleri asmayınız buralara. Şimdilik kısaca bir nokta göstereyim, söylenenlerin fazla abartı ve asılsız olduğunu görün. Osmanlı müslüman diy de böyle davranmayalım ki sadece osmanlı yoktu, selçuklular da vardı unutmayınız lütfen.Ve ondan öncesi.
Padişah aylarca sefere gittiğinde neredeyse tüm veziri azamlarını…vs yanında götürürdü. Aylarca ülkeyi yöneten, padişah mührüne sahip olan kimdi? Baş Haseki yani padişahın 1.numaralı karısı. Halifenin eşi, eşi seferd eiken yönetiyordu ülkeyi. Araştırabilirsiniz.
Hal böyle iken neden kadın silik…vs olsun ki :) Ha kabul bazı engellemeler mevcuttu-asker olamamaları gibi- ama lütfen avrupayı da biliyorum. Kadına nasıl davranıldığını, ne hakları olduğunu.Sadece avrupa değil tüm dünyayı görebiliriz araştırırsak.
Tarafsız bir yazı herkesi memnun eder :)
Saygılar
8. Nisan 2009: 18:18 #32561ArmaganAnahtar yöneticiSayın Asil, buraya asılan yazı geniş ve kapsamlı bir araştırmanın ürünüdür. Yazının sonundaki referans notlarına bakabilirsiniz. İçindeki ifadeleri veya verilen mesajı sizin görüşlerinizde olmadığı için onaylamayabilirsiniz. Karşı görüşleri saygıyla karşılayabilmek, (hazmedebilmek) büyük bir fazilettir.
9. Nisan 2009: 14:36 #32565AnonimPasifSayın Evangelist, öncelikle hazım edebilmekle, yazılanlardan hoşlanmamak arasında dağlar kadar fark vardır,bunu belirtmek arzusu duyuyorum.
Hazım edemeseydim eğer, son derece kaba saba, ağzı bozuk,ağır ve sert bir dille konuşurdum. Oysa öyle bir uslup yok,olamaz da zaten.Hazım edemeyen çok insan gördüm.Yaptığımında bunla alakası yok. Kavramlar konusunda lütfen biraz daha itina gösterilim ve doğru kelimeler kullanalım,bunun için şimdiden teşekkür ediyorum sizlere.
Konuya gelirsek. Türk ve Osmanlı tarihi araştıran bir insan olarak hayli hayli bu konularda bilgi sahibi olduğum aşikardır. Ha elbet ben müthiş bilgi sahibiyim,sizden çok iyi biliyorum deyipte ortalıklarda dolaşmıyorum ki bunu diyen zaten hiçbir şey bilmiyordur. Yazıda doğru yerler muhakkak vardır ve dikkat ederseniz ilk mesajımda yazı da abartılarında mevcut olduğunu ama osmanlı da kadın da bazı engellemer olduğunu açık açık belirtim.(bu tüm ülkelerde vardı ki bazı ülkeler artık baya aşmıştı yani düşünün.Günümüzde hindistanın bir köyünde resmen kadınlara şeylik anlayın malum şeylik yaptırıyorlar gelenek adı altında çok kötü :( ) Lakin beni rahatsız eden noktalar bunlar olmadı. Osmanlı İslam ülkesi olduğu için, yazılarda buna itafen, karalama şeklinde bir amaç sezdiğim için tepkimi dile getirdim. Çünkü objektij bir yazı olmadığı son derece açık, daha doğrusu buraya asılmasının nedeninin objektiflikten uzak olduğu bence çok aşikar. Zira objketif olunsa idi buraya asılmazdı veya diğer ülkelerin de durumu belli edilirdi başka yazılar ile. Çünkü diğer ülkelerde kadınlara ne hak verildiği, ne gibi durumlarda olduğu, kadınların kralların koyunlara sokulduğu, hristiyan ülkelerde kadınlara nasıl davranılıyordu halleri neydi herkesçe bilinmektedir (bu yüzden bunlar görmezden gelinip dile getirilmesi “osmanlıda kadının hali” yanlış bir yaklaşımdır) ve bende bunu yazacak değilim. Bunun için de burada değilim. Burada ben tebliğ amacı ile de bulunmuyorum,sadece sizleri tanımaya,öğrenmeye çalışıyorum. Hali ile İslam da kadına sizin bildiğinizin aksine böyle böyle davranılır, aksini yapanlar cahiliye dönemine dönmeye başlamışlardı…vs gibi şeyler yazarak duruma açıklık getirmeye çalışmayacağım ki siz de buna zaten izin vermeyeceksiniz. Bu yüzden sadece yüzeysel anlatıyorum.Daha doğrusu çalışıyorum.Neyse zaten yazıyı da kaldırın demiyorum :) Sadece yorumumu ve düşüncelerimi belirtmek istedim ve belirttim. Bu kadarına hakkım olduğunu düşünüyorum.
Yazımın, sizin yazdığınızın küçük bir kısmı destekler nitelikte olmasına rağmen hala “hazımedebilmek gerekir” gibi bir ifade kullanmanıza ne anlam verilebilir düşünüyorum.
Ayrıca yazılan şeylerin bir kaynağı olması, o yazanın bunu objektif deliller çerçevesinde inceleyip yazdığı anlamına da asla gelmez,gelemez. Bunu da bilmeniz de yarar vardır. Aksi durumda ben de şimdi Vatikanda bu tür dolaplar dönüyor..vs diye bir yazılar hazırlayan 3-4 yazar ve eser bulurum yazarım nete.
Misal; “Dünyanın en büyük işgalcisi ve savaş suçlusu vatikandır” Jack jordon(yok böyle bir söz ya da yazar,yanlış anlaşılmasın örnek bu) diye yazan bir adamın sözü eğer adam objektif bir çalışma yapmamışsa ne derece doğrudur? Abartı olabilir mi? Siz buna tepki verince ben size ne diyeceğim? “Hazım ediniz lütfen” mi? Doğru demiş olurmuyum? Elbet, hayır. Çünkü yanlış veya abartılı olduğunu düşündüğünüz birşeye hali ile tepki gösterecek ve karşı çıkacaksınız. Bu çok doğal birşeydir ve hazımla ilgisi yoktur.
Saygılar,selametle
9. Nisan 2009: 18:09 #32572ArmaganAnahtar yöneticiSevgili Asil, evet, kavramları doğru yerde kullanmak çok önemlidir. Hazmetmek kelimesi orada en iyi kelime değil.. Ben de zaten onu demek istememiştim. Karşı fikirlere saygılı olmaktı demek istediğim… Yazılanlarda bilimsellikle çelişen, tarihsel hatalar içeren unsurlar varsa elbette gerçekleri yine kanıtlarıyla gözler önüne sermek gerekir. Esen kalın..
9. Nisan 2009: 19:34 #32576AnonimPasifKarşı fikirlere saygılı olmaktı demek istediğim…
Saygısız bir uslup takındığımı düşünmüyorum, sanırım uslubumu gören siz de bu şekilde düşünüyorsunuzdur :)
Yazılanlarda bilimsellikle çelişen, tarihsel hatalar içeren unsurlar varsa elbette gerçekleri yine kanıtlarıyla gözler önüne sermek gerekir
Osmanlı da kadının durumunu yazsam bu başlık altına, yayınayacakmısınız? :) Tarihi çok severim, herkes ile saygılı olmak şartı ile tartışabilir, bilgi alışverişi yapabilirim :)
Saygılar,selametle
16. Nisan 2009: 7:18 #32639AnonimPasifBuyrun bugün buldum :) İnşallah yayınlarsınız :)
_________________Haremde tutsak mı yoksa imparatorluğun en özgür insanları mı?
ANKARA – Amerikan asıllı Aslı Sancar’ın, “Osmanlı Kadını: Efsaneler ile Gerçekler” adlı kitabı, Kaynak Yayınları’ndan çıktı.
ABD’nin kitap oskarları sayılan Benjamin Franklin Ödülleri’nde 1800 yapıt arasından tarih alanında yayınlanmış “En İyi Eser” seçilen kitap, Osmanlı kadını hakkında 19. yüzyıldan itibaren oluşmuş, “fanteziye dayalı, olumsuz ve Oryantalist” görüşleri inceliyor.
Osmanlı coğrafyasında uzun süre yaşamış Lady Montague, Julia Pardoe ve Lucy Garnett gibi Batılıların yazdıklarından alıntılar da yapılan kitapta, Osmanlı kadınının “Oryantalist kaynaklarda gösterildiği gibi pasif, zayıf, Harem’de tutsak, sadece bir zevk aracı değil, aksine aktif, güçlü ve toplumda çok önemli yere sahip bir kadın olduğu” anlatılıyor. Osmanlı kadınının Harem’de hiçbir hakka sahip olmayan bir “köle” gibi sunulduğu Batılı tasvirler, Osmanlı sicil defterlerinden belgelerle çürütülüyor.
Kitabın en ilgi çekici noktası ise Osmanlı kadınlarının o dönem Avrupalı kadınlarda bile bulunmayan haklara sahip olduğunu gün ışığına çıkartıp hatırlatması…
-“EGZOTİK VE EZİLMİŞ KADIN” SUNUMU…-
33 yıldır Türkiye’de yaşayan ve adını değiştirerek Türk vatandaşı olmayı seçen Sancar, 1990’lı yıllarda Harem ile ilgili bir kitabın eline geçmesiyle bu konuya ilgisinin başladığını söyledi.
“Kitap çok güzeldi ama tam bir oryantalist bakış açısı vardı” diyen Sancar, bu görüşlerin doğru olup olmadığını merak ederek araştırmaya başladığını, Türkiye ve dünyadaki birçok kaynağı ulaşmaya çalıştığını anlattı.
Sancar, “Çoğunlukla Avrupa seyyahlarının yazıları var ama Batıda bu konuda bir boşluk olduğunu, kaynakların eksikliklerini gördüm. O nedenle İngilizce bir kaynak oluşturmaya karar verdim” dedi.
Kaynakları inceledikçe Osmanlı kadını hakkında bilmedikleri çok şey olduğunu gördüğünü ifade eden Sancar, yabancıların gözünden Osmanlı kadını hakkındaki “efsane ve gerçekleri” şöyle dile getirdi:“Genel olarak Oryantalist bilim adamlarının sunduğu yayınlar var. Osmanlı kadını egzotik ve ezilmiş olarak gösteriliyor. Bu konudaki benim görüşlerim de araştırmalarımla çok değişti. En önemlisi Osmanlı kadının haklarını öğrendim. 1882’ye kadar bir İngiliz evli kadının mal sahibi olma veya miras hakkı yok. Malları kocasına ait, kendi adına dava açamıyor. Boşanma hakkı yok, boşandığında çocukları kocaya veriyorlar.
Halbuki Osmanlı kadınının evlilikte kontrat yapma, istediği şartları koyma, boşanma hakkı var. Mal sahibi ve izni olmadan malları kullanılamıyor, mirasa sahip. Dava açabiliyor, küçük çocuklar anneye veriliyor. Bunların farkına vardım, bunlar benim için yeni bilgilerdi. Gördüm ki bildiğimiz efsane hakikatten gerçekten çok farklı…”
-OSMANLI KADININI TÜRKLER BİLE BİLMİYOR-
Sancar, bu konuyu Türkiye de bile birçok kişinin bilmediğine dikkati çekerek, “Kitaplarda bu konudan pek bahsedilmiyor ve Türkiye’deki kitaplar da yabancı kaynaklı olduğu için onlarda da bu konu geçmiyor. Halbuki Osmanlı kadınının o dönem çok önemli hakları var ve bunu kullanıyor. Bunun bilinmemesi üzücü” diye konuştu.
Aslı Sancar, Osmanlı kadınının toplum ve aile içinde çok itibarlı bir statüye sahip, zarafet ve estetik yönünün dikkat çekici olduğunu vurguladı.
-AVRUPALI KADINDAN DAHA MEDENİ…-
Kitapta, Osmanlı kadınının yaşadığı Harem’in, düşünülenin aksine, kadınların rahatça bulunduğu ve misafirlerini ağırladıkları, ailece güzel saatler geçirdikleri yer olduğu belirtiliyor.
Batılı seyyahlardan alıntılar yapılan kitapta, D’ohsson’un, Osmanlı kadını hakkında şu ifadeleri yer alıyor:
“Tabiat, Doğu’nun kadınına hem zarafet hem de cazibe bahşetmiş. Tavırları soylu ve zarif. Davranışları hoş, konuşması açık, saf ve incelikli. En azından Türk Haremleri’ne sıkça girip çıkmış Hristiyan kadınların hepsi bunda ittifak ediyor. Bunun böyle olmadığına inanmak için de hiçbir sebep yok. Ben şahsen pek çok ortamda Türk kadınlarıyla bir araya geldim. Konuşmalarındaki sadelik, ifadelerindeki açıklık, düşüncelerindeki incelik, ses tonlarındaki zarafet ve davranışlarındaki seçkinlik beni her zaman için çok etkiledi.”
Bir Avrupalı kadın Miss Julie Pardoe’nün gözünden Osmanlı kadını ise şöyle:
“Avrupa’da çok sık karşılaşabileceğiniz, o insanda konuşmaya heves bırakmayan kayıtsızlığın ya da tepeden bakan soruşturmacı tavrın Türk hanımefendilerinde de olabileceğinden korkmanıza hiç gerek yoktur. Onlarda tam tersine insana hoşnutluk veren, yürekten gelen bir medenilik vardır. Bu memleketin bütün insanlarında görebileceğiniz sezgisel nezaketlerinden doğar bu halleri…”Osmanlı kadınının özgürlüğüne dikkat çeken Pardoe ise şaşkınlığını, “Hepimizin inanmaya yatkın olduğu üzere özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır, çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insanlar onlardır” sözleriyle dile getiriyor. (aa)
21. Nisan 2009: 11:23 #32663AnonimPasif@Asil 13267 wrote:
Buyrun bugün buldum :) İnşallah yayınlarsınız :)
_________________Haremde tutsak mı yoksa imparatorluğun en özgür insanları mı?
ANKARA – Amerikan asıllı Aslı Sancar’ın, “Osmanlı Kadını: Efsaneler ile Gerçekler” adlı kitabı, Kaynak Yayınları’ndan çıktı.
ABD’nin kitap oskarları sayılan Benjamin Franklin Ödülleri’nde 1800 yapıt arasından tarih alanında yayınlanmış “En İyi Eser” seçilen kitap, Osmanlı kadını hakkında 19. yüzyıldan itibaren oluşmuş, “fanteziye dayalı, olumsuz ve Oryantalist” görüşleri inceliyor.
Osmanlı coğrafyasında uzun süre yaşamış Lady Montague, Julia Pardoe ve Lucy Garnett gibi Batılıların yazdıklarından alıntılar da yapılan kitapta, Osmanlı kadınının “Oryantalist kaynaklarda gösterildiği gibi pasif, zayıf, Harem’de tutsak, sadece bir zevk aracı değil, aksine aktif, güçlü ve toplumda çok önemli yere sahip bir kadın olduğu” anlatılıyor. Osmanlı kadınının Harem’de hiçbir hakka sahip olmayan bir “köle” gibi sunulduğu Batılı tasvirler, Osmanlı sicil defterlerinden belgelerle çürütülüyor.
Kitabın en ilgi çekici noktası ise Osmanlı kadınlarının o dönem Avrupalı kadınlarda bile bulunmayan haklara sahip olduğunu gün ışığına çıkartıp hatırlatması…
-“EGZOTİK VE EZİLMİŞ KADIN” SUNUMU…-
33 yıldır Türkiye’de yaşayan ve adını değiştirerek Türk vatandaşı olmayı seçen Sancar, 1990’lı yıllarda Harem ile ilgili bir kitabın eline geçmesiyle bu konuya ilgisinin başladığını söyledi.
“Kitap çok güzeldi ama tam bir oryantalist bakış açısı vardı” diyen Sancar, bu görüşlerin doğru olup olmadığını merak ederek araştırmaya başladığını, Türkiye ve dünyadaki birçok kaynağı ulaşmaya çalıştığını anlattı.
Sancar, “Çoğunlukla Avrupa seyyahlarının yazıları var ama Batıda bu konuda bir boşluk olduğunu, kaynakların eksikliklerini gördüm. O nedenle İngilizce bir kaynak oluşturmaya karar verdim” dedi.
Kaynakları inceledikçe Osmanlı kadını hakkında bilmedikleri çok şey olduğunu gördüğünü ifade eden Sancar, yabancıların gözünden Osmanlı kadını hakkındaki “efsane ve gerçekleri” şöyle dile getirdi:“Genel olarak Oryantalist bilim adamlarının sunduğu yayınlar var. Osmanlı kadını egzotik ve ezilmiş olarak gösteriliyor. Bu konudaki benim görüşlerim de araştırmalarımla çok değişti. En önemlisi Osmanlı kadının haklarını öğrendim. 1882’ye kadar bir İngiliz evli kadının mal sahibi olma veya miras hakkı yok. Malları kocasına ait, kendi adına dava açamıyor. Boşanma hakkı yok, boşandığında çocukları kocaya veriyorlar.
Halbuki Osmanlı kadınının evlilikte kontrat yapma, istediği şartları koyma, boşanma hakkı var. Mal sahibi ve izni olmadan malları kullanılamıyor, mirasa sahip. Dava açabiliyor, küçük çocuklar anneye veriliyor. Bunların farkına vardım, bunlar benim için yeni bilgilerdi. Gördüm ki bildiğimiz efsane hakikatten gerçekten çok farklı…”
-OSMANLI KADININI TÜRKLER BİLE BİLMİYOR-
Sancar, bu konuyu Türkiye de bile birçok kişinin bilmediğine dikkati çekerek, “Kitaplarda bu konudan pek bahsedilmiyor ve Türkiye’deki kitaplar da yabancı kaynaklı olduğu için onlarda da bu konu geçmiyor. Halbuki Osmanlı kadınının o dönem çok önemli hakları var ve bunu kullanıyor. Bunun bilinmemesi üzücü” diye konuştu.
Aslı Sancar, Osmanlı kadınının toplum ve aile içinde çok itibarlı bir statüye sahip, zarafet ve estetik yönünün dikkat çekici olduğunu vurguladı.
-AVRUPALI KADINDAN DAHA MEDENİ…-
Kitapta, Osmanlı kadınının yaşadığı Harem’in, düşünülenin aksine, kadınların rahatça bulunduğu ve misafirlerini ağırladıkları, ailece güzel saatler geçirdikleri yer olduğu belirtiliyor.
Batılı seyyahlardan alıntılar yapılan kitapta, D’ohsson’un, Osmanlı kadını hakkında şu ifadeleri yer alıyor:
“Tabiat, Doğu’nun kadınına hem zarafet hem de cazibe bahşetmiş. Tavırları soylu ve zarif. Davranışları hoş, konuşması açık, saf ve incelikli. En azından Türk Haremleri’ne sıkça girip çıkmış Hristiyan kadınların hepsi bunda ittifak ediyor. Bunun böyle olmadığına inanmak için de hiçbir sebep yok. Ben şahsen pek çok ortamda Türk kadınlarıyla bir araya geldim. Konuşmalarındaki sadelik, ifadelerindeki açıklık, düşüncelerindeki incelik, ses tonlarındaki zarafet ve davranışlarındaki seçkinlik beni her zaman için çok etkiledi.”
Bir Avrupalı kadın Miss Julie Pardoe’nün gözünden Osmanlı kadını ise şöyle:
“Avrupa’da çok sık karşılaşabileceğiniz, o insanda konuşmaya heves bırakmayan kayıtsızlığın ya da tepeden bakan soruşturmacı tavrın Türk hanımefendilerinde de olabileceğinden korkmanıza hiç gerek yoktur. Onlarda tam tersine insana hoşnutluk veren, yürekten gelen bir medenilik vardır. Bu memleketin bütün insanlarında görebileceğiniz sezgisel nezaketlerinden doğar bu halleri…”Osmanlı kadınının özgürlüğüne dikkat çeken Pardoe ise şaşkınlığını, “Hepimizin inanmaya yatkın olduğu üzere özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır, çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insanlar onlardır” sözleriyle dile getiriyor. (aa)
Osmanlının bir torunu olmaktan çok büyük bir onur ve gurur duyuyorum. Osmanlı Devleti’nin kadına verdiği değeri anlamak için doğru kaynaklara bakmak gerekliyor gerçekten. Kendi atalarımıza saygısızlık ve iftira etmekten uzak kalabilmek için kaynak seçimimizi çok titizlikle yapmalıyız.
Mesela Osmanlı Devletinde Haremlik bilinir ama bir de Selamlığın olduğu hep göz ardı edilir. Haremlik Padişahın sadece hanımlarından oluşuyorsa Selamlık ne o zaman?
Sayın Asil’e bir Osmanlı torunu olarak bu yazısından ötürü teşekkür ediyorum.
Saygılar21. Nisan 2009: 11:25 #32664AnonimPasif@Asil 13267 wrote:
Buyrun bugün buldum :) İnşallah yayınlarsınız :)
_________________Haremde tutsak mı yoksa imparatorluğun en özgür insanları mı?
ANKARA – Amerikan asıllı Aslı Sancar’ın, “Osmanlı Kadını: Efsaneler ile Gerçekler” adlı kitabı, Kaynak Yayınları’ndan çıktı.
ABD’nin kitap oskarları sayılan Benjamin Franklin Ödülleri’nde 1800 yapıt arasından tarih alanında yayınlanmış “En İyi Eser” seçilen kitap, Osmanlı kadını hakkında 19. yüzyıldan itibaren oluşmuş, “fanteziye dayalı, olumsuz ve Oryantalist” görüşleri inceliyor.
Osmanlı coğrafyasında uzun süre yaşamış Lady Montague, Julia Pardoe ve Lucy Garnett gibi Batılıların yazdıklarından alıntılar da yapılan kitapta, Osmanlı kadınının “Oryantalist kaynaklarda gösterildiği gibi pasif, zayıf, Harem’de tutsak, sadece bir zevk aracı değil, aksine aktif, güçlü ve toplumda çok önemli yere sahip bir kadın olduğu” anlatılıyor. Osmanlı kadınının Harem’de hiçbir hakka sahip olmayan bir “köle” gibi sunulduğu Batılı tasvirler, Osmanlı sicil defterlerinden belgelerle çürütülüyor.
Kitabın en ilgi çekici noktası ise Osmanlı kadınlarının o dönem Avrupalı kadınlarda bile bulunmayan haklara sahip olduğunu gün ışığına çıkartıp hatırlatması…
-“EGZOTİK VE EZİLMİŞ KADIN” SUNUMU…-
33 yıldır Türkiye’de yaşayan ve adını değiştirerek Türk vatandaşı olmayı seçen Sancar, 1990’lı yıllarda Harem ile ilgili bir kitabın eline geçmesiyle bu konuya ilgisinin başladığını söyledi.
“Kitap çok güzeldi ama tam bir oryantalist bakış açısı vardı” diyen Sancar, bu görüşlerin doğru olup olmadığını merak ederek araştırmaya başladığını, Türkiye ve dünyadaki birçok kaynağı ulaşmaya çalıştığını anlattı.
Sancar, “Çoğunlukla Avrupa seyyahlarının yazıları var ama Batıda bu konuda bir boşluk olduğunu, kaynakların eksikliklerini gördüm. O nedenle İngilizce bir kaynak oluşturmaya karar verdim” dedi.
Kaynakları inceledikçe Osmanlı kadını hakkında bilmedikleri çok şey olduğunu gördüğünü ifade eden Sancar, yabancıların gözünden Osmanlı kadını hakkındaki “efsane ve gerçekleri” şöyle dile getirdi:“Genel olarak Oryantalist bilim adamlarının sunduğu yayınlar var. Osmanlı kadını egzotik ve ezilmiş olarak gösteriliyor. Bu konudaki benim görüşlerim de araştırmalarımla çok değişti. En önemlisi Osmanlı kadının haklarını öğrendim. 1882’ye kadar bir İngiliz evli kadının mal sahibi olma veya miras hakkı yok. Malları kocasına ait, kendi adına dava açamıyor. Boşanma hakkı yok, boşandığında çocukları kocaya veriyorlar.
Halbuki Osmanlı kadınının evlilikte kontrat yapma, istediği şartları koyma, boşanma hakkı var. Mal sahibi ve izni olmadan malları kullanılamıyor, mirasa sahip. Dava açabiliyor, küçük çocuklar anneye veriliyor. Bunların farkına vardım, bunlar benim için yeni bilgilerdi. Gördüm ki bildiğimiz efsane hakikatten gerçekten çok farklı…”
-OSMANLI KADININI TÜRKLER BİLE BİLMİYOR-
Sancar, bu konuyu Türkiye de bile birçok kişinin bilmediğine dikkati çekerek, “Kitaplarda bu konudan pek bahsedilmiyor ve Türkiye’deki kitaplar da yabancı kaynaklı olduğu için onlarda da bu konu geçmiyor. Halbuki Osmanlı kadınının o dönem çok önemli hakları var ve bunu kullanıyor. Bunun bilinmemesi üzücü” diye konuştu.
Aslı Sancar, Osmanlı kadınının toplum ve aile içinde çok itibarlı bir statüye sahip, zarafet ve estetik yönünün dikkat çekici olduğunu vurguladı.
-AVRUPALI KADINDAN DAHA MEDENİ…-
Kitapta, Osmanlı kadınının yaşadığı Harem’in, düşünülenin aksine, kadınların rahatça bulunduğu ve misafirlerini ağırladıkları, ailece güzel saatler geçirdikleri yer olduğu belirtiliyor.
Batılı seyyahlardan alıntılar yapılan kitapta, D’ohsson’un, Osmanlı kadını hakkında şu ifadeleri yer alıyor:
“Tabiat, Doğu’nun kadınına hem zarafet hem de cazibe bahşetmiş. Tavırları soylu ve zarif. Davranışları hoş, konuşması açık, saf ve incelikli. En azından Türk Haremleri’ne sıkça girip çıkmış Hristiyan kadınların hepsi bunda ittifak ediyor. Bunun böyle olmadığına inanmak için de hiçbir sebep yok. Ben şahsen pek çok ortamda Türk kadınlarıyla bir araya geldim. Konuşmalarındaki sadelik, ifadelerindeki açıklık, düşüncelerindeki incelik, ses tonlarındaki zarafet ve davranışlarındaki seçkinlik beni her zaman için çok etkiledi.”
Bir Avrupalı kadın Miss Julie Pardoe’nün gözünden Osmanlı kadını ise şöyle:
“Avrupa’da çok sık karşılaşabileceğiniz, o insanda konuşmaya heves bırakmayan kayıtsızlığın ya da tepeden bakan soruşturmacı tavrın Türk hanımefendilerinde de olabileceğinden korkmanıza hiç gerek yoktur. Onlarda tam tersine insana hoşnutluk veren, yürekten gelen bir medenilik vardır. Bu memleketin bütün insanlarında görebileceğiniz sezgisel nezaketlerinden doğar bu halleri…”Osmanlı kadınının özgürlüğüne dikkat çeken Pardoe ise şaşkınlığını, “Hepimizin inanmaya yatkın olduğu üzere özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır, çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insanlar onlardır” sözleriyle dile getiriyor. (aa)
Osmanlının bir torunu olmaktan çok büyük bir onur ve gurur duyuyorum. Osmanlı Devleti’nin kadına verdiği değeri anlamak için doğru kaynaklara bakmak gerekliyor gerçekten. Kendi atalarımıza saygısızlık ve iftira etmekten uzak kalabilmek için kaynak seçimimizi çok titizlikle yapmalıyız.
Mesela Osmanlı Devletinde Haremlik bilinir ama bir de Selamlığın olduğu hep göz ardı edilir. Haremlik Padişahın sadece hanımlarından oluşuyorsa Selamlık ne o zaman?
Sayın Asil’e bir Osmanlı torunu olarak bu yazısından ötürü teşekkür ediyorum.
Saygılar…22. Nisan 2009: 21:49 #32677AnonimPasifOsmanlı bitti geride kaldı,Türk milletinin tarihinde önemli yer edinen bir imparatorluk olsa da artık Osmanlıyı konusmanın manası yok.Bizim bir Atatürkümüz var,Bütün hurafeleri başımızdan attı. Artık Cumhuriyetiz biz. Ne mutlu bize, Lakin bugün bile kötü günler geçiriyoruz ama dünya hali.
23. Nisan 2009: 15:29 #32681AnonimPasifSayın Asil, Evangelistin eklediği yazının tarafsız olmadığından yakınmışsınız fakat sizin eklediğiniz yazıya baktığımızda da tarafsızlığın ”t” sinden bile bahsetmek pek mümkün değil.
”Kadın köle” anlamına gelen cariyeleri bir özgürlük timsali sunmanızı pek gerçekci bulmadım açıkcası…
Milli hassasiyetleriniz sebebi ile Osmanlıya yönelik bir eleştiriyi kaldıramamanızı anlayışla karşılıyorum.
Ancak Osmanlı ilk okul kitaplarında anlatıldığı gibi bir cennet hiç bir zaman olmamıştır.
Hem kadınlar hemde Müslüman olmayan unsurlar için…10. Mayıs 2009: 9:33 #32771AnonimPasifHappy kardeşim iyi güzel dedin de bu konuyu ben açmadım. Belli ki bazı kardeşlerimiz konuşma taraftarı.Bu yüzden konuşuyoruz.
Barış Bostancı kardeşim benim yazımda ne var ki? ilk mesajlarımda zaten osmanlıda kadının halini anlatan pek birşey yok bu durumda o yazılarıma birşey demediğinizi düşünerek son yazıma dediğinizi düşünüyorum.
Şimdi kitabın içeriğini,kaynaklarını bilmeden tarafsız değil nasıl dersiniz? Kitap mağazalara dağıtılmadığı için bir türlü elime geçiremedim ama inşallah alıcam yakında o zaman arzu ederseniz sizlerle de paylaşırım içeriğini. O zaman bakarız tarafsız mı tarafsız değil mi.
Lakin yanlış olduğunu düşündüğünüz kısımları yazarsanız daha açık olacak böylece bir yanlış anlama ya da yanlış bilgi varsa düzelecektir :)
Bu arada bu kitabı yazan hanımefendi bir ABD lidir.Daha doğrusu eski bir ABD li mi deyim bilmiyorum. TC vatanadşlığı var diye biliyorum ama çift pasaportda olabilir neyse. Zaten ismi sonradan almış.Neyse yazıdan açıkca belli,Aslı sancar diye aratırsanız bilgi çıkacaktır.
saygılar.
not: kadın köleler batıda ki kadın kölelerden daha özgürdü beyfendi,garanti veriyorum. :) Lakin fazla bilgi veremeyeceğim zira yönetim izin vermeyecektir.
25. Mayıs 2009: 8:23 #32894AnonimPasif@Asil 13522 wrote:
Happy kardeşim iyi güzel dedin de bu konuyu ben açmadım. Belli ki bazı kardeşlerimiz konuşma taraftarı.Bu yüzden konuşuyoruz.
Barış Bostancı kardeşim benim yazımda ne var ki? ilk mesajlarımda zaten osmanlıda kadının halini anlatan pek birşey yok bu durumda o yazılarıma birşey demediğinizi düşünerek son yazıma dediğinizi düşünüyorum.
Şimdi kitabın içeriğini,kaynaklarını bilmeden tarafsız değil nasıl dersiniz? Kitap mağazalara dağıtılmadığı için bir türlü elime geçiremedim ama inşallah alıcam yakında o zaman arzu ederseniz sizlerle de paylaşırım içeriğini. O zaman bakarız tarafsız mı tarafsız değil mi.
Lakin yanlış olduğunu düşündüğünüz kısımları yazarsanız daha açık olacak böylece bir yanlış anlama ya da yanlış bilgi varsa düzelecektir :)
Bu arada bu kitabı yazan hanımefendi bir ABD lidir.Daha doğrusu eski bir ABD li mi deyim bilmiyorum. TC vatanadşlığı var diye biliyorum ama çift pasaportda olabilir neyse. Zaten ismi sonradan almış.Neyse yazıdan açıkca belli,Aslı sancar diye aratırsanız bilgi çıkacaktır.
saygılar.
not: kadın köleler batıda ki kadın kölelerden daha özgürdü beyfendi,garanti veriyorum. :) Lakin fazla bilgi veremeyeceğim zira yönetim izin vermeyecektir.
slm arkadaşım dediklerinde şu noktayı düşündümü osmanlıda haremde yüzlerce kadın emirle hareket eden herşeyleri kontrol altında olan izinsiz nefes bile almayan kadınların sence köle değilde neydi
valrlığın ve o dönemin lüksünde emirle yaşayan aldıkları nefesin bile hesabını birlerine veren bu hanımların vasfı neydi acaba?
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.