Kanın sesi ancak adaletle susar
- Bu konu 3 izleyen ve 88 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
1. Nisan 2008: 10:41 #28531AnonimPasif
Halaskargazi Caddesi’nden hareket eden cenaze korteji, Elmadağ-Taksim-Tarlabaşı-Tepebaşı-Unkapanı-Aksaray-Kumkapı güzergahını izleyerek Kumkapı’daki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Patriklik Kilisesi’ne ulaştı.
PATRİKLİK BİNASI ÖNÜNDE TÖREN
Patriklik binasının önündeki törenden bir kesit
Hrant Dink’in naaşının bulunduğu tabut, kilisedeki törenden sonra, Patriklik binasının girişine getirildi. New York Başepiskoposu Khajag Barsamian, burada Tüm Ermeniler Katolikosu II. Karekin Hazretlerinin, Patrik Hazretlerine yazdığı taziye mektubunu okudu. Tören “Hokvots” ve hep birlikte söylenen Rabb’in Duası ile son buldu.BALIKLI ERMENİ MEZARLIĞI’NDA TÖREN
Hrant Dink’in naaşının bulunduğu tabut, daha sonra Balıklı’daki Ermeni Mezarlığı’na götürüldü. Mezarlıktaki töreni Almanya Ermenileri Ruhani Önderi Başepiskopos Karekin Bekçiyan yönetti. Hrant Dink’in naaşı buradaki aile kabristanında toprağa verildi. Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vaizi Krikor Ağababoğlu merhumun kabri başında Türkçe bir konuşma yaptı.
Hrant Dink toprağa verilirkenBEZCİYAN SALONU’NDA KAHVE
Cenaze törenine katılanlar, mezarlıktan sonra Kumkapı Patriklik Merkez Kilisesi’nin Bezciyan Salonu’na döndüler. Konuklara burada kahve ve irmik helvası ikram edildi.1. Nisan 2008: 10:44 #28532AnonimPasifAyşe ÖNAL – 27.01.2007
Arkadaşımın Hrant Dink’in cinayetinden sonra yine şu ülkenin müthiş yorumcuları ile bir kez daha aykırı düştüm. Derin devlet cinayeti diyenlerle.. Hrant’ın cenazesinde Rahip Kirkor sormuştu; Sizce Hrant öldü mü? Kalbinizden gelen cevabı biliyorsunuz. Tekrarlamıyorum.
Şimdi ben soruyorum; sizce Hrant’ı derin devlet mi öldürdü? Bence hayır. Bence Hrant’ı şeffaf şebeke öldürdü. Hatta o kadar kamu vicdanını zedeleyerek öldürdük ki, Hrant’ın cenazesinde toplanan yüz binler bile artık yuuuh dedi. Hrant’ın öldürüleceğinden bu ülkenin bütün kurumlarının haberi vardı. 2004 Şubat’ında Agos’un kaldırımında noktalanan şeffaf cinayet 2007 Ocak’ında gerçekleştiğinde kimse ‘aaa Hrant öldürülmüş’ diyemedi. Hiç değilse bunu söyleyemediler. Çünkü Hrant’ın öldürüleceğini nasıl utanıyor olursam olayım hepimiz biliyorduk. Kimin öldüreceğini de biliyorduk. Şimdi hepimizin başı önde, utanıyoruz, Hrant öldürülmüşken yaşıyor olmaktan ötürü..
Şöyle bir ülke hayal edebiliyor musunuz? 2004 Şubat’ında başlayan ‘seni öldüreceğiz’ hareketi 2007’de noktalanırken hálá, cinayeti kim işledi, diye sormak bana yavuklusuna kaçmış kıza koca aramaya benziyor.
Hrant Dink cinayetinde uzman oldukları düşünülen bir avuç adamı TV’de bir programa davet ettiler. Konuşmaları bir uğultuya benzeyen ahmak şöhret sızıntıları Hrant’ı ülkemizi bölmek isteyen Avrupalıların ve ABD’lilerin öldürdüğünü söylüyorlardı. Utanmadan, edepsizce ve vicdanlarında yalancılığın, iftiranın en küçük bir yarasını taşımadan öylesine fütursuzca..
Bir test yaptım onlara. Ağca’nın Papa’yı niye vurduğunu ve kimin aracılığı ile vurduğunu biliyorlar mıydı? Hayır? Türkiye’de komünizmi çökertmek için genç üniversite öğrencilerinin katili Ağca’nın dünyada komünizmi çökerten Polonyalı Papa’yı eline yüzüne bulaştırarak öldürmeye çalıştığını hiçbiri bilmiyordu. Ama bu cehalet bu utanmazlıkla bir TV programına çıkmayı kabul etmişlerdi. Biz bu konuda bilgi sahibi değiliz, toplumu yanıltmaya haddimiz yok dememişlerdi.
Rahip Santoro’nun katilinin babası anlatıyor: ‘Oğlumuz cezaevi açık görüşünde Rahip Santoro’nun yerine gelecek olan rahibi de (tabiî ki katil rahip demiyor, hakaret olsun diye papaz diye konuşuyor) sen vur. Gel, ben burada senin çamaşırlarını yıkarım. İkimiz burada büyürüz. Olur biter.’
Ben değil, Santoro’nun katili Oğuzhan’ın babası anlatmaya devam ediyor: Kız kardeşlerini başları açık olduğu için sevmiyor. ‘Başlarınız açık yanıma gelmeyin’ diyordu. Hitleri çok seviyordu. (Çok normal minyatür katillerin makro katilleri sevmesinde bir tuhaflık yok) Birkaç kere Hitler selamı verdi. (Çok milliyetçi arkadaşların telif hakkı kullanmadan bu Hitler düşkünlüğü tabiî ki göz yaşartıcı. Bir ülkenin milliyetçilerini düşünün ki o kadar akılsızlar ki kendi söyleyecekleri bir şey olmadığı için milliyetçiliği bile batıdan çalıyorlar. Bir felsefe için beyin lazım çünkü)
Hitler’in CD’sini buldu, bana da seyrettirdi. (Baba oğul Hitler seyrediyorlar. Allah Allah bu çocuklar nasıl katil oluyor değil mi?) Hitler’i Yahudiler’i öldürdüğü için çok takdir ettiğini belirtti. Yahudiler’in insanlara özellikle de Müslümanlar’a çok kötülükler ettiğinden sürekli bahsederdi.’
Gerisini yazamıyorum midem kaldırmıyor. Sadece altını çizmek istiyorum. Rahip Santoro cinayetine bakmazsanız Hrant’ı göremezsiniz. Sahiden görmek istiyorsanız biraz geriye dönmek zorundasınız.
1. Nisan 2008: 10:45 #28533AnonimPasifCan Dündar – 28.01.2007
Reşat Altay’ın yazılmamış anıları
Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay merkeze alındı dün…
Malumunuz, Altay, sürekli linç, suikast, cinayet haberleriyle gündeme gelen Trabzon’daki güvenlik zaafını izah ederken, suçu reform yasalarına atmış, “Avrupa Birliği uyum kanunları istihbaratı zayıflattı” demişti.
Demokratikleşme hevesi Emniyet’te zaaf yaratmasa, polisin elinde yetki olsa, hiç bunlar başa gelir miydi?
Dilerim Altay, Trabzon’daki ağır mesai günlerinden sonra Ankara’da boş vakit bulur; anılarını yazar.
Biz de Türkiye’nin son 30 yılının hikâyesini onun kaleminden okuruz; okudukça sürekli baş sayfaya dönen kanlı bir tarih kitabı gibi…
***
Mesela o kitap 30 yıl öncesinden bir sahneyle başlayabilir:
16 Mart 1978 Perşembe günü…
Öğleyin…
İstanbul Üniversitesi çıkışında 100 kişilik öğrenci grubunun üzerine bomba atılıyor.
7 ölü, 47 yaralı var.
Esmer, kısa boylu, hırkalı bombacı, TNT’yi solcu grubun üzerine atıp üniversitenin merdivenlerinden kaçmaya başlıyor. Öğrenciler kaçışırken Beyazıt Kütüphanesi önünden de otomatik silahlarla yaylım ateşi açılıyor.
Gençler de polis de yere kapaklanıyor.
Ayağa kalktıklarında polis ateş açan saldırganları takip için fırlıyor.
Arkadan bir ses:
“Geri dönün” diye bağırıyor.
Polis geri dönüyor. Katiller kaçıyor.
Geri dönen polislerden biri Yahya Gergin…
Olayın ayrıntılarını yıllar sonra 32. Gün’den Rıdvan Akar’a anlatıyor. Meğer normalde 30-40 polisin görev yaptığı kapıda o gün sadece 9 polis görevlendirilmiş. Failleri kovalarken kendilerine “Geri dönün” diye bağıran amiri de merak edip araştırmış.
O komiser yardımcısının adı Reşat Altay’mış.
***
Belki o günü yazar Altay anılarında…
Sonra bandı 14 yıl ileri sarar:
Nisan 1992…
Çiftehavuzlar’da bir örgüt evi… 3 Dev-Sol militanı kıstırılıyor. İstense beklenip teslime zorlanabilirler. Ama hayır; polis evi basıyor ve 3’ünü de öldürüyor.
Bu yargısız infazın ardından 22 polis hakkında “kasten adam öldürmek” suçlamasıyla dava açılıyor.
Daha sonra “Zor kullanma yetkilerini kullanmışlardır” diye beraat eden sanıklar içinde ileride Susurluk davasında tanıyacağımız isimler var:
İbrahim Şahin gibi… Ayhan Çarkın gibi…
Tanıdık bir polis daha var:
Reşat Altay.
***
Ne kadar renkli anılar bunlar…
4 yıl daha geçiyor… Sayfalar çevriliyor…
3 Kasım 1996…
Susurluk skandalı patlıyor. Kazada ölen Abdullah Çatlı’nın bütün ilişkileri ortaya seriliyor.
Çatlı’nın telefon kayıtları incelemeye alınıyor. Ve şaşırtıcı sonuç ortaya çıkıyor:
Kırmızı bültenle aranan Çatlı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şubesi’nin müdürüyle 5 kez telefonla görüşmüş.
Kim var şubenin başında?
Doğru tahmin ettiniz:
Reşat Altay…
***
Altay anılarını yazsa, bu ilişkileri anlatsa, bütün bunlara rağmen nasıl sürekli terfi edip Gaziantep’e, Bursa’ya, Trabzon’a emniyet müdürü olduğunu izah etse, biraz da Trabzon’daki örgütlenmelerden bahsetse iyi olmaz mı?
Türkiye’nin son 30 yılının hikâyesini onun kaleminden okurduk böylece; ilerledikçe hep baş sayfaya dönen kanlı bir tarih kitabı okur gibi…1. Nisan 2008: 10:47 #28534AnonimPasifO korkunç saldırıdan önceki hafta, evde eski anıları deşmişler Rakel ile Hrant Dink… Tanıştıkları yetimhane yıllarına gitmişler.
Eski fotoğrafları, mektupları ortaya dökmüşler; okumuş, gülüşmüşler.
Okudukları arasında Hrant’ın 2001’de, Hürriyet’in 14 Şubat Sevgililer Günü eki için yazdığı aşk mektubu da varmış.
Başlığı:
“Bedelin pahalıydı, ödedim.”
Mektubu bir kez daha okumuşlar.
Sitem etmiş Hrant:
“Bak ben sana neler yazmışım. Sen bana hiç aşk mektubu yazmadın.”
Rakel gülmüş:
“Niye mektup yazayım ki; hep yanındaydım senin; diyeceğimi sana söyledim.”
“…gözlerim yorulanda”
Hrant bir hafta sonra ebediyen ayrıldı yanından Rakel’in…
Rakel, acılar içinde kıvranırken, kalemi aldı eline, eşine hayattayken yazamadığı o mektubu yazdı.
Hrant “Ey sevgilim” diye seslenmişti kendisine…
O, “Ah sevgilim” diye cevap verdi.
“Gözlerim yorulanda…” diye vasiyet etmişti Hrant…
“Gözleri daha yorulmadan kanat açtırdılar göksel cennete…” diye yazdı Rakel…
“Bedelin pahalıydı” diye yazmıştı Hrant…
Rakel, gözü yaşlı on binlerin önünde okuduğu bu gecikmiş aşk mektubunda yanıtladı onu:
“Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim.
Bana da ağır oldu bedeli sevgilim.”
HRANT DİNK’İN MEKTUBUEy Sevgilim
Ey sevgilim, ey birtanem, ey ‘ben’tanem!
Aç gözlerimi hadi…
Ve anımsa.
Günlük ezberimizin bozulduğu, sıradan söylemlerimizin kekeleştiği ilk göz sevişmelerimizi anımsa.
Sınırlanmış yaşantımızı ilk yırtışımızı…
Dayatılanlara, sunulanlara yenik düşmüş bakışlarımızın ilk dirilişini, direnişini…
Tarih yaratıyordu artık o gözler… Anımsa.
Yüklüydük, gayrı insani yüklerin en ağırıyla…
Aşk bu, kolay mı öyle kapıp da kaçmak? Kolay mı öyle tarih yaratıp da zamanın insafına terketmek?
Sırtlayıp taşınması gerekirdi geleceğe… Beslenmesi gerekirdi.
Azalmanın değil çoğalmanın hücresiydi sırtladığımız… Bütün hallerimizin çekirdeğiydi.
Artık silahımız da oydu… Atom bombamız da.
Nice acılı ve zalim çalkantıların arasından hep onun sayesinde sıyrılacaktık.
Onu kaybetmemeliydik. O bizim tarihte ilk kurtarılacak ve hep kurtarılacak üretim aracımızdı.
Zamanla hesaplaşmamızda, didişmemizde, cebelleşmemizde tek kalemizdi. “Büyük dünya”ya karşı verdiğimiz mücadelede “Küçük dünyamız”dı, savunma alanımızdı, sığınağımızdı.
Ey sevgilim, ey aşkım!
Sen var ya sen, hep uğruna mücadele ettiğim barıştın, huzurdun.
Farklı olma hakkımın, eşit yaşama arzumun ve özgürlük sevdamın köküydün.
Sen benim sonradan kazandığım sosyal bir hak değil, insan olma temelimdin. Ta kendimdin, halimdin.
Sakındığımdın. Ödediğim bedellerin nimetiydin.
Hep yaşadığım ama hiç erişemediğimdin.
Sevgilim!
İnan ben seni onursuz hiçbir sevdayla aldatmadım.
Bedelin pahalıydı, ödedim… Ödeyeceğim.
Ve günün birinde sevgilim, gözlerim yorulanda…
Çağır çocukları yanına.
Aç gözlerimi son bir kez.
Onlara bebeklerimi göster ve de ki:
“Sizin babanız beni işte bunlarla sevdi.”RAKEL DİNK’İN MEKTUBU
Ah Sevgilim!
Çutağıma eş olmak bana verildi. Bugün çok acılı ve onurlu olarak buradayım. Ben, çocuklarım, ailem ve sizler, çok acılıyız. Bu sessiz sevgi biraz olsun bize güç katıyor, kederli bir sevinç yaşatıyor. İncil’den Yuhanna 15:13’te “Hiç kimsede, insanın dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur” der.
Sevgili dostlar, bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını, ailemizin büyüğünü, sizin kardeşinizi uğurluyoruz. Sağdakine, soldakine, öndekine, arkadakine rahatsızlık, saygısızlık vermeden, sloganlar atmadan, pankartlar açmadan, sessiz bir saygı yürüyüşü gerçekleştiriyoruz. Bugün sessizlikle büyük bir ses yükselteceğiz. Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır.
Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.
Kardeşlerim, onun doğruluğa olan sevgisi, şefaflığa olan sevgisi, dostuna olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü. Diyorlar ki “O büyük bir adamdı”. Size sorarım, o büyük mü doğdu? Hayır. O da bizim gibi doğdu. O gökten değildi, o da topraktandı. Bizim gibi çürüyen bir beden, fakat yaşayan ruhu, yaptığı iş, kullandığı üslup, gözlerindeki, yüreğindeki sevgi onu büyük yaptı.
İnsan kendiliğinden büyük olmaz. İnsanı yaptıkları büyük yapar. Evet, o büyük oldu. Çünkü büyük düşündü, büyük söyledi. Bugün buraya gelerek hepiniz büyük düşündünüz, sessizce büyük konuştunuz. Siz de büyüksünüz. Bugünle kalmayın, bu kadarla yetinmeyin.
O bugün Türkiye’de milat yaptı. Sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, onunla yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi.
Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek, Hrantlara inanarak olur. Nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşısındakini kendin gibi görerek, kendin gibi sayarak olur.
Ah kardeşler, Hisus’un yardımıyla ev cennetinden ayırdılar. Göksel ve ebedi cennete kanat açtırdılar. Gözleri daha yorulmadan, bedeni daha yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doymadan kanat açtırdılar göksel cennete. Biz de geleceğiz sevgilim. Biz de geleceğiz o eşsiz cennete. Oraya yalnız ve yalnız sevgi girer. İnsanların ve meleklerin dillerinden üstün olan, peygamberlikten üstün olan, bütün sırları bilmekten üstün olan, dağları yerinden oynatacak imandan üstün olan, varını yoğunu sadaka vermekten üstün olan, bedenini yakılmaya teslim etmekten üstün olan, yalnız ve yalnız sevgi girecek o cennete.
Orada gerçek sevgi ile bir arada ebedice yaşayacağız. Kimseyi kıskanmayan sevgi, kimsenin malında gözü olmayan sevgi, kimseyi öldürmeyen, kimseyi aşağılamayan sevgi, kardeşini kendinden üstün tutan sevgi, kendi hakkından vazgeçen sevgi, kin tutmayan sevgi, bağışlayan sevgi, kardeşinin hakkını savunan sevgi, Mesih’te bulunan sevgi, bize dökülmüş olan sevgi.
Yaptıklarını, konuştuklarını kim unutabilir sevgilim? Hangi karanlık unutturabilir sevgilim? Olmuşları, olanları kim unutturabilir? Korku unutturabilir mi sevgilim? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevkü sefası mı sevgilim? Yoksa ölüm mü unutturacak sevgilim? Hayır, hiçbir karanlık unutturamaz.
Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim. Bana da ağır oldu bedeli sevgilim. Bunları yazabilmeyi Hisus’a borçluyum sevgilim. Herkesin hakkını herkese geri verelim sevgilim.
Sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından, torunlarından ayrıldın, burada seni uğurlayanlardan ayrıldın. Kucağımdan ayrıldın. Ülkenden ayrılmadın.1. Nisan 2008: 10:51 #28535AnonimPasifBekir COŞKUN
bcoskun@hurriyet.com.trNe münasebet Ermeni’yiz?..
BUGÜNLERDE bir araya gelince “Ne münasebet Ermeni’yiz”i konuşuyoruz, hep bir ağızdan.
Hepimiz tek tek “dedelerimizin Yemen’de şehit olduğunu” anlatıyoruz birbirimize ve soruyoruz:
“Ne münasebet Ermeni’yiz?..”
Kimi milliyetçi kardeşlerimiz, boyunlarını ortaya doğru uzatıp kafalarının şeklini gösteriyorlar ve soruyorlar:
“Bu kafa ne?..”
“Kel kafa…”
“Hayır, milliyetçilik şekli olarak ne kafa?..”
“Türk kafa…”
“Eeee… Ne münasebet Ermeni’yiz?..”
Gemiyi kaçıran milliyetçi kardeşimiz, kafanın dışını değil içini de gösteriyor; bir vapur dolusu insanı süründürerek ve korkutarak “ne münasebet Ermeni’yiz?”i kanıtlamaya kalkıyor.
(Milliyetçi, ama ordudan atılmış bu…)
Ve futbol karşılaşmalarında açılan büyük büyük “Biz Ermeni değil Türk’üz” pankartları, güzelim kafalarımızın bir araya gelince daha çok çalıştığını kanıtlıyor.
Amigolar şöyle bağırdılar:
“Oturan Ermeni olsun…”
Herkes ayağa kalktı ve “Ermeni” olmaktan kurtuldular.
*
Sonuçta milliyetçi kızdı.
Bence dünyaya verilmek istenen barış, sevgi, hoşgörü mesajı işine gelmiyordur.
Belki de o sanıyor ki, “Hepimiz Ermeni’yiz” diyen yüz bin kişi bir anda “Ermeni” oldu.
Peki nasıl anlatmalı?..
Diyelim ki “Kafam kazan gibi oldu” dediğinizde kafanız kazan, “Kuş gibi uçtum” dediğinizde kuş, “Eşek gibi çalıştım” dediğinizde eşek mi oluyorsunuz?
Ya da; adam başı milyon kez “…doğruyum, çalışkanım” demekle “doğru, çalışkan” olunmadı da, bir kez “Ermeni’yiz” deyince mi “Ermeni” olundu?
Nasıl anlatmalı, nasıl?..
Bu sadece bir ifade biçimidir; acıdaki içtenliği, insani duyguları paylaşmaktaki samimiyeti anlatır…
Irkçılığa, kafatasçılığa tepkiyi…
“Önce insan” olmanın yüceliğini…
Yoksa…
Ne münasebet Ermeni’yiz?..
HÜRRİYET
1. Nisan 2008: 10:55 #28536AnonimPasifCAN DÜNDAR’INMİLLİYET’TEKİ YAZISIFotoğrafta gördüğünüz duvar, Kadıköy’deki Surp Takavor Kilisesi’nin duvarı…
Üzerinde gördüğünüz yazı, cumartesi gecesi yazılmış.
“Bir Hrant öldü, nice Hrant’lara… Geber pis Ermeni” yazıyor.
Aynı yazı, hemen yandaki bir işyerinin duvarında da var. Yanına yıldız-hilal çizilmiş.
Kilisedekilerin tedirginliğini herhalde tahmin edersiniz.
Dün sabah hem onlar hem işyeri sahipleri şikâyetçi olmuşlar. Tutanak tutulmuş. Duvardaki yazı hemen silinmiş. Yazıyı görüntüleyip basına vermek isteyenlere de polis engel olmuş.
Korkutucu ama gerçek:
Bu fotoğraf, bir 6-7 Eylül psikozunu ele veriyor.
Kışkırtıcılar, eserleriyle övünebilirler.Tahrikçiler sanık sandalyesine
Kim onlar?
Mesela üniversitedeki Ermeni konferansını “Bu, Türk milletini arkadan hançerlemek” diye yorumlayan Adalet Bakanı…
Mesela Apo’ya hakaret için “Ermeni dölü” tabirini seçen eski İçişleri Bakanı…
Mesela linç girişimini “Vatandaşımızın güzel tepkisi” diye yorumlayan İstanbul Emniyet Müdürü…
Makamına çağırıp ona gözdağı veren İstanbul Vali Yardımcısı…
Bilirkişi raporuna rağmen Hrant’ın “Türk’ten boşalacak zehirli kan” ifadesini düşmanca yorumlayarak onu yargılayanlar, mahkûm edenler…
Mahkemede onu taciz ve tehdit edenler… Katilin, ilham aldığını söylediği ırkçı internet siteleri…
Bu büyük koro, Hrant’ı sırtlanların içine atıp tribünde şahadet parmaklarıyla yeri göstererek yaratmışlardır kanlı sonucu…
Şimdi bunlardan bazılarının timsah gözyaşları, yangınımıza dökülen benzin damlaları gibi kabartıyor öfkemizi…
Hepsini Hrant’ın canına kıyanlarla birlikte sanık sandalyesinde görmek istiyoruz.
Tetikçinin yakalanması önemli, ama yetersizdir.
Devlet, dünya gözünde ve kendi yurttaşları nezdinde yerle bir olan itibarını düzeltmek istiyorsa daha çok şey yapmalıdır.
Cesur davranılırsa bu şerden bir hayır çıkarılabilir.
O hayır, Hrant’ın hep mücadelesini verdiği ve uğruna ölüme gittiği kardeşlik için seferber olmaktır.
Cenaze, bunun ilk adımıdır:
Bu ulusun bütünlüğünün simgesi olan Cumhurbaşkanı, mutlaka bu törende en önde yürümelidir.Hükümetin ve askeri erkanın en üst düzeyde temsili, Hrant’ı “1 milyon 500 bin 1’inci Ermeni kurban” olarak gören dünyaya ve “Oh olsun” diyenlere “Lanetliyoruz” mesajı verir.
Cinayetin ardındaki örgütü ortaya çıkarmak, Hrant’ı makamına çağırıp tehdit eden vali yardımcısını görevden almak elzemdir.
Faşist sitelerin kapatılması şarttır.
“Türklüğe hakaret” gibi “bölücü” bir tasnifle muhalefeti sindirme aracı haline gelen 301. madde derhal kaldırılmalıdır; tabii bütün 301 mağdurlarının bu vesileyle ortadan kaldırılması amaçlanmıyorsa…Cesur jestler zamanı
Bundan sonrası, yapıcı adımlardır. Türkiye mozaiğini koruma iştiyakını sergileyen cesur jestlere ihtiyaç var.
Keşke yarın gazeteler Agos’u ilave verse…
Radyolar Ermeni türküleri çalsa…
Fazıl Say, Hrant anısına bir “Ahdamar ağıtı” bestelese… Vurulduğu caddeye Hrant’ın adı verilse…
Ve Karabağ sorununun çözümü girişimleri hızlandırılıp Ermenistan’la sınır kapısını açacak diplomatik ilişkiler başlasa…
Hrant’ın ölümü, bir milat olsa…Milliyetçi dalga
Biliyorum ki, seçim arifesi zordur bu işler…
Mehmet Ağar’ın Güneydoğu çıkışları nedeniyle yüzde 3.5 puan kaybettiği anketlerde görülüyor.
Yükselen milliyetçi dalgaya karşı durmanın zorluğu ortada… Ama kör milliyetçiliği tırmandırmanın, linç kültürünü köpürtmenin ne dehşet sonuçlar doğurduğu ve sonunda Türkiye’yi vurduğu da ortada…
Tahrik demeçleri verenlerin, kaleminden kan dökenlerin, aklını başına alma zamanıdır.
Türkiye Hrant’ın ölümünden bu dersleri çıkarabilirse, onun idealleri üzerinden yeni bir başlangıç yapabilirse kendi yurttaşları ve dünya huzurunda başını kaldırabilir.
Kilise duvarını pisleyenlere verilecek en iyi cevap da budur.1. Nisan 2008: 11:02 #28538AnonimPasifRakel Dink: Ona “sus” desek yine öldürmüş olacaktık
10 Şubat 2007ANKA
Rakel Dink, eşi Hrant Dink’in sevgi ve kardeşliği savunduğunu, Türkiye’de kalarak çözümü Türkiye’de aradığını anlatırken şunları söyledi: “Dedi ki ‘ben nereye gitsem susmayacağım ki. Oturayım da konuşmayayım mı, ağzıma fermuar mı çekeyim.’ Ona sus desek gene öldürmüş olacaktık. Dolayısıyla o asla terk etmeyi düşünmedi bu ülkeyi.”
Rakel Dink, Şubat 2004’te Agos gazetesinde ve ardından diğer gazetelerde yayınlanan, Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu savındaki haberi anımsatarak, “Bir kere ümitsizliğe kapıldı. O da bu olayın başlangıcı. Sonra ümidimize tekrar sarıldık. O Sabiha Gökçen haberinden sonra çok büyük bir baskı hissettim onun üzerinde ben onu tabi bire bir yaşıyordum, yanındaydım” dedi.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından, eşi Rakel Dink’in ilk TV röportajı Kral TV’de yayınlandı. Gazeteci Ayşe Önal’ın sorularını yanıtlayan Rakel Dink, eşiyle arasındaki aşktan cenaze töreninde okuduğu mektup ve atılan sloganlara kadar düşüncelerini açıkladı.
KULAĞIMA FISILDAYARAK YAZDIRDI O SÖZLERİ
Rakel Dink, cenaze töreninde eşine hitaben yazdığı mektubu kaleme alabilmek için Tanrı’ya sığındığını anlattı. Hrant Dink’in insanların kardeşçe yaşamasını istediğini, kimsenin kendisini başkasından üstün görmemesini istediğini anlatan Rakel Dink, “Benim dimine, imanıma göre tıpkı İsa’nın görmek istediği gibi görüyordu” dedi. Dink şöyle devam etti:
“Onun için o mektubu da yazabilmek için benim iman ettiğim Tanrı’yla iletişime geçmem gerekiyordu. Hem ruhsal hem yaşamsal olarak etkili olmasını istedim yazacağım her kelimenin ve gerçekten sanki kulağıma fısıldayarak yazdırdı bana o sözleri. Ve sonra bakarken, tıpkı eşimin istediği ve kendisinin, tanrının da istediği gibi olduğunu gördüm. Bu bir mucizeydi benim için.”
CENAZE TÖRENİ VE HEPİMİZ ERMENİYİZ SLOGANI
Rakel Dink, cenaze törenine katılanların, Dink’i sevenlerin acılarını paylaştığını belirterek, “hem onurlandık hem onlara minnettar olduk” dedi. “Orada bence bir isyandı kişilerin oraya toplanması” diye konuşan Dink, törenin ailenin istediği gibi sessizlikle bitirilmesinden mutluluğunu dile getirdi ve törenin bu şekilde olmasının Türkiye için mucize olduğunu söyledi. Rakel Dink, tartışmalara neden olan “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla ilgili düşüncelerini ve değişim isteğini şöyle anlattı:
“Bir acımızı paylaşmaktı onların yaptığı, hem onurlandık hem onlara minnettar olduk, acımızı paylaştılar. Onca sene hepimiz okulda Türk’üm doğruyum diye okuduk Türk mü oldum, kişi ne doğuyorsa odur kimse seçmiyor ki milliyetini. Bunları düşünemeyen bir insanı ben anlamıyorum.
Neticede sen insansan o da senin insan kardeşin. Senin sahip olduğun tüm haklara o da sahip. Onu farklı görmek komik geliyor bana.
Herkes ben kavgasında. Kendileri aşağılayan oldu mu, onu aşağılama olarak algılamıyorlar.
BİR EVDE ÇOCUKLARI AYIRAMAZSINIZ
Bir evin içinde üç çocuğun varsa onu ondan ayırt edersen o evde huzur olur mu. Devlet de bu gözle bakmalı, evin içindeki çocuklarını ayırt etmemeli. Birine az hak, öbürüne çok hak, birine hakaret etme hakkı, birine sus demek haksızlık. Ve o ülke huzurlu olmaz, temel bozulur.
ÖNCE BAŞTAKİLERİN SÖYLEMİ DEĞİŞMELİ
O küçük çocukları büyütürken engelleyen karanlığı, o çocuklara doğru eğitim vermekten alıkoyan karanlık güçleri kaldırmamız lazım beynimizden ve yaşantımızdan ki çocukları doğru eğitelim, dürüst eğitelim. Düşmanlık tohumlarının kaldırılması gerekir yoksa asla değişmez. Önce çocukların eğitiminden ama en önce en baştakilerin söylemleri değişmeli çünkü onların söylemleri çocukları eğitenleri de etkiliyor. Ve sonuçta onların yetişmesi üsttekilerin istediği gibi oluyor, diye düşünüyorum.”
EMNİYET VAR YÜREĞİMİZDE
Rakel Dink, ailesinin Türkiye’de yaşama düşüncesinden henüz vazgeçmediğini bu konuda karar vermek için soruşturmanın tamamlanmasını beklediklerini söyledi. Eşi Hrant Dink gibi, Türkiye’nin problemlerinin Türkiye’de çözülmesi gerektiğini savunduğunu belirten Rakel Dink, soruşturmayla ilgili, “Güveniyoruz. Şimdilik bize güven veriyorlar, çözüleceğine ve karanlık güçlerin üzerine gidileceğine dair. Emniyet var yüreğimizde. Dileriz hayal kırıklığına uğramayız” diye konuştu.
BİR KERE ÜMİTSİZLİĞE KAPILDI O DA OLAYIN BAŞLANGICI
Rakel Dink, eşi Agos’u kurduğu zaman bir gün ailenin bu denli üzülmesine neden olacak bir olayı düşüp düşünmediği yönündeki soruya, “Son son bazen düşünüyordum” diye yanıt verdi. Eşinin de kendisinin de isim koyamasalar da büyük üzüntüye neden olacak bir sonu düşündüklerini ifade eden Rakel Dink, “Ama sevinçliydik. İnsanlar emelleri için çalışmasa bir emekte bulunmasa o emele nasıl ulaşabilirler” dedi. Dink şöyle devam etti:
“Konuşmalar oldu ama dedi ki ‘ben nereye gitsem ben susmayacağım ki’ dedi. ‘Oturayım konuşmayayım mı ağzıma fermuar mı çekeyim’ dedi. Ona sus desek gene öldürmüş olacaktık. Dolayısıyla o asla terk etmeyi düşünmedi bu ülkeyi. Bir kere ümitsizliğe kapıldı o da bu olayın başlangıcı ama sonra ümidimize tekrar sarıldık. O Sabiha Gökçen haberinden sonra çok büyük bir baskı hissettim onun üzerinde ben onu tabi birebir yaşıyordum, yanındaydım. O gün çok kötü görmüştüm onu. Ama gene duayla güçlendik. Çünkü doğaüstü bir güce ihtiyacımız vardı olanların üstesinden gelebilmek için. Tekrar umutlarımıza sarıldık. Yok, bu ülke değişmeli çünkü istiyorduk. Ümit de bağlamasak nasıl yaşayacağız?”
DİNKLERİN AŞKI
Rakel Dink, eşiyle sekiz dokuz yaşından beri tanıştığını, yatılı okul günlerini ve aşklarını da anlattı. “Bana çok aşıktı keşke kendi ağzından dinleseydiniz” diyen Rakel Dink, yatılı okulda yaşı büyük öğrencilerin küçüklere yardımcı olduğunu Hrant Dink’in de kendisine Türkçe ve Ermenice öğrenmede yardım ettiğini söyledi. Rakel Dink, aşklarının nasıl başladığını şöyle dile getirdi:
“Zaman geçti ve Hrant artık saz çalar, resimlerimi göğsüne koyar? Dillere düştük. Romeo ve Juliet gibi, o Romeo. Çocukların diline düştük. Ben kızıyordum o zaman, anlattığı zaman ben ağlardım ki ben çok acı çektirdim ona bu konuda. Ben onu üzdüm ama o hiçbir zaman beni üzdün demedi. Çok sevdi. İşte sevgi böyledir, karşılık beklemeden.
Hem sesiyle hem sözüyle hem kollarıyla sevgisini paylaşırdı. Hem de kalemiyle ve tüm davranışlarıyla.”BENİM GÜVERCİNİMİ YUVASINDAN AYIRDILAR SİZ AYIRMAYIN
Rakel Dink, cenaze töreninden sonraki gün Agos Gazetesi’nden bir telefon geldiğini, gazete çalışanlarının pencereden giren bir güvercin için yardım istediğini de anlattı. Çalışanlara, “Serbest bırakın ki yuvasına uçsun gitsin. Benim Güvercinimi yuvasından ayırdılar, siz ayırmayın” dediğini ancak güvercinin bir türlü gitmediğini söyleyen Dink, “Bir haftadan fazla orda kaldı. Hepsinin tepesinde gözetmenlik eder gibi gezmiş. Çok duygulandık. ‘Tanrı size mesaj göndermek istiyor’ dedim” diye konuştu.
1. Nisan 2008: 11:13 #28539AnonimPasifHrant Dink iddianamesi mahkemeden döndü
Ayşegül USTA/İSTANBUL
[IMG]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/arsivimage.aspx?picid=3288986[/IMG]Hrant Dink’in ölümüne ilişkin hazırlanan iddianame mahkeme tarafından reddedildi. İddianameyi reddeden İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, 2 sayfadan oluşan ret kararına gerekçe olarak, savcılığın “şüphelilerin terör örgütü kurduklarına ve bu örgüte üye olduklarına dair yeterli delillendirme yapma-masını” gösterdi. Savcılığın mahkemenin ret kararına itiraz edeceği, itirazın İstanbul 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından değerlendirileceği belirtildi.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak’da gazetenin önünde öldürülmesinin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. Yaklaşık 3.5 ay süren soruşturmayı tamamlayan Cumhuriyet Savcıları Selim Berna Altay ve Fikret Seçen tarafından, 12’si tutuklu 18 şüpheli hakkında “terör örgütü kurdukları ve yönettikleri” gerekçesi ile 37 sayfadan oluşan iddianame hazırladı.
İddianamede Erhan Tuncel’in, Hrant Dink’in öldürülmesine azmettirmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak, patlayıcı madde imal etmek, patlayıcı madde atmak, mala zarar vermek, 6 kişinin yaralanmasına neden olmak suçlarından 22.5 ile 48 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması isteniyor.
Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürmeye azmettirmek suçundan müebbet hapis, silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak, Ferit Orhan Pamuk’u tehdit etmek ve ruhsatsız silah bulundurmak suçlarından 18 ile 30 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması öngörüldü.
O.S.’nin ise yaşının 18’den küçük olduğu dikkate alınarak Hrant Dink’i öldürmek suçundan 18 ile 24 yıl arasında hapis cezasına, terör örgütüne üye olmak ve ruhsatsız silah taşımak suçlarından da 8.5 ile 18 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması isteniyor.
Mustafa Öztürk, Tuncay Uzundal, Zeynel Abidin Yavuz, Ahmet İskender ve Ersin Yolcu’nun Hrant Dink’in öldürülmesi eylemine yardım etmek, terör örgütüne üye olmak suçlarından 22.5 ile 35 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması istenen iddianamede, Yaşan Cihan ile Halis Egemen’in de terör örgütüne yardım etmek suçundan 7.5 ile 15 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması talep edildi.
İddianamede, Salih Hacısalihoğlu, Alper Esirgemez, İrfan Özkan, Osman Alpay, Erbil Susaman, Numan Şişman, Şenol Akduman ve Veysel Toprak’ın da terör örgütüne yardım etmek, ruhsatsız silah taşımak ve suçlu gizlemek suçlarından 7.5 ile 16 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmaları isteniyor.
Hurriyet
1. Nisan 2008: 11:15 #28540AnonimPasifDink iddianamesi tekrar mahkemede
A.A
01 May 2007Dink Cinayeti soruşturmasında İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, savcılığın itirazını kabul etti ve iddianameyi 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi
Soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcıları Selim Berna Altay ile Fikret Seçen tarafından hazırlanan iddianamenin, 14. Ağır Ceza Mahkemesince “terör örgütü belirtilmediği” gerekçesiyle kabul edilmeyerek geri gönderilmesi üzerine, cumhuriyet savcıları tarafından yapılan itiraz, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde görüşüldü.
Savcılığın, “Kanunlara göre, terör örgütü adı belirtilmeden terör örgütü olduğu ifade edilebilir” yönündeki itirazı üzerine mahkeme, itirazın kabulüne karar verdi. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, kabulüne karar verdiği iddianameyi, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.İDDİANAMENİN CEZA BÖLÜMÜ
Erhan Tuncel’in “Hrant Dink’in öldürülmesine azmettirmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması istenen iddianamede, Tuncel’in, “silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak”, “patlayıcı madde imal etmek”, “patlayıcı madde atmak”, “mala zarar vermek”, “6 kişinin yaralanmasına neden olmak” suçlarından da ayrıca 22.5 ile 48 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması isteniyordu.
Yasin Hayal’in de “Hrant Dink’i öldürmeye azmettirmek” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılması talep edilen iddianamede, Hayal’in “silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak”, “Ferit Orhan Pamuk’u tehdit etmek” ve “ruhsatsız silah bulundurmak” suçlarından da 18 ile 30 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması öngörülüyordu.
O.S’nin de “Hrant Dink’i öldürmek” suçundan, yaşının 18’den küçük olduğu da dikkate alınarak 18 ile 24 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması istenen iddianamede, O.S’nin, “terör örgütüne üye olmak” ve “ruhsatsız silah taşımak” suçlarından da 8.5 ile 18 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması isteniyordu.
Mustafa Öztürk, Tuncay Uzundal, Zeynel Abidin Yavuz, Ahmet İskender ve Ersin Yolcu’nun “Hrant Dink’in öldürülmesi eylemine yardım etmek” ile “terör örgütüne üye olmak” suçlarından 22.5 ile 35 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması istenen iddianamede, Yaşar Cihan ile Halis Egemen’in de “terör örgütüne yardım etmek” suçundan 7.5 ile 15 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması talep ediliyordu.
İddianamede, Salih Hacısalihoğlu, Alper Esirgemez, İrfan Özkan, Osman Alpay, Erbil Susaman, Numan Şişman, Şenol Akduman ve Veysel Toprak’ın da “terör örgütüne yardım etmek”, “ruhsatsız silah taşımak” ve “suçlu gizlemek” suçlarından 7.5 ile 16 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmaları isteniyordu.1. Nisan 2008: 11:17 #28541AnonimPasifİLK DURUŞMASI 2 TEMMUZ’DA ‘KAPALI’ YAPILACAK OLAN HRANT DİNK DAVASINDA ‘Devlet sırrı kayıtları’na imha
‘Haberler > Güncel > İLK DURUŞMASI 2 TEMMUZ’DA ‘KAPALI’ YAPILACAK OLAN HRANT DİNK DAVASINDA ‘Devlet sırrı kayıtları’na imha – 1/1. sayfa’; Kaynak: Birgün
Yer: Türkiye
Tarih: 8.5.2007
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianamenin kabulünün ardından tensip tutanağını hazırladı. Mahkemenin savcıların itirazı üzerine kabul ettiği iddianamede ise soruşturma sırasında elde edilen bazı delillerden devlet sırrı çıktığı, bu delillerin savcılık tarafından imha edildiği kaydedildi.İDDİANAMEDEKİ İTİRAF: İMHA ETTİK
İddianamenin devlet sırrına ilişkin bölümünde; Trabzon Emniyet Müdürlüğü nezdinde yapılmış olan istihbari nitelikli iletişim tespitleri sonucu elde edilen veriler ile İstihbarat Daire Başkanlığı nezdinde bulunan rapor ve kayıtların, ilgili kurumdan talep edilmek suretiyle evrak içerisine alındığı ve delil olarak değerlendirilmek üzere mahkemenin takdirine sunulduğu belirtilirken, bu istihbarat verileri içerisinde yer alan ve “soruşturmanın konusu dışında kalan, özel hayatın gizliliğine ve devletin güvenliğine ilişkin kayıtların” soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve Trabzon Emniyet Müdürlüğü tarafından imha edildiği bilgisine yer verildi.
İDEOLOJİK AMAÇ TESPİTİ YAPILDI
İddianamede sanıkların tüm eylemlerinin ideolojik amaçlar doğrultusunda, kendi sosyal ve siyasal dünya görüşleri dışında kalan görüşleri toptan reddederek cebir ve şiddet ile tepki göstererek bu tür görüş sahiplerini cezalandırmak, korku ve kaygı yaratmak amacını taşıdığı da ifade edildi.
İddianamede, Erhan Tuncel’in ‘Hrant Dink’in öldürülmesine azmettirmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması isteniyor. Tuncel için ayrıca ‘silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak’, ‘patlayıcı madde imal etmek’, ‘patlayıcı madde atmak’, ‘mala zarar vermek’ ve ‘6 kişinin yaralanmasına neden olmak’ suçlarından da 22.5 ile 48 yıl arasında hapis cezası isteniyor. Yasin Hayal’in de ‘Hrant Dink’i öldürmeye azmettirmek’ suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılması talep edilen iddianamede, O.S. için de ‘Hrant Dink’i öldürmek’ suçundan, yaşının 18’den küçük olduğu da dikkate alınarak 18 ile 24 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması isteniyor.
Nedir bu devlet sırrı?
“Yetkili bulunmayan kişilerce hakkında bilgi sahibi olunması halinde, Devletin güvenliği, millî varlığı, bütünlüğü, anayasal düzeni ve dış ilişkilerini tehlikeye düşürebilecek her türlü bilgi ve belgelerdir” diye tarif edilen Devlet Sırrı, ‘çok gizli’ ve ‘gizli’ ibareleriyle sınıflandırılıyor. Cumhurbaşkanlığı, Bakanlar Kurulu ve Bakanlıklar, Genelkurmay Başkanlığı, Millî Güvenlik Kurulu ve Genel Sekreterliği, Misyon Şefleri, Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı, kendi görev alanlarında Devlet sırrını belirleme yetkisine sahip. Gizlilik dereceleri veya süreleri bunları vermeye yetkili mercilerce veya üst mercilerince her zaman değiştirilebiliyor veya kaldırılabiliyor. Yargı organları, “çok gizli” veya “gizli” dereceli bilgi ve belgeler için bu bilgilerin yetkisiz kişilerce elde edilmesini engellemek için her türlü yetkiye sahip.AVUKAT ERDAL DOĞAN: Belki de en önemli delildi
İDDİANAMEde görüldüğü üzere bazı belgelerin “devlet sırrı” denilerek imha edilmiş olması, objektif kriterler olmadığı için, uygulamanın kendisini başlı başına soruşturmaya gölge düşürür hale getirmiştir. Adil yargılanma için soruşturmanın şeffaf olması önemlidir. Devlet sırrı denilen, öyle nitelendirilen konu belki de soruşturmanın biricik ve en önemli deliliydi. Bunu şu anda bilemiyoruz. İmha edilmiş bilginin geri dönüşü ve telafisi mümkün değildir. Dosyaya tekrar sokulması imkansız hale gelmiştir ki bu da soruşturmanın adil, etkin ve sonuç alıcı yürütülmediğinin göstergesidir. Çıkan iddianame müşteki avukatı olarak benim açımdan sürpriz olmamıştır. Böyle eksik ve yetersiz bir ididaname çıkacağını aylardan beri söylüyordum.
EMEKLİ DGM SAVCISI METE GÖKTÜRK:
Bilgiler istihbaratta vardır
İMHA edilen bilgiler ilgili istihbarat birimlerinde mutlaka vardır. Bunu açıkça iddianamede belirttiklerine göre gerçekten soruşturma ile ilgisi olmadığındandır diye düşünüyorum. Bilgiler İmha edildiğine göre yanlış sonuçlara varabiliriz. Devletin savcıları ilgili delilleri görmemişlerse nedir diye sormak da anlamlı değil. Bu olayla irtibatlı bilgiler ise, mutlaka dosyaya girmesi gerekir. Dosyaya ilgisiz evrakın girmesi de sık rastlanan bir durum değildir. Bu emniyetin ilgisiz evraklarının da dosyaya girmesinden kaynaklanmış olmalı diye düşünüyorum. Soruşturma ile en küçük ilgisi olan bilgi ve belgelerin de dosyaya girmesi gerekir ve böyle bir durumda devlet sırrından söze dilemez.1. Nisan 2008: 11:18 #28542AnonimPasifRakel Dink’ten Erdoğan’a mektup
“Sayın Başbakan, adaletin bu kadar yavaş işlemesi hayret verici”
Suikasta kurban giden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in ardından yaptığı veda konuşmasıyla milyonları duygulandıran eşi Rakel Dink, 18 Nisan 2007’de Başbakan Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazarak “adaletin yavaş ve güya ilerlemesinden” duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
Mektubunda “Bundan önceki üstü örtülmüş cinayetlere benzemesin ki Türkiye’ye biraz umut besleyebilelim” diyen Dink, Erdoğan’dan cinayetin daha detaylı soruşturulması için Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu görevlendirmesini istedi. Rakel Dink, “Sayın Başbakanım, sevgili eşimin öldürülmesinin bıraktığı derin acı sözle anlatılamaz ki anlatayım. Ancak Baba Allah’tan dileğim o ki siz ve arkadaşlarınız o anlayışa erişesiniz. Kutsal Ruh gece gündüz sizlere konuşsun ve yapmanız gerekenlerde, almanız gereken kararlarda size doğru yolu göstersin ve cesaretle doldursun ta ki gösterdiği çizgide kararlılık gösterebilesiniz” dedi. Dink ailesi yaklaşık bir ay önce gönderdikleri mektuba herhangi bir cevap alamadıklarını söyledi.
İşte o mektup…
Sayın Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN,
Eşim Hrant Dink’i katledilmesinin üzerinden üç ay geçmesine rağmen adaletin böylesine yavaş ve uyutmaya çalışırcasına, güya ilerlemekte görünmesi hayret verici. Cinayetten hemen sonra özellikle sizin gösterdiğiniz ilgi ve insani alakadan ve verdiğiniz demeçlerdeki kararlılıktan sonra bir an sandık ki bu devletin gidişatı değişti, devlet artık adaleti yerine oturtmaya kararlı… Öyle ya temel taşlardan biridir adalet. Adalet mülkün temeliyse, her yönüyle işlemeli; fark gözetmeden, insan ayırt etmeden…
Ayrıca sevgili eşim ne savaşta öldü ne çatışmada ne de çekişmede. Onu seçerek, bilerek, kasten ve arkadan vurarak öldürdüler. Devletin bakanı onu sağken hain ilan etmişti, öldürüldükten sonra da devletin askeri ve komutanı ona hala hain diyebiliyorlar (Giresun Jandarma Bölge Komutanı’nın 9 Nisan’da şehit cenazesinde yaptığı konuşma) ve katili yakalamakla görevli devletin polis ve jandarması cinayetin tetikçisiyle poster havasında hatıra fotoğrafı çekmek için birbiriyle yarışıyor, Türkiye bayrağı önünde poz veriyorlar. Bunun gibi söylemleri, davranışları engelleyebilecek cesaretiniz var mı? Bu söylemler değişmedikçe bebekleri katil olmaktan kurtaramayız. Bunlar şerefli ve onurlu bir devlete yakışmadığı gibi, o devletin başbakanı olarak devletin şerefini ve onurunu yükseltmek size ve arkadaşlarınıza düşmektedir. Bize vatandaşlar olarak hangi kapıyı çalmamızı önerirseniz lütfen bildirin. Kınama yayınlayan devletlere de hain diyorlar, yoksa Türkiye devleti; böylesi bir cinayeti kınamıyor da tasvip mi ediyor? Ben ve çocuklarım bilmek istiyoruz.
Bunları, soruşturmanın derinliğine göre biz de, Türkiye de görecektir. Bundan önceki üstü örtülmüş cinayetlere benzemesin ki Türkiye’ye biraz umut besleyebilelim. Son üç ayda yaşananlara bakıldığında sadece Emniyet Müdürlüğü’nün değil, aynı zamanda Jandarma’nın, MİT’in ve bir siyasi partiyle ona bağlı gençlik örgütünün de soruşturmaya dahil edilmesi gerekir. Bunun için daha yetkili bir organ olan Başbakanlığınıza bağlı Teftiş Kurulu’nu görevlendirmenizi beklemekteyiz.
1. Eşim son iki yazısında neden ve kimler tarafından hedef seçildiğini anlatmıştı. Vali Yardımcısı Ergun Güngör’ün odasında iki kişi tarafından “uyarıldığını, tehdit edildiğini” yazmıştı. Bu yıpratıcı süreci eşimle birlikte ailece yaşadık. “Uyaran” kişilerin MİT mensubu oldukları (veya birinin MİT, birinin Emniyet) basında ve bize gelen bilgilerde var. Bu “uyarı”nın 19 Ocak 2007 günü “uyaran” kişilerin söylediği biçimde gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu kişiler hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Vali yardımcısı ve bu kişilerden şikayetçiyim.
2. Azmettiricilerden Erhan Tuncel’in polisten maaş alan bir yardımcı istihbarat elemanı olduğu, ayrıca MİT ve jandarmayla da bu tür bir ilişkisinin olduğu iddiaları ortaya çıktı. Devlete çalışan bir kişinin aynı zamanda cinayet planları yapması, ve bu planlardan devletin kurumlarının haberdar olması ama buna rağmen devletin hiçbir şey yapmaması sizce normal midir?
Bu kişiyi jandarma, MİT ve emniyetten kimlerin eğittiğinin, kimlere bağlı olarak çalıştığının, eşimin öldürülmesini planlamak için kimlerden görev aldığının araştırılmasını ve bu kişilerin soruşturulmasını talep ediyorum.
3. BBP ve Alperen Ocakları’nın olaya karışan hemen hemen herkesle bir ilişkisinin olması size de tuhaf gelmiyor mu? Bu ilişkilerin soruşturularak sorumluların cezalandırılmasını talep ediyorum.
4. İstanbul’daki soruşturmadan anlaşıldığı kadarıyla Erhan Tuncel’in cinayet planının ayrıntılarıyla ilgili verdiği bilgilerin ve cinayeti işleyenlerin telefonlarının dinlenme kayıtlarının Ankara’nın bilgisi dahilinde olmasına rağmen, cinayeti önlemek ve eşimi korumak için Ankara’da da İstanbul ve Trabzon’da olduğu gibi hiçbir önlem alınmamış. Bu nedenle de Ankara’da da bir soruşturma açılmasını ve Ankara’daki sorumluların bulunmasını talep ediyorum.
Sonuç olarak, yapılan soruşturmaların yetersiz kaldığını gördüğümüzden, yukarıdaki bilgilerle talebimi yineleyerek; eşimin cinayeti, öncesi, planlanması ve sonrasını kapsamlı ve etkili bir şekilde soruşturması amacıyla Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu görevlendirmenizi rica ediyorum.
Sayın Başbakanım, sevgili eşimin öldürülmesinin bıraktığı derin acı sözle anlatılamaz ki anlatayım. Ancak Baba Allah’tan dileğim o ki, siz ve arkadaşlarınız o anlayışa erişesiniz. Kutsal Ruh gece gündüz sizlere konuşsun ve yapmanız gerekenlerde, almanız gereken kararlarda size doğru yolu göstersin ve cesaretle doldursun ta ki gösterdiği çizgide kararlılık gösterebilesiniz.
Sayın Başbakanım, Hikmetli Süleyman’ın sözlerinden nerede diye sizin şahsınızda Türkiye’nin yöneticilerine ve yönetmeye hevesli olanlara sesleniyorum. “Nerede genç aslanlar gibi yürekli kişiler? Nerede düzeni sağlayacak akıllı ve bilgili kişiler? Nerede kötüye karşı çıkan, adaletten anlayan kişiler? Nerede iyiliği miras alacak özü sözü bir olanlar? Nerede alnı ak yaşayanlar, güvenilir kişiler? Hatır gözetmeyenler nerede? Nerede adaleti sağlayacak kişiler?” Hani nerede üstün olmak isteyenler, yaptıkları ve yapacakları ile ispatlasınlar üstünlüklerini.
Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’nin geleceği olan çocuklarımıza Süleyman’ın özdeyişlerinden hangi üstünlüğü miras bırakacaklar? Soruyorum hangi üstünlüğü?
Tanrı’nın sözü İsa, der ki; “Ne mutlu barışı sağlayanlara, çünkü onlara Allah’ın oğulları denecek. Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır.” (Matta 5)
Sayın Başbakanım işe yarayan ve yaramayan, gösterdiğiniz bütün ilgi ve emekler için şimdiden teşekkür ederim.
Saygılarımla,
Rakel Dink
HÜRRİYET / Aslı SÖZBİLİR
1. Nisan 2008: 11:20 #28543AnonimPasifEylem arkadaşı Kerinçsiz’i sattı!
İrfan Dumlu‘nun haberi
Ulusalcı eylemlerin baş ismi Kemal Kerinçsiz, sağ kolu tarafından terk edildi. Muammer Kocadallı, Kerinçsiz’i “toplumu kaosa sürüklemekle” itham etti.
Muammer Kocadallı, “6-7 Eylül Olayları Fotoğraf Sergisi”ne baskın düzenleyen Milli Güç Platformu’nun en hırçın ismi olarak adını duyurdu. Aynı yıl Orhan Pamuk’un davasının ardından yazarın aracına yumruk atarken çekilen fotoğraflarıyla herkesin tanıdığı protestocu oldu. Ermeni konferansının ertelenmesini eleştiren gazetecilere gösterdikleri tepkiyle gündeme gelenlerin başında yine o vardı. Hrant Dink, Aydın Engin ve Perihan Mağden’in yargılandıkları duruşmalarda yumurtalı saldırı gerçekleştirenler arasındaydı.ŞOK SUÇLAMALAR
Büyük Hukukçular Birliği Başkanı Kemal Kerinçsiz’in organize ettiği tüm eylemlerin öne çıkan saldırgan ismi Muammer Kocadallı, şok suçlamalar yaparak ekipten ayrıldı. Kocadallı, “Kerinçsiz, Hrant Dink 301’den yargılandığı sırada insanları yanlış yönlendiren açıklamalar yaptı. Dink’i hedef gösterdi. Yazık oldu, keşke yapmasaydı. Toplumu kaosa sürükledi” diye konuştu. Milliyetçi söylemlerle Türk gençlerini yanına çekmeyi başaran Kerinçsiz’in, son gelişmelerle desteğini yitirdiğini dile getiren Kocadallı şunları söyledi:
GENÇLERİ KANDIRIYOR
“Ülke gidaşatında başıboşluk gördüğüm için Kerinçsiz’in ekibinde yer aldım. Ulusalcı söylemler bana cazip gelmişti. Ama yaşanan gelişmelerin ardından kandırıldığımı fark ettim. Kerinçsiz’in başında bulunduğu bir çok organizasyon yapılıyor. Bunların finansmanı nasıl sağlanıyor? Kerinçsiz dış güçlerden destek alıyor. Bunların gerçek amacı yıkım. Ülke için değil kendisi için çalışıyor. Başbakan Erdoğan’ın da dediği gibi, şan ve şöhret peşinde Amacı, popüler bir avukat olmak ve kazanç elde etmek. Çevresindeki herkesi kullanıyor. Türk gençliği bu tip insanlara aldanmasın. Bu kişilerin ellerine bırakılmasınlar.”
Bugün
1. Nisan 2008: 11:25 #28544AnonimPasifDink’in oğlu Türkiye’den ayrıldı
Suikasta kurban giden gazeteci Hrant Dink’in oğlu Arat Dink, tehdit mesajlarının bitmek bilmemesi, TCK’nın 301. maddesinden de ceza almasının ardından Belçika’ya yerleşti. Dink, Agos gazetesindeki görevini de bıraktı
İHSAN YILMAZ İstanbul
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in oğlu Arat Dink, hakkındaki mahkûmiyet kararı ve ailesine yönelik tehditler devam edince Türkiye’den ayrılma kararı aldı. Eşi ve iki çocuğuyla Brüksel’e yerleşen Arat Dink’in adı, “Sorumlu Yazı İşleri Müdürü” olarak görev yaptığı Agos gazetesinin künyesinden de çıkarıldı. Dink ailesi, Arat Dink’in Türkiye’den ayrılık kararının geçici olduğunu söyledi.
Suikast sonucu öldürülen Hrant Dink, “Ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı yazısında, Türkiye’de kalıp yaşamak arzusunda olduklarını dile getirdikten sonra, “Dilerim, böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız” temennisinde bulunuyordu.
Bu yazıdan kısa süre sonra Dink suikasta uğradı. Rakel Dink cenaze töreninde yaptığı konuşmada, “Sevdiklerinden ayrıldın. Çocuklarından ayrıldın, torunlarından ayrıldın. Kucağımdan ayrıldın. Ülkenden ayrılmadın sevgilim!” diye eşine sesleniyordu. Dink ailesinin sıkı sıkıya bağlı olduğu Türkiye’de yaşama isteği tehditler nedeniyle sona erdi.Ceza alması da etkili oldu
Dink cinayetinin ardından özellikle e-posta yoluyla Arat Dink’e ve ailesine tehdit mesajları gelmeye devam etti. Bu tehdit mailleriyle ilgili soruşturmalar yapıldı. Tehditler devam ederken, “Agos Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü” olan Arat Dink ile imtiyaz sahibi Serkis Seropyan, Dink’in ölümünden önce Reuters’a verdiği demeç nedeniyle yargılandıkları davada 1’er yıl hapis cezasına çarptırıldılar.
TCK’nın 301. maddesine göre, “Türklüğü aşağıladıkları” gerekçesiyle mahkûm olan Dink ve Seropyan’ın cezası, sabıkaları olmaması dikkate alınarak ertelendi.Dava temyiz aşamasında
Aile büyükleri, Agos’un “sorumlu yazı İşleri müdürü” olması nedeniyle sürekli dava tehditi altında olan Arat Dink’in yurtdışına yerleşmesini istedi. Arat Dink’in Brüksel’deki doktor ablası Delal Dink de kardeşinin yanına gelmesi konusunda ısrarcı oldu. Uzun süre direnen Arat Dink, gözyaşları içinde eşi Karolin ve iki çocuğuyla gitme kararı verdi. Brüksel’de bir eve yerleşen Arat Dink ve ailesi şu anda Belçika’da bulunuyor. Arat Dink’in bugün İstanbul’a döneceği ve eksik kalan hukuki işlemleri tamamlayacağı öğrenildi.
Dink, Agos’taki görevinden de ayrıldı. “Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü” görevine Aris Nalcı getirildi. Dink ailesi ise bu gidişin bir süreliğine olduğunu, tamamen Türkiye’den ayrılmanın söz konusu olmadığını bildirdi.
06.11.2007
MİLLİYET
1. Nisan 2008: 11:27 #28545AnonimPasifAvusturya’dan Hrant Dink’e İnsan Hakları Ödülü
VİYANA (İHA)
Uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybeden gazeteci Hrant Dink’e Avusturya’da “insan hakları ödülü” verildi. Ödülü Dink’in eşi Rakel Dink aldı.
Avusturya’nın başkenti Viyana’da Başbakanlık konutunda düzenlenen törenle Başbakanlık ve Avusturya’nın diğer ülkelerle dostluk cemiyetlerinin çatı örgütü PAN’ın 2007 Jübile Ödülleri dağıtıldı. Törende konuşan Rakel Dink, “Sözlerinizle ve ödüllerinizle ailemin acılarına ortak olduğunuz için teşekkür ediyorum. Eşim Hrant Dink, temel insan haklarının savunucusuydu. Tarihi gerçeklerin konuşulmasını insanların empati yaparak birbirlerinin yüreğine ulaşmasını arzu ediyordu. Bütün bunları kendine has üslubuyla dirayetle, cesaretle, coşkuyla ve sevgiyle yaptı. O, ifade özgürlüğü kahramanıydı. Milletler arası dostluğa önem veriyor, nefretin ve kinin ortadan kaldırılması için çalışıyordu. İsa Mesih’in dediği gibi, ‘size nasıl davranılmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın’ derdi. Hayatını tehlikede olduğunu bilerek bunları savunuyordu. Tek silahı, gerçekleri ve kalemiydi. Yaşlanma hakkını eşim Hrant Dink’in elinden aldılar. Şimdi de soruşturma kapılarını kapatarak öldürmeye devam ediyorlar” dedi.
“Suçlular gün ışığına çıkmadıkça, cezalarını çekmedikçe, yaptıklarından utanç duymadıkça katiller yetiştirilmeye devam eder” diyen Dink, “Suça göz yumulduğu sürece insanlık dışı cinayetler son bulmayacaktır. Bugün onun yokluğuyla çok üzgünüz. Biz şimdi onu, idealini kurduğumuz uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın bünyesinde yaşatmaya, mücadelesini sürdürmeye çalışıyoruz. Ödül almak sevindirici ve değer verilmek teselli edicidir. Bizimle birlikte olduğunuzu göstererek, bizi cesaretlendiriyorsunuz. Sevgili eşim Hrant Dink’in anısına duyduğunuz saygıyla onun ideallerini, kendi ideallerinizle birleştirmiş oldunuz. Bu tören, tarihin ve adaletin sayfalarında yerini bulacaktır” şeklinde konuştu.
Avusturya’nın ikili ilişkiler çerçevesinde faaliyet gösteren cemiyetlerinin başkanları ile bazı eski politikacıların hazır bulunduğu törende, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Başkanı Johann Fritz, Hrant Dink adına düzenlenen “İnsan Hakları Ödül Belgesini” Rakel Dink’e takdim etti.
Törende Rakel Dink, Avusturya Başbakanlığı ve PAN örgütünün ortaklaşa oluşturdukları 2007 Jübile Ödülünün belgesi ile 10 bin Euro değerindeki para ödülünü ise Başbakanlık Müsteşarı Heidrun Silhavy’nin elinden aldı.
1. Nisan 2008: 11:28 #28546AnonimPasifHrant Dink, hala Agos’un önünde yatıyor!
Gönderdiğim son yazının üstünden 3 ay geçmiş neredeyse. Her hatırlayışımızda canımızı bir daha yakan, ama hiç unutmamak için hafızamızın en kanlı canlı yerine kanırtarak yazmamız gereken bir kayıbın üstüne yazılmış bir yazıydı. Bugün gelinen noktada ne o görkemli kalabalığın ayak sesleri kaldı geride ne de içine saklandığı karanlıktan bile daha karanlık katillerin yakalanacağına olan inancımız…
İstisnalar dışında sadece satır aralarında rastlar olduk cinayetle ilgili haberlere. Onları da yakında göremeyebiliriz.
Katiller tüm dokunulamazlıklarıyla kanlı tahtlarının arkasına keyifle yaslanıp bize pis pis sırıtıyorlar. Gerçekler ne kadar derinleşirse derinleşsin, onların pisliğine ulaşamadan sığ kalacağını bildikleri için rahattalar.
Osmanbey’den geçerken içim burkuluyor her seferinde. Yüzümü çevirip karşı taraftan yürümek istesem de kendimi her seferinde Agos’un önünde buluyorum. Korkuyorum. Acaba ayaklarıma kan bulaştı mı diye kontrol ediyorum ayakkabılarımı tam da Hrant Dink’in yattığı yerde. Biliyorum o uzunca bir zaman orda yatacak. Taa ki gerçek katiller hesap verene kadar. Umarım sonsuza kadar sürmez.
Unhold
http://www.antikunti.com/hrant-dink-hala-agos’un-onunde-yatiyor/
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.