Kanın sesi ancak adaletle susar
- Bu konu 3 izleyen ve 88 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
1. Nisan 2008: 9:40 #24677AnonimPasif
Hrant Dink öldürüldü
[FONT=arial, geneva, helvetica] [/FONT][FONT=arial, geneva, helvetica]FOTOĞRAF: AP[/FONT]
Agos gazetesi Genel Yayın Müdürü Dink, gazetesinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
19/01/2007
İstanbul’da Ermenice-Türkçe yayımlanan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazetesinin önünde suikaste uğradı. Dink’in, başının arkasından iki, boynundan bir kurşunla vurularak can verdiği belirtildi.
Olay saat 15:00 sıralarında, gazetenin bulunduğu Osmanbey Halaskargazi Caddesi’nde meydana geldi. Gazetenin çıkışında kimliği belirsiz kişi ya da kişiler, Dink’e arkadan yaklaşarak ateş etti. Dink’in başından ve boynuna isabet eden üç kurşunla olay yerinde hayatını kaybettiği açıklandı. Görgü tanıkları, Dink’e ateş edenin ara sokaklara kaçtığı bilgisini verdi. Gazetenin Yayın Kurulu Üyesi Serkis Seropyan, Dink’in gazetenin kapısının önüne çağrıldığını, kendisine burada başına üç el ateş edildiğinin söylendiğini belirtti.
Polis, saldırganın yakalanması amacıyla bölgede metro, otobüs ve vapur iskelelerinde önlem aldı. Belirlenen eşgal doğrultusunda Taksim Meydanı’nda şüpheli iki kişi tespit edildi ve gözaltına alındı. Zanlılar, durumları detaylı olarak incelenmek üzere Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Cesedin olay yerinden alınarak ambulansla Adli Tıp Kurumu’na nakledildiği sırada olay yerinde toplanan bir grup, Dink’i alkışlarla uğurladı, ‘Yaşasın halkların kardeşliği’, ‘Katil devlet hesap verecek’ ve ‘Hrantlar ölmez’ sloganları atıldı.
Robot resim hazırlandı
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Dink’in öldürülmesi olayıyla ilgili inceleme başlattı. Soruşturma çerçevesinde, görgü tanıklarının ifadeleri üzerine alınan eşkal doğrultusunda robot resim hazırlandığı öğrenildi.
Bu arada, Hollanda’da bulunan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve beraberindeki heyetin, Dink’in öldürülmesi dolayısıyla temaslarını yarıda kestiği ve bu akşam İstanbul’a döneceği bildirildi.
Öte yandan, Emniyet Müdürlüğü’nün Vatan Caddesi’ndeki yerleşkesinde toplanan teyakkuz halindeki personel, görev almak üzere otobüslerle Taksim ve Şişli’deki hassas noktalara gönderildi.
Dünya flaş haber
Uluslararası haber ajansları ve haber kanalları haberi flaş olarak verdi. CNN International, Dink’in Osmanlı döneminde ‘Ermenilerin öldürülmesi’ne karşı konuştuğunu belirterek, “Kendisini bir hain olarak gören milliyetçilerden tehditler almıştı” değerlendirmesi yaptı ve Dink’in ‘Türk devletine hakaret’ suçlamasıyla hakkında çeşitli davaların açıldığına dikkat çekti.
Yetimhanede büyüdü
İki çocuk basası, Dink 15 Eylül 1954’te Malatya’da doğdu. Anne ve babası 1961 yılında Malatya’dan İstanbul’a taşınmalarının ardından boşandı. Hrant ve iki kardeşi ailenin bölünmesinin ardından Gedikpaşa’daki Ermeni Yetimhanesi’ne yerleştirildi. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Zooloji eğitimi aldı. Bir süre sonra yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel’le evlendi.
Kardeşleriyle birlikte açtıkları yayınevi kırtasiye işini sürdürürken, eşi Rakel’le birlikte, kendileri gibi Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Bazı cemaat gazetelerinde kitap eleştirileriyle başlayan yazı hayatında adı, basında çıkan yalan haberlere gönderdiği düzeltmelerle duyulmaya başladı. Patrikhane’ye, ‘Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır’ diyerek bu amaçla Türkçe bir gazete çıkarmayı önerdi. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayınlanan Agos Gazetesi’nin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. Ermeni diasporasına 1915 olayları için ‘soykırım’ kelimesini içermeyen daha yumuşak muhalefet yürütmeleri çağrısında bulunan Dink, Ekim 2005’te ‘Türklüğe hakaret’ten 6 ay hapis cezası aldı.
1. Nisan 2008: 9:43 #28352AnonimPasifYayın yönetmeni Hrant Dink’in Agos gazetesinde yayınlanan 10 Ocak tarihli son yazısı.
“Ruh halimin güvercin tedirginliği”
Başlangıcında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “Türk olmadığımı… Türkiyeli ve Ermeni olduğumu” söylediğim için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.
Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum. Urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri.
Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “Türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti.
Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.Kendimden emindim
Ama hayret işte! Dava açılmıştı.
Yine de iyimserliğimi kaybetmedim.
O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz’e “Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı.
Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu.
Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.
“Ya sabır” çeke çeke…
Ama dönülmedi.
Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi. Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi.
Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım… Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı.
“Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca.
Davanın her celsesinde “Türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. Her seferinde “Türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.
Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.
Tüm bunlara “Ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.
Tek silahım samimiyetim Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı. Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım.
Hakim “Türk Milleti” adına karar vermişti ve benim “Türklüğü aşağıladığımı” hukuken tescillemişti. Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.
Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı.
İşte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve “Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim”i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:
“Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay’da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.”
Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.
Kara mizahAma gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS’takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk. “Kara mizah” dedikleri bu olsa gerek.
Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki?
Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.“Türk Devleti adına”
İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki “Adalet sistemi”ne ve “Hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım.
Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu?
Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargı’sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil.
Yargı yurttaşın haklarını değil, Devlet’i koruyor.
Yargı yurttaşın yanında değil, Devlet’in güdümünde.
Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar “Türk Milleti adına” deniyor olsa da, şu çok açık ki “Türk Milleti adına” değil, “Türk Devleti adına” verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtay’a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi?
Hem sonra zaten, Yargıtay’dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu?
Azınlık Vakıfları’nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?
Başsavcının çabasına rağmen
Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu?
Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu.
Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı.
Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.Güvercin gibi
Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.
Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.
(Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)
Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.
Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.
“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.
Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim…
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli… Ve anında dönecek denli de süratli.İşte size bedel
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?
“Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?”
Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi…
İşte size bedel… İşte size bedel…
İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?
Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?
“Ölüm-Kalım” dedikleri
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım… Ve ailece yaşadıklarımız.
Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.
Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında…
O noktada hep çaresiz kaldım.
“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.
İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı.
Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.
“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.
Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik?
Ermenistan’a mı?
Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
Rahat bana batardı!
“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.
Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama… Tıpkı 1915‘teki gibi çıkacaktık yola… Atalarımız gibi… Nereye gideceğimizi bilmeden… Yürüyerek yürüdükleri yollardan… Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı…
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere… Her neresiyse.Ürkek ve özgür
Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.
Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum.
Bu dava kaç yıl sürer, bilemem.
Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.
Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.
Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.1. Nisan 2008: 9:49 #28343AnonimPasifSuikaste tepki yağdı
19/01/2007 (265 kişi okudu)
* Cumhurbaşkanı Sezer: Hrant Dink’in Agos Gazetesi önünde uğradığı saldırıyla yaşamını yitirmesinden derin üzüntü duydum. Bu çirkin ve utanç verici saldırıyı nefretle kınıyorum. Bu tür insanlık dışı davranışlar, asla amacına ulaşamayacaktır. Ulusumuzu derinden yaralayan bu saldırının faillerinin bir an önce yakalanması, hepimizin öncelikli beklentisidir. Böyle üzücü olayların bir daha yaşanmamasını diliyor, Hrant Dink’in ailesine, basın dünyamıza ve ulusumuza başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
* Bülent Arınç (TBMM Başkanı): Bu saldırı kimler tarafından, hangi amaçla yapılırsa yapılsın Türkiye’nin huzuruna, birliğine, milletimizin kendi arasındaki barışına yapılmış bir saldırıdır. Haince, sinsice, kasıtlı olarak ve direkt Türkiye’nin geleceğini, mutluluğunu yoketmeye yönelik bir saldırıdır. Türkiye böylesine hain terör eylemlerinden etkilenmeyecek güçtedir. Bu hain saldırıyı yapanlar kim ya da kimler ise gereken cevabı, cezayı en kısa zamanda alacaktır. Tüm dünya bir kez daha bilmelidir ki, ülkemizde yaşayan her vatandaşımız etnik kimliğine, dinine, geçmişine bakılmaksızın bu ülkenin sahibidir, ayrılmaz bir parçasıdır. Bu saldırı Türkiye’ye karşı yapılmış bir saldırıdır.
* Deniz Baykal (CHP Genel Başkanı): Utanç verici bir olay. Kim yaptı ve yaptırdıysa Türkiye’ye en büyük zararı vermiştir. Hiçbir inanç, düşünce, yurtseverlik veya milliyetçilik anlayışının bu cinayetle bir ilişkisi olamaz. Bu ya ilkel bir lumpenlik, ya da Türkiye’nin içini karıştırmayı, Türkiye’yi dünyada güç duruma düşürmek isteyenlerin tertibidir. Herkes bu alçakça saldırıdan üzerine düşen sorumluluğu almalıdır. En kısa zamanda konunun aydınlatılmasını diliyorum. Böyle girişimler Türkiye’nin hoşgörü ve barış ortamını sarsmaya yetmeyecektir. Nefretle kınıyor, bütün milletimize başsağlığı diliyorum.
* Mehmet Ağar (DYP Genel Başkanı): Büyük bir üzüntü duydum. Türkiye’nin çok önemli dış sorunlarla karşı karşıya bulunduğu böylesine kritik bir aşamada, ülkenin ulusal çıkarlarına büyük ölçüde darbe vuracak olan vahşi saldırıyı DYP olarak şiddetle ve derin bir nefretle kınıyoruz. Faillerinin tüm olanaklar derhal harekete geçirilmek sureti ile akalanmasını ve adaletin önüne çıkarılmasını bekliyoruz. Aynı zamanda, demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olan düşünce ve ifade özgürlüğüne de gölge düşüren bu menfur saldırıda yaşamını yitiren Dink’in ailesine, Agos Gazetesi mensuplarına ve Ermeni asıllı tüm vatandaşlarımıza baş sağlığı dileklerimi sunuyorum.
* Saffet Arıkan Bedük (DYP Genel Başkan Yardımcısı): Türkiye’de yeniden suikast olaylarının gerçekleşmesene yönelik bir olay olarak değerlendiriyorum. Faillerinin mutlaka yakalanması lazım. Yeniden Türkiye’nin bir provakasyon alanı olarak kullanılmasına asla izin vermemeliyiz.
* Erkan Mumcu (Anavatan Partisi Genel Başkanı): Vurulan sadece Hrant Dink değil, Türkiye’nin itibarıdır. Saldırı dünya kamuoyuna ’barbar, hoşgörüsüz, soykırım yapan Türkler yargısını’ yerleştirmeyi amaçlayan bir provokasyondur. Saldırının iç kamuoyuna dönük hedefi de var. Hedef suçluluk duygusunun toplumsal bilinç altına yerleştirilmesidir. Birinci Dünya Harbinden bugüne değin, Asala terörünün zirveye tırmandığı günlerde bile, bir tek Ermeni vatandaşımızın burnu kanamamış, kapısının önüne taş atılmamıştır. 85 yıl sonra böylesine acı bir olayın yaşanması çok büyük kaygı ve endişelere sebep olmalıdır.
* Osman Arslan (Yargıtay Başkanı): Bir Türk vatandaşının bir Türk Ermenisi’nin öldürülmüş olmasından dolayı üzgün olduğumu söylemek isterim. Bir gazetecinin fikirlerinden dolayı bir cinayete kurban gitmiş olmasının kabul edilemez. İnanıyorum ki suçu işleyenler en kısa zamanda yakalanacak ve Türk adaleti onları en adil biçimde yargılayacaktır.
* Murat Karayalçın (SHP Genel Başkanı): Bence Türkiye’yi uluslararası platformlarda güç duruma düşürmek için, özellikle Ermeni Soykırımı iddialarının çeşitli ülkelerin parlementolarına getirildiği bir dönemde, daha iyi bir hedef seçilemezdi. Çok bulunçlu, hazırlıklı, çok iyi zamanlaması yapılmış cinayet olarak görüyorum. Aldığı tehditler ilgili yerlere gönderilmişse, buna rağmen İstanbul’un en işlek yerinde, gün ışığında Hrant Dink öldürülmüşse bir ihmalin olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır. Kardeşliğe, barışa,yurttaşlığa, Türkiye’ye karşı büyük saldırı olarak niteliyorum.
* İsmail Hakkı Tombul (KESK Genel Başkanı): Dink’e sıkılan kurşun, sadece ona değil, Türkiye’de özgürce bir arada yaşama isteğine sıkıldı. Türkiye’de farklı kimlik ve kültürlerin bir arada yaşamasına dair gerekli hoşgörü ortamının yaratılabilmesi için hükümet bir an önce olayı aydınlatmalı ve failleri ortaya çıkarmalıdır.
* Salim Uslu (Hak-İş Genel Başkanı): İnsanları katlederek sorun çözeceğini zannedenler varsa bunlar tarihten ders almamış olanlardır. Cinayet, hangi nedenle olursa olsun mutlaka açığa çıkartılmalı, katilleri bulunmalı, kamuoyu vicdanı rahatlatılmalıdır. Hiçbir siyasi gerekçe, bir insanın
katledilmesinin mazereti olamaz.* Baki Çınar (Haber-Sen Başkanı): Dink’in hunharca katledilmesi demokrasiyi ve özgürlükleri içine sindiremeyen güçlerce yapılan bir saldırıdır.
* Mehmet Soğancı (TMMOB Başkanı): Saldırı, halkların kardeşlik ve barış içinde yaşama taleplerine karşı alçakça bir saldırıdır.
* Ankara Barosu Başkanlığı: Saldırıya uğrayan yalnızca Dink değil, hukuk devletidir. Devlet, saldırının faillerini ortaya çıkarmak ve uluslararası kamuoyuna teşhir etmek zorundadır.
* Eğitim-Sen Genel Merkezi: Bu saldırıyla Türk demokrasisine kurşun sıkılmıştır. Failler ve arkasındaki güçler derhal yakalanmalıdır.
* Diplomasi Muhabirleri Derneği (DMD): Dink’e sıkılan kurşun, Türkiye demokrasisine ve basın özgürlüğüne sıkılmıştır. Provokasyon amaçlı bu suikastı lanetliyor, faillerin bir an önce yakalanarak adalet önüne çıkartılmasını bekliyoruz.
* Hasan Fehmi Güneş (CHP İstanbul Milletvekili): Korkarım ki bu bir cinayetten öte bir planının başlangıcı olabilir. Yani bir kişinin öldürülmesini aşan daha boyutlu ve topluma dönük bir projenin bir aşaması olabilir. Çünkü o zaman toplumsal barışımıza çok önemli bir sıkıntı gelecek demektir. Ve bizim uluslararası ilişkilerimizde, uluslararası tartışmalarda elimizi çok zayıflatan bir olaydır, özellikle Ermeni tartışmalarında. Böyle bir amaç güdülüyor olabilir. Kafatasçı bir yaklaşımla, kafatasçı bir projenin uygulaması olabilir. Hrant Dink çok haksız bir yere hedef haline getirildi, çok haksız bir şekilde hedef haline getirildi. Linç hedefi haline getirildi. Orada Dink’e çok haksızlık yapıldı. İki hedef haline getirilmesine rağmen korunmadı ve onun kaybına yol açıldı. Bu tür insanların korunması için mutlaka onun korunma talep etmesi gerekmez.
* Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD): Vatandaşımız, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hırant Dink’in suikaste kurban gitmesini şiddetle kınıyor, bu kanlı menfur cinayetin Türkiye’nin iç huzur ve barışına yapılmış provokatif bir eylem olduğuna inanıyoruz.
* Rifat Hisarcıklıoğlu (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı): Türk iş dünyası olarak, hain saldırıyı nefretle kınıyoruz. Kim tarafından yapılırsa yapılsın bu çirkin saldırı, Türk demokrasisine karşı girişilen insanlık dışı bir davranıştır. Saldırıyı yapanların en kısa sürede yakalanarak, Yüce Türk Adaletine teslim edileceğinden şüphemiz yoktur. Birlik ve beraberliğimize karşı art niyetli tüm girişimler karşısında soğukkanlı ve sağduyulu bir tavır sergilememizin gereğini, hoşgörü ortamımızın devamı için hayati önemde görüyoruz. Türk milletine, ailesine ve basın camiamıza başsağlığı diliyoruz.
* Sinan Aygün (Ankara Ticaret Odası Başkanı): Saldırı Dink’e değil, Türkiye’nin bütünlüğüne yapılmıştır. Bu cinayet ülkeye ihanettir. Lanetliyoruz. Türkiye’nin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğu dönemde, bizim için birliği, bütünlüğü, barışı temsil eden bir vatandaşımıza yönelik saldırı hain bir eylemdir. Bu eylemi düzenleyen veya düzenleyenler amaçlarına ulaşamayacaklardır.
* Zafer Çağlayan (Ankara Sanayi Odası Başkanı): Bugün yapılan hain saldırı, Türk Milletini derinden yaralamıştır. Bu hain saldırının, barışa ve kardeşliğe karşı yapılmış provokatif bir eylem olduğunu düşünüyorum. Bu saldırı, dünya kamuoyunda Türkiye’nin Ermeni meselesi konusunda elini zayıflatmaya yönelik bir provokasyondur. Ancak bu alçakça saldırıyı yapanlar
hedeflerine ulaşamayacaklardır.* Hikmet Çetinkaya: 10 dakika önce öğrendim. Elim ayağım titriyor. Çok kötü, çokk kötü. Lanetliyorum. 17-18 yaşında bir çocuğun yaptığı söyleniyor. Arkasında kimler var? Trabzon’da bir rahibi 15 yaşındaki çocuk öldürdü. Arkasında kimlerin olduğuna bakılmalı. Türkiye’yi çok kötü etkileyecek Türkiye bunun acısını çok kötü yaşayacaktır.
* Vedat Türkali: Bu memlekete karşı içinde en ufak bir sevgi taşıyan kişinin böyle bir halt edeceğine ihtimal vermem. Bu bana öyle geliyor ki dünyada yürütülen geniş Amerikan yayılmacı politikasının Türkiye’de bir oynaması olayı. Hırant Dink bir Türk vatanseveriydi, Ermeniydi, çok seviyordum onu. Birtakım şeyler söylüyordu; aklıma ilk gelen cinayetin bu nedenle olabileceği. Allah belalarını versin. Gözümüzü açalım. Bu memleketle oynuyorlar. Hepimiz aynı gemideyiz. Fırtına büyük, etrafta da bir sürü korsan gemisi yağmalamak için bekliyor.
* Ali Bulaç: Türkiye’ye yansıması çok kötü olacaktır. Hepimizi çok derinden üzdü, bunu şiddetle kınıyor ve nefretle karşılıyoruz. Çok değerli bir gazeteciydi, iyi bir insandı. Türkiye’yi seviyordu aslında. Maalesef bu 301. madde dolayısıyla manşetlere çıkarıldı, çıkmak zorunda kaldı ve hedef seçildi. Tehditle alıyordu. Umuyorumki yetkililer Danıştay saldırısında olduğu gibi hiç olmazsa faili ortaya çıkarmak suretiyle aydınlığa kavuşturacaktır. Böyle insanların korunması gerekir devlet tarafından. Kaldı ki devamlı tehdit alan bir insandı, Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na başvurmuş. Bursa’dan tehdit almış. Enteresan iddalar var. Vali muavininin çağırıp ve birileriyle görüştürdüğü, bu kişilerin kendisini tehdit ettiği konuşuluyor üstü kapalı. Bütün bunların araştırılması gerekir. Ancak Hırant Dink’in seçilmiş olması manidardır. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için işlenmiştir. Tetiği kimin çektirdiğinin aydınlatılması gerekir. Cinayetin aydınlatılması sosyal barış açısından da gerekli.
* Sırrı Sakık: Hrant Dink uzun süredir Türkiye’de bazı basın organlarınca ve devlet kurumlarınca hedef gösteriliyordu. Bu süreç daha önce defalarca yaşandı. biz bu tip saldırıları yakından yaşayanlardanız. Onu hedef gösterenler bugün cinayetten sonra timsah gözyaşları döküyor. Halkların barışını ve Türkiye iç barışına karşı girişilmiş bir cinayettir bu. ülkemiz adına büyük bir kayıp. Şemdinli ile başlayan Danıştay saldırısı ile devam eden karanlık bir sürecin sonucudur bu cinayet.
* Süleyman Çelebi: (DİSK Genel Başkanı): Gazeteci Hrant Dink’e sıkılan kurşun tam da gelişmekte olan Türkiye demokrasisine ve düşünceye sıkılan kurşundur. Bu saldırı Türkiye’de karanlık güçlerin hala işbaşında bulunduğunun bir göstergesi. Suçların en kısa zamanda yakalanarak gerçek faillerin ortaya çıkarılmasını talep ediyoruz.
* Oktay Ekşi (Basın Konseyi Başkanı): Dink’in öldürülmesi, ifade özgürlüğü düşmanlarının, bu yolla insanları susturabileceklerini sandıklarını gösteren bir yeni misal. Oysa dünyada kurşunla öldürülmüş hiçbir düşünce yoktur. Bu olay, cinayeti işleyen failin gerekçesi ne olursa olsun ülkemize yapılmış en büyük kötülüktür. Çünkü yıllardır ülkemize yapıştırılmak istenen ’Ermeni soykırımı’ iftiralarının taraftarları, bu olaydan sonra ellerinin güçlendiğini düşüneceklerdir. O da özellikle ABD Kongresinin, ulusumuza yönelik iftiraları gerçek saymasını isteyenlerin önerisini kabul etmesine yol açacaktır. Onu izleyecek dönemin ülkemizi ve ulusumuzu ne büyük sıkıntılara sokacağını düşünmek bile istemiyorum.
* Nail Güreli: Hunharca bir cinayet. Bireysel kinden öte Türkiye’de huzura karşı bir suikast niteliği taşıyor. Ülkenin istihbarat birimlerinin, güvenlik güçlerinin büyük sorumluluğu da ortaya çıkıyor. Dink’in çok iyi korunması gerekiyordu. Kaldı ki korunmadaki, istihbarattaki ihmal bir yana İstanbul’un en işlek caddelerinde bu cinayeti işleyenlerin bulunamaması önemle üzerinde durulması gereken bir şey. Dink’in vali yardımcısıyla İstanbul’da yaptığı görüşme ilginç. Şişli Savcılığı’na verdiği ihbarın ciddiyetle ele alınmaması ilginç. Tetikçiler ve ardındaki güçler ortaya çıkarılmazsa bunun yükü hükümetin üzerinde ağırlaşacaktır. İstanbul Emniyet Genel Müdürü hatta İç işleri bakanının ellerini kollarını sallayarak dolaşmaması gerekir. İstifaları gerekir ya da kısa zamanda aydınlatmları gerekir. Türkiye’nin istihbarat birimlerinin, güvenlik güçlerinin bu olayın altında ezilmemesi gerekir.
* AKP Grup Başkanvekilleri Faruk Çelik, İrfan Gündüz, Salih Kapusuz, Eyüp Fatsa, Sadullah Ergin: Gazetici Hrant Dink’in ömenfur bir cinayete kurban gitmesi çok manidardır. Hain eller, bu kurşunu Hrant Dink’i değil, çok iyi hesapladıkları, çok iyi seçtikleri, sinsice planladıkları bir hedefe; doğrudan Türkiye’ye sıkmışlardır. Bu düşman bir kurşundur. Hedefi Türkiye’dir, 70 milyon Türk insanıdır. Alçakça bir cinayettir. Üzüntümüz büyüktür. Saldırıyı kınıyoruz.
* Türkiye İşveren Sendikaları Konfderasyonu (TİSK): Bu suikast Atatürk Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine, demokrasimize ve basın özgürlüğüne vurulan büyük bir darbedir. Düşünce özgürlüğünü hedef alan insanlık dışı davranışlar alsa amacına ulaşamayacaktır. Bu kurşunlar Türkiye’ye sıkılmıştır.
* Ayhan Bilgen (Mazlumder Genel Başkanı): 2007’nin kaos ve kriz yılı olacağının ilk sinyali, maalesef ilk kurban da Hrant Dink oldu. Bütün Türkiye etnik grupları, dini, ırkı ne olursa olsun ortak bir irade ortaya koyarak hepimiz biraz Hrant Dink’iz diyebilmeliyiz. Bu saldırı daha önceki düğmeye basma olaylarını hatırlatıyor. Maalesef 50 Hrant Dink’imiz yoktu. Bir tane vardı, Onu da koruyamadık. Bu bizim ayıbımız. Umarım, barış yolunda Dink’in failleri belirlenip kamuoyuna açıklanır.
* Türk-İş Yönetim Kurulu: Bu alçakça suikast yalnızca Dink’e değil, ülkemizin huzuruna toplamsal barışa ve istikrarına yönelik bir saldırıdır. Şiddetle kınıyoruz.
* Salim Uslu (Hak-İş Başkanı): Dink’in şahsına yapılan menfur saldırı Türkiye’nin iç barışına, istikrarına, istikrarına ve uluslararası itibarına yapılmıştır. İnsanları katlederek sorun çözeceğini zannedenler varsa bunlar tarihten ders almamış olanlardır.
* Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu: Bu suikast Atatürk Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine, demokrasimize ve basın özgürlüğüne vurulan büyük bir darbedir. Düşünce özgürlüğünü hedef alan insanlık dışı davranışlar alsa amacına ulaşamayacaktır. Bu kurşunlar Türkiye’ye sıkılmıştır.
* Ahmet Aksu (Memur Sen Genel Başkanı): Dink’in öldürülmesi barışa ve istikrara karşı yapılmış bir eylemdir. Son zamanlarda kimler tarafından yönlendirildiği belli olan eylemlerle şiddet ortamı oluşturulmaya çalışılmakta, birbirleriyle kardeş olan insanlarımız arasında kin ve nifak tohumları ekilmek istenmektedir.
* Türkiye Gaziler Vakfı: Kim olursa olsun terör sonucu öldürülen kişiye biz ’Işıklar içinde yatsın’ diyoruz.
* Ozan Ceyhun (Eski Avrupa Parlamentosu üyesi): Dink’i öldürenler Türkiye’ye en büyük vatan hainliğini yaptı. Türkiye bu cinayetin gerçek faillerini ortaya çıkaramazsa, bu cinayetin altından kalkamaz.
1. Nisan 2008: 9:54 #28348AnonimPasifBASIN DUYURUSU
Genel Yayın Yönetmenimiz kardeşimiz, dostumuz, en can yakınımız Hrant Dink’i bilinçli ve alçakça bir cinayet sonucu kaybettik.
Acımız hiçbirşeyle mukayese edilemez.
Kendini hala insan hissedebilenlerin başı sağ olsun.
AGOS ÇalışanlarıPRESS RELEASE
Our dearest friend , our brother , the editor in chief of AGOS newspaper Hrant Dink has been assasinated ruthlessly.
There are no words to explain our pain.
Our deepest condolences for those who can still feel themselves as human beings.
AGOS MembersHrant Dink
15.9.1954’te Malatya’da doğdu.
Yedi yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a göçtü.
Kısa süre geçmeden anne ve babasının boşanması nedeniyle iki kardeşiyle birlikte ortada kaldılar ve Gedikpaşa’daki Ermeni Protestan Kilisesi’nin çocuk yuvasına kondular.
Üç kardeş ilkokulu bu Kiliseye bağlı İncirdibi İlkokulu’nda okuyup, yazları da okulun Tuzla’daki kampında barındılar.
Hrant Dink Ortaokulu Becziyan, liseyi ise Üsküdar’daki Surp Haç Tıbrevank yatılı okulunda tamamladı.
Lisenin ardından İstanbul Fen Fakültesi’nde Zooloji lisans okumaya başlayan Dink bu esnada ilkokuldaki yuvada tanıştığı Silopu doğıumlu Ermeni Varto aşiretinden Rakel Yağbasan ile evlendi ve aynı zamanda Türkiye Ermenileri Patriği Şınorhk Kalustyan’ın yanında çalışmaya başladı.
zooloji lisansı bitiren Dink bu kez İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe okudu ve bu esnada da üç çocuk sahibi oldu.
Dink ve eşi bu tarihlerde Tuzla’daki Çocuk Kampı’nı yönetmeyi üstlendiler ve Tuzla Kampı’nın Devlet tarafından elden alınması sırasında mücadele ettiler.
Dink bu dönemde siyasal görüşleri nedeniyle ve değişik vesilelerle üç kez gözaltına alındı ve tutklandı.
1980-1990 yılları arasında iş hayatıyla yetinen ve kardeşleriyle birlikte bir kitabevi işleten Dink 1990 yıllarından itibaren tekrar Türkiye Ermeni Toplumu içindeki faal yaşantısına döndü.
Bu yıllarda Marmara gazetesinde “Çutak’ rumuzuyla Ermeni tarihiyle ilgili Türkiyede çıkan kitaplara ilişkin kritikler yazdı.
1996’da birkaç arkadaşıyla birlikte ve dönemin Patriğinin de teşviğiyle AGOS gazetesini kurdu.
Dink bu tarihten itibaren de yazdığı yazılarla ve Türk ve yabancı basında dile getirdiği görüşlerle dikkat çekti.
Amerika, Avustralya, Avrupa ve Ermenistan’da çok sayıda konferansa katılan Dink Ermeni Kimliği ve Ermeni Tarihi üzerine geliştirdiği yeni söylemlerle tanındı.Davalar
Dink Türkiye’de bu aşamada değişik yargılamalara tabi oldu ve bazı davaları da halen sürüyor.
Dink 2002 yılında Urfa’da verdiği bir konferansta “Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim” dediği için “Türklüğü aşağılamaktan” üç yıl yargılandı ve sonunda bu davadan beraat etti.
Geçen yıl bir makalesi nedeniyle açılan davadan ise yine Türklüğü aşağılamak suçundan altı ay hapse mahkum oldu ve bu cezası ertelendi. Dink bu dava için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanıyor.
Dink’in şu an yargılandığı iki dava daha var. Bunlardan biri yargıyı etkilemek suçuyla kendisi ve AGOS’un yazı İşleri Müdürü olan oğlu Arat Dink ve gazetenin imtiyaz sahibi Sarkis Seropyan hakkında süren dava.
İkincisi ise 22 Mart 2007 tarihinde başlayacak olan bir Türklüğü aşağılamak davası daha.
Bu davada Hrant Dink Reuters Ajansı’na “eEvet 1915’te olan bir soykırımdı çünkü 4 bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok” dediği ve bu haber AGOS Gazetesinde yayınlandığı için yine oğlu Arat Dink ve Sarkis Seropyan ile birlikte üç yıl hapis istemiyle yargılanacak.Ödüller
2005 yılında Türkiye’de İnsan Hakları Derneği tarafından Dink’e “Ayşe Nur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü” verildi.
Dink’e verilen bir diğer ödül ise 2006’da Alman Stern Dergisi Kurucusu Henri Nannen adına dünya çapında tanınan “Düşünce Özgürlüğü ve Cesur Gazetecilik Ödülü” oldu.
Dink’e dünya çapında iki ayrı ödül ise bu yılın 18 Kasım’ında Hollanda ve 24 Kasım’ında ise Norveç’te verildi.
Hollanda’da verilen ödül Pen Award fikir ve düşünce özgürlüğü,
Norveçte verilen ise Bjornson İnsan Hakları Ödülüydü
Dink halen AGOS Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini ve yazarlığını yapıyor.
Bu gazeteyi Türkiye’nin demokrat ve muhalif seslerinden biri haline getirmeye, özellikle Ermeni toplumunun uğradığı haksızlıkları kamuoyu ile paylaşmaya çabalıyor.
Gazetenin en temel hedeflerinden biri de Türk ve Ermeni halkları, Türkiye ile Ermenistan arasında yeniden diyalog kurabilecekleri bir ortamın gerçekleşmesine katkıda bulunmak.
Dink değişik demokratik platformlarda ve sivil toplum örgütlerinde elden geldiğince görev alıyor.Hrant Dink
was born in Malatya on 15.9.1954.
At the age of seven, he migrated to İstanbul together with his family.
He got his primary and secondary education in Armenian schools. Immediately
after lyceum, he got married.
He graduated from Zoology Department of İstanbul University?s Science
Faculty. Then he continued his education at Philosophy Department of the
same universitiy?s Literature Faculty for a while.
Since 1996 he works as the columnist and editor-in chief of AGOS weekly
newspaper which can be regarded as the voice of Armenian community.
He tries to make this newspaper a democrat and oppositional voice of Turkey
and also to share the injustices done to Armenian community with public
opinion.
One of the major aims of the newspaper is to contribute to dialogue between
Turkish and Armenian nations and also between Turkey and Armenia.
He takes part in various democratic platforms and civil society
organizations.1. Nisan 2008: 10:07 #28520AnonimPasifSon yazıları
Niçin hedef seçildim?
Başlarken bir not: Hiç işlemediğim “Türklüğü aşağılamak” suçundan 6 aya mahkum oldum. Şimdi artık son çare olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiyorum. 17 Ocak tarihine kadar avukatlarım başvuruyu gerçekleştirecekler ve benden de başvuruya eklemek için olayların gelişimini anlatan bir yazı istediler. Ben de dosyaya konacak bu yazıyı kamuoyuyla paylaşmayı uygun gördüm. Çünkü benim için AİHM’in kararı kadar ve hatta ondan daha fazla Türkiye toplumunun vicdani kararı önemli. Birkaç hafta sürecek bu yazı dizisindeki bazı bilgileri ve ruh halimi muhtemelen AİHM’e başvurmak mecburiyetinde kalmasaydım ilelebet kendime de saklayabilirdim. Ama madem ki iş bu noktaya kadar geldi olan biten herşeyi paylaşmak galiba en iyisi…
Sadece benim değil, sadece Ermenilerin de değil… Tüm kamuoyunun merak ettiği ve sormaktan kendini alamadığı soru şu: “Türklüğü aşağılamak suçlamasıyla 301’den soruşturma ya da dava açılan hemen herkes için bir biçimiyle teknik ya da hukuki çözüm bulundu ve dava mahkumiyete varmadan daha ilk celselerde sonuçlandı da, Hrant Dink niye 6 aya mahkum oldu?”
Ermeni olmamın rolü
Evet, bu cevaba hepimizin ihtiyacı var! Özellikle de benim. Sonuçta bu ülkenin bir yurttaşıyım ve ısrarla herkesle eşit olmak istiyorum. Ermeni olduğum için kuşkusuz bundan önce birçok olumsuz ayrımcılıklar yaşadım. Sözgelimi 1986 yılında Denizli 12. Piyade Alayı’na kısa dönem askerlik (8 aylık) için gittiğimde, devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp er olarak bıraktılar. İki çocuk sahibi koca bir adamdım, umursamamam gerekiyordu belki. Üstelik bir tür rahatlık dahi sağlamıştı. Nöbet ya da daha zorlu görevler de verilmeyecekti. Amma velakin fena koymuştu bu ayrımcılık. Tören sonrasında herkes ailesiyle mutluluğunu paylaşırken, teneke barakanın arkasında, tek başıma iki saat boyunca ağladığımı hiç unutamıyorum. Alay komutanımın odasına çağırıp, “Üzülme, bir sorunun olursa gel bana” deyişi hâlâ belleğimde bir yara. 301’den yargılanış, aklanış ya da mahkum oluş bir rütbe takdimi değil hiç kuşkusuz. Dolayısıyla “Onlara verilmediğine göre bana da verilmemeliydi”, hele hele de “Bana verdiklerine göre onlara da verilmeliydi” arayışında asla olamam. Ama ayrımcılığa uğramanın tecrübeleriyle pişmiş biri olarak ussal refleksimin şu soruyu sormaktan da hiç geri durmadığını itiraf etmeliyim: “Benim Ermeni olmamın bu sonuçta bir rolü oldu mu?”
Haddimin bildirilmesi
Öncelikle Hrant Dink’in “Çok olmasına” biraz açıklık getireyim. Dink zaten epeyi bir süredir dikkatlerini çekiyor, canlarını sıkıyordu. 1996 yılıyla birlikte, AGOS’u çıkardığından beri Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirirken, haklarını talep ederken ya da tarihin konuşulmasına ilişkin Türk resmi tezinin hoşuna gitmeyen kendi duruşunu sergilerken, arada bir çizmeyi aştığı olmuyor değildi ancak asıl bardağı taşıran damla 6 Şubat 2004 tarihinde AGOS’ta yayınlanan “Sabiha Gökçen” haberi oldu. Dink imzasıyla ve “Sabiha-Hatun’un sırrı” başlığıyla verilen haberde Gökçen’in Ermenistanlı akrabaları konuşuyor ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyorlardı. Bu haber, Türkiye’nin en çok satan gazetesi Hürriyet’te 21 Şubat 2004 tarihinde AGOS’tan alıntılanarak manşetten verilince olanlar oldu ve Türkiye’de yer yerinden oynadı. 15 günü aşkın bir süre tüm köşe yazarları habere ilişkin olumlu, olumsuz yorumlarda bulundular, değişik kesimlerden değişik beyanatlar verildi. Tüm bunların içinde en önemlisi ise Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklama oldu. Genelkurmay bu haberi yapanlara karşı “Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa karşı bir cürümdür” açıklamasıyla tepki koyuyordu.
Resmi sohbete davet
Genelkurmay bildirisi 22 Şubat Pazar günü yayınlandı. Evimde, televizyon haberlerinden dinledim uzun bildiriyi. O gece çok rahat değildim. Ertesi gün muhakkak birşeyler olacağını seziyordum. Nitekim tecrübelerim ve sezgilerim beni yanıltmadı. Ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu. Sert bir tonla, habere ilişkin elimdeki belgelerle Valiliğe beklediğini bildirdi. “Bu çağrının hangi amaçla yapıldığını?” sorduğumda ise “Sohbet etmek ve elinizdeki belgeleri görmek” şeklinde yanıtladı. Tecrübeli gazeteci dostlarımı aradım, bu çağrının hangi anlama geldiğini sordum. “Bu tür sohbetlerin gelenekten olmadığı gibi bunun yasal bir prosedür de olmadığını ancak elimdeki belgelerle davete icabet etmemin doğru olacağını” telkin ettiler.
Dikkatli olmalıydım
Tavsiyeye uydum ve elimdeki belgelerle birlikte Vali Yardımcısı’nın yanına gittim. Hayli nazikti Vali Yardımcısı. İçeri buyur ettiğinde, odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu. Nazikçe “Onların kendisinin yakınları olduğunu, sohbetimizde hazır bulunmalarında bir mahzur görüp görmediğimi?” sordu. “Bir mahzur görmediğimi” söyleyip oturduğumda zaten ortamın nazikliğini kavramıştım. Hiç beklemeden girişi yaptı Vali Yardımcısı. “Hrant bey” diyordu “Siz, tecrübeli bir gazetecisiniz. Daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? Bakın ortalık nasıl allak bullak oldu. Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir. Bakın şu elimdeki evrakı görüyor musunuz? Ermeni Patriği’nin bir başvurusu vardı, bazı internet sitelerinde Ermeni toplumunun bazı kurumlarına yönelik bazı densizler terör sayılabilecek girişimlerde bulunmaya çalışıyorlarmış. İşte biz de onları aradık ve Bursa’da bulduk, sonunda adalete de teslim ettik. Ama bakın işte sokaklar ne gibi insanlarla dolu. Bu tür haberlere daha dikkat etmek gerekmez mi?” Vali Yardımcısı’nın bu girişle başladığı sohbete, odadaki misafirlerden erkek olan da katıldı ve ondan sonra da zaten sözü bir daha başkasına bırakmadı. Vali Yardımcısı’nın sözlerini daha da net bir üslupla bu kez o yineledi. Dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu: “Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz” diyerek de beni kerelerce uyarıyordu. Ben ise haberi hangi niyetle yaptığımı anlatmakla yetindim. Birincisi ben gazeteciydim ve bu bir gazeteciyi heyecanlandıracak bir haberdi. İkincisi de, Ermeni sorununu hep ölenler üzerinden konuşmak yerine biraz da kalanlar ve yaşayanlar üzerinden konuşmayı denemek istiyordum. Ama görüyordum ki kalanlar üzerinden konuşmak daha zordu! Odadan ayrılacaktım ki götürdüğüm belgeleri görmek ya da almak için ısrar bile etmediklerini farkettim. Belgeleri isteyip istemediklerini onlara ben anımsattım ve verdim. Zaten de konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim… Dikkatli olmalıydım… Yoksa iyi olmazdı!
Artık hedefteydim
Hakikaten de sonrası iyi olmadı. Valiliğe çağrıldığımın ertesi gününden itibaren birçok gazetede birçok köşe yazarı Ermeni kimliği üzerine yazmış olduğum deneme serisinin içinde geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesini cımbızlayarak, bununla Türk düşmanlığı yaptığımı ortak bir kampanyayla dile getirmeye başladılar. Bu yayınların ardından ise 26 Şubat günü İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz’in başını çektiği bir grup ülkücü, AGOS’un kapısına gelerek aleyhime sloganlar attı ve tehditlerde bulundu. Polis gösterinin olacağını önceden haber almıştı. AGOS içinde ve kapısında gereken önlemleri aldı. Tüm televizyon kanalları ve gazete muhabirleri de haberdar edilmişlerdi, hepsi AGOS’un önündeydi. Grubun kullandığı sloganlar çok netti: “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun ASALA”, “Bir gece ansızın gelebiliriz”
Tehlikenin eşiğinde
AGOS’un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Ardından da devreye o güne değin hiçbir popülaritesi olmayan Av. Kemal Kerinçsiz ve onun başkanlığını yaptığı Büyük Hukukçular Birliği girdi. Kerinçsiz ve arkadaşları Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na giderek, hakkımda suç duyurusunda bulundular. Bu başvuruyla birlikte, Türkiye’nin itibarını bütünüyle zedeleyen 301 davalarına da hız verilmiş oldu. Benimle ilgili ise yeni ve tehlikeli bir süreç başlıyordu. Gerçi ben hayatım boyunca hep tehlikelerin etrafında dolaşmıştım. Ya tehlikeler beni çok sevmişti, ya ben tehlikeleri… Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.
Hrant Dink (12 Ocak 2007) AGOS Sayı: 563
Ruh halimin güvercin tedirginliği
Başlangıcında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “Türk olmadığımı… Türkiyeli ve Ermeni olduğumu” söylediğim için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum.
Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum. Urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri. Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “Türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti. Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum.Kendimden emindim
Ama hayret işte! Dava açılmıştı. Yine de iyimserliğimi kaybetmedim. O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz’e “Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç yoktu.
“Ya sabır” çeke çeke…
Ama dönülmedi. Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi. Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi. Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım… Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı. “Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca. Davanın her celsesinde “Türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. Her seferinde “Türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle. Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu. Tüm bunlara “Ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.
Kara mizah
Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS’takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk. “Kara mizah” dedikleri bu olsa gerek. Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki? Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.
Başsavcının çabasına rağmen
Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu? Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu. Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı. Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.
Güvercin gibi
Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular. Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü. (Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.) Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.
İşte size bedel
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? “Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?” Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi… İşte size bedel… İşte size bedel… İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?
“Ölüm-Kalım” dedikleri
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım… Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu. Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında… O noktada hep çaresiz kaldım. “Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım. İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı. “Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.
Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik? Ermenistan’a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi. Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım? Rahat bana batardı! “Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik. Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama…
Ürkek ve özgür
Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten. Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum. Bu dava kaç yıl sürer, bilemem. Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim. Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım. Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.
Hrant Dink (19 Ocak 2007) AGOS Sayı: 564
1. Nisan 2008: 10:12 #28521AnonimPasifSıdesutyun Paregamıs! (Elveda Dostum!)
Adam gibi adamdı.
Dağ gibi, ırmak gibi, çocuk gibi bir adamdı.
Özü sözü bir, yurtsever ve yiğit, dünyalar güzeli bir adamdı.
Bir sınır boyundaydık.
İkimiz yürüyorduk.
Omzuma sarılıp bir öykü anlatmıştı bana:
Sivas’tan Fransa’ya göçmüş yaşlı bir Ermeni kadın, “Toprağından yol geçecek. Gel” çağrısı üzerine Sivas’a, terk ettiği topraklara gelmiş yeniden…
80 yaşın yorgunluğuyla döndüğü topraklarda vefat etmiş.
Telefonla kızını aramışlar hemen; cenazeyi alması için…
Kızı “Bekletmeyin, toprağına gömün” demiş ve eklemiş:
“Su, çatlağını buldu.”
Gözleri yaşarmıştı bunları anlatırken…
Sonra, “‘Türkiye’nin toprağında gözünüz var’ diyorlar ya” demişti:
“Evet, gözümüz var bu vatanın toprağında… Ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için…”
***
İşte o gözünü diktiği yere, ölesiye sevdiği, terk etmediği için de kurban edildiği bu toprakların kanlı sinesine yatırıyoruz Hrant’ı…
Elbette bekliyordu o da bunu…
Sağlam bir siyasi geçmişi vardı; bu topraklarda farklı düşünmenin, muhalif olmanın, demokrasiyi, özgürlüğü savunmanın kimlerce, nasıl cezalandırıldığını biliyordu.
“Güvercinlere dokunmazlar” diye yazsa da ülkesini tanıyor, yaklaşan “mukadderat”ı seziyordu.
Tehdit edenler “git” diyordu; dostları gitmesini tavsiye ediyordu.
Gitse, bütün Batı’nın kapıları açılır; krallar gibi yaşatılırdı.
Ama gitmiyordu.
Bu ülkeyi belki hepimizden fazla sevdiğinden gitmiyordu.
Yeni dede olmuştu; kendisinin soluyamadığı demokrasiyi torununa miras bırakabilmek için gitmiyordu.
Gitmiyor ve tehditlerin, birbiri peşi sıra açılan davaların, mahkeme kapısında linç için bekleşen ve bu saldırının provasını yapan çapulcuların arasında, bir ateş çemberinin tam ortasında yapayalnız yaşıyordu.
Kendi cemaati içinde bile yapayalnız…
***
Tetiği çeken alçak biliyor muydu acaba bu ülkenin bölünmemesinin, halkların birbirine düşman kesilmemesinin en büyük garantilerinden birinin Hrant olduğunu…
Asıl onsuz bu mozaiğin çatırdayacağını, bu demokrasinin yaralanacağını… Türklerin aşağılanacağını…
Türkiye’nin onunla birlikte sadece cesur bir yurtseveri değil, kardeşçe bir arada yaşama umutlarını, barışı ve hoşgörü kültürünü de yitirdiğini…
Yoksa asıl amaç bu muydu?
***
Güzel dostum!
Dün, upuzun serildiğin bu sokaklarda ürkek bir güvercin gibi sağını solunu kollayarak yürümeyeceksin artık…
Seninle Erivan’da yaptığımız gibi ayrı dillerde Sarı Gelin’i söyleyip ağlaşamayacağız.
Ama senin yaşadıklarını torununun da yaşamasına, bu ülkenin halklarının birbirine düşürülmesine de izin vermeyeceğiz.
Bak, dün gece “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diye yürüdüler gazetenin önünde… Sırf bu manzarayı görebilmek için bir ömür vermiştin; göremeden gittin.
Hayattayken çabaladığını, ölümünle başardın.
Şimdi 301’i de kaldırır bunlar; belki dökülen kanın, Ermenistan’la kapıyı da aralar…
Belki o zaman diner, kardeş bildiklerince başından vurulmuş güvercinin acıları…
“Su, çatlağını buldu” diye yazmak zor senin ardından…
Ama, dilerim gözünü diktiğin ve can pahasına kopmamakta direndiğin o toprak, huzurlu bir yatak olur sana…1. Nisan 2008: 10:15 #28522AnonimPasifBu kurşun hepimize
Agos Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, dün Şişli Halaskargazi Caddesi üzerindeki gazetenin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Vali Güler, olayla ilgili olarak 3 kişinin gözaltına alındığını söyledi
HALUK ATALAY, ŞAKİR AYDIN, ŞENOL DEMİRCİ, GÜRKAN AKGÜNEŞ, GÜLAY FIRAT, MEHMET AKİF ERDEM, MUSTAFA KURTARAN, BÜNYAMİN AYGÜN, HÜSEYİN ÖZDEMİR İstanbul, TOLGA ŞARDAN, UTKU ÇAKIRÖZER, ÖNDER YILMAZ, GÖKÇER TAHİNCİOĞLU, YILDIZ YAZICIOĞLU, TÜRKER KARAPINAR, MİTHAT YURDAKUL, YAVUZ ÖZDEN Ankara
Türkiye Ermenilerinin önde gelen isimlerinden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, dün İstanbul’da uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Son dönemdeki yazı, açıklama ve başvurularında aldığı tehditleri dile getiren Dink’e dün öğle saatlerinde Şişli Halaskârgazi Caddesi’ndeki gazetesi önünde silahlı saldırıda bulunan zanlı kaçtı. Suikastın ardından “koruma talebi-tahsisi” tartışması yaşanırken, İstanbul Valisi Muammer Güler, 3 kişinin gözaltına alındığını açıkladı. Polisin, çevredeki kameralardan zanlının kimliğini belirlediği dile getirilirken, gözaltındakilerden birinin de Şırnak doğumlu M.P. olduğu öğrenildi. Gözaltıdaki M.P. için ek süre alındığı bildirildi.
Kafasından vuruldu
Görgü tanıklarının ifadesine göre Dink, öğle yemeğinin ardından Sebat Apartmanı’ndaki gazetede bir toplantı yaptı. Toplantının ardından telefonda bilinmeyen bir kişiyle görüşme yapan Dink, kimseye bir şey söylemeden gazeteden ayrıldı.
Dünyada en çok tanınan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından Dink, 15.00 sıralarında Sebat Apartmanı’nın önüne çıktığında, arkasından yakın mesafeden ateşlenen bir tabancadan çıkan kurşunlara hedef oldu. Kafasından vurulan Dink olay yerinde ölürken, olay yerinde 4 boş kovan bulundu, 1.65 boylarındaki kot pantolonlu zanlı kaçtı.Görgü tanıkları, 18-19 yaşlarında ve beyaz şapkalı bir kişinin koşarak kaçtığını söyledi. Bazı vatandaşlar da, saldırganın görgü tanıklarına “Konuşmayın, sizi de vururum” tehdidinde bulunduğunu savundu. Bütün dünyada yankı uyandıran saldırının şokunu atlatamayan Agos çalışanları, binanın penceresinden Dink’in cesedine bakarken gözyaşlarını tutamadı. Agos Yayın Kurulu üyesi Serkis Seropyan, Dink’in yemek yedikten sonra bir kişi tarafından kapının önüne çağrıldığını belirterek, “Birisi kapının önünde başına 3 el kurşun sıkmış” dedi.
Cansız bedeni bekletildi
Polis suikast bölgesini güvenlik çemberine alırken, Dink’in cesedi uzun süre olay yerinde bekletildi. İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin olay yerinde incelemelerde bulunurken, Dink’in kafasına isabet eden iki kurşunla hayatını kaybettiği belirtildi.
Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince Taksim’de gözaltına alınan 2 kişi, olayla ilgileri olmadığı belirlenince serbest bırakıldı. Vali Güler de akşam saatlerinde 3 kişinin gözaltında olduğunu açıkladı.
Soruşturma çerçevesinde, tanıkların ifadeleri üzerine alınan eşkâl doğrultusunda robot resmi hazırlanan saldırganın kameralardan görüntüsüne ulaşıldığı ve kimliğinin de belirlendiğini iddia edildi.
Olayın ardından Dink’in cep telefonu polise teslim edildi.Dink’in gazetedeki odasında da inceleme başlatan polis, saldırganın yakalanması amacıyla metro ve otobüs durakları ile vapur iskelelerinde önlem aldı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü de bölgedeki tüm MOBESE kayıtlarını ve şirketlere ait özel güvenlik kameralarının görüntülerini incelemeye başladı. Olay yerine yakın cep telefonu operatörlerine ait baz istasyonlarından, yapılan telefon görüşmeleri de mercek altına alındı. İstanbul Başsavcılığı da, cinayetin terör örgütü bağlantısı olup olmadığı yönünde inceleme başlattı.
Güler: Net deliller var
Olay yerine gelerek Agos çalışanlarıyla görüşen Vali Muammer Güler, bölgedeki dükkân ve mağaza çalışanlarından bilgi aldı.
Güler akşam yaptığı açıklamada da, olayın çözülmesinin an meselesi olduğunu belirterek, “Elimizde net deliller var. Olayla ilgili görüntüler, belgeler, görgü tanıklarının ifadeleri doğrultusunda çalışmalar sürdürülüyor. Elde edilen belge ve görüntüler Ankara’dan gelen uzman heyetle değerlendiriliyor” diye konuştu.[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Suikast silahı Beretta mı?[/FONT]
Dink’in öldürülmesinde kullanılan silahın ilk belirlemelere göre Beretta olduğu tespit edildi. Olay yerinde bulunan 7.65 mm’lik boş kovanlar üzerinde Kriminal Laboratuvarı’nda yapılan ilk incelemeler sonucu, iğne ve namlu izlerinden, silahın büyük olasılıkla İtalyan üretimi Beretta marka olduğu değerlendirildi. Bir Emniyet yetkilisi, 7.65 mm’lik silahın özellikle suikastlarda kullanıldığına dikkati çekti. Küçük namlulu ve küçük çaplı olması nedeniyle diğerlerine göre daha az ses çıkarıp tepki verdiği için bu cins silahın tercih edildiğini belirten yetkili, “Dikkat çekmez, kullanımı ve saklanması kolaydır” dedi.
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Şimdi kanları daha mı temiz?[/FONT]
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ailesi tepki gösterdi.
Babasının ölüm haberinin ardından Agos gazetesine gelen Dink’in kızı Sera Dink, gazete binası içinde bağırarak, “Babamı vurdular. Şimdi kanları daha mı temiz oldu. Babamın karşısına çıkamadılar, arkasından vurdular” dedi.
Sinir krizleri geçiren gazeteci Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ise, “Beni kocamın yanına götürün. Çocuklarımın hakkını bağışla ya Rabbim” dediği öğrenildi.Agos gazetesi önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren gazeteci Hrant Dink’in eşi, oğlu ve kardeşi daha sonda ambulansla, Dink’in cesedinin götürüldüğü Adli Tıp Kurumu’na götürüldü.
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]‘Veli Küçük’ün tehdit ettiğini bana söyledi’[/FONT]
Hrant Dink’in avukatı Erdal Doğan, ismi Susurluk skandalına da karışan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün, Dink’i tehdit ettiğini iddia etti.
NTV’nin haberine göre Doğan, şunları söyledi: “Kendisinin, kamuoyunun Susurluk döneminden tanıdığı Veli Küçük tarafından tehdit edildiğini, sadece kendisini değil ailesinin ve çocuğunun da tehdit edildiğini söyledi. Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na vermiş olduğu bu tehditlerle ilgili soruşturmadan herhangi bir şey çıkmadığını, yakındığını, hatta bu cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde ülkenin gerileceğini ve bu gerginlikte kendisinin hedef alınarak öldürülebileceğini bizzat kendisi bize söyledi.”
Küçük ise, Doğan’ın bu açıklamalarının ardından dava açacağını açıkladı.Yoğun güvenlik
Bu arada, Bakırköy’deki İstanbul Caddesi Şinasi Gürünlü Sokak üzerindeki Sevil Apartmanı’nın 5. katında oturan Hrant Dink’in evinin önü ile sokak üzerinde geniş güvenlik önlemleri alındı.
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Katil güvenlik kamerasında[/FONT]
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazetenin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Silahlı saldırıyı gerçekleştiren saldırganın 18-19 yaşlarında olduğu belirtildi. Her yerde didik didik aranan katil zanlısı, olay yerinden kaçarken güvenlik kameralarına yakalandı.
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Dünya ‘acil’ koduyla duydu[/FONT]
Uluslararası haber ajansları, Hrant Dink’in öldürülmesini “acil” koduyla duyurdu. Associated Press haber ajansı, “Türkiye’deki Ermeni topluluğunun en önemli seslerinden biri olan Hrant Dink, silahlı bir kişi tarafından gazetesinin girişinde öldürüldü. Dink, kendisini vatan haini olarak gören milliyetçilerden tehdit alıyordu” ifadesini kullandı.
Reuters haberi, “Ermenilerle ilgili yorumları nedeniyle Türklüğe hakaretten suçlu bulunan Türk-Ermeni editör İstanbul’da gazetesinin önünde vurularak öldürüldü” ifadesiyle duyurdu. Ajans, Dink’in Türklüğe hakaretten yargılanan düzinelerce yazardan biri olduğunu belirtti.AFP, “Dink, sözleri nedeniyle Türk milliyetçi çevrelerinin öfkesini çekmişti” diye yazdı.
Yayın akışını kesen CNN’in haberinde, “Bu saldırı Türkiye’nin istikrarı hakkında şüphe doğurdu” ifadeleri kullanıldı.
BBC’nin internet sitesi de manşetten duyurduğu haberinde “Agos gazetesinin tanınmış editörü gazetenin önünde vuruldu” dedi.[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Dayanılmaz acı[/FONT]
Hrant Dink’in ölümü tüm Türkiye’yi sarsarken, hiç kuşkusuz en büyük acıyı yakınları yaşadı. Saldırı haberi üzerine olay yerine gelen Dink’in oğlu Ararat Dink, babasının cesedinin yanına gitmek istedi. Ancak güvenlik çemberinde polis tarafından güçlükle durduruldu.
Hrant Dink’in kızı Sera, saldırıdan sonra balkondan bakıp babasının cesedini görünce büyük acıyla yıkıldı. Hrant Dink’in kardeşi Arat Dink de saldırıyı duyar duymaz olay yerine koştu ve gözyaşlarına boğuldu. Hrant Dink’in cesedi ambulansa konurken, Arat Dink çevresindekilerin kollarında güçlükle ayakta duruyordu.
1. Nisan 2008: 10:19 #28523AnonimPasifİşte ZANLININ FOTOĞRAFLARI
20 Ocak 2007 Cumartesi 13:16
İstanbul Valisi Muammer Güler, Dink’in zanlısının fotoğraflarını basına dağıttı. Güler zanlının kimlik tespitinin yapılamadını olayla ilgili vatandaşların yardımlarını beklediklerini söyledi.
Güler ihbarda bulunacak vatandaşları güvenliği için kimliklerinin saklı kalacağını hatırlattı. İhbar için şu telefon numaralarını arayabilirsiniz:
0212 636 29 50- 636 12 53
1. Nisan 2008: 10:21 #28524AnonimPasifKatil zanlısı yakalandı
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katil zanlısının Trabzon nüfusuna kayıtlı Ogün Samast, Samsun’da yakalandı. Zanlı, babası Ahmet Samast’ın basına dağıtılan görüntülerden oğlunu teşhis ederek ihbar etmesi sonucu yakalandı.
NTV-MSNBC VE AJANSLAR
Güncelleme: 01:16 TSİ 21 Ocak 2007 PazarİSTANBUL – Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katil zanlısı 17 yaşındaki Ogün Samast, Samsun Otogarı’nda jandarma ekipleri tarafından yapılan kontrol sırasında yakalandı. Zanlının üzerinde ise muhtemelen suç aleti olduğu bildirilen 7.65 çapında bir tabanca ele geçirildi. Halen Samsun Emniyet Müdürlüğü’nde tutulan zanlı, İstanbul’a gönderilecek.
1. Nisan 2008: 10:23 #28525AnonimPasifBilirkişi: Hrant Dink suç işlemedi
Türkçe ve Ermenice yayımlanan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in ‘Ermeni Kimliği Üzerine’ başlıklı yazı dizisinde ‘Türklüğü tahkir ve tezyif ettiği’ gerekçesiyle altı ay hapis cezasına çarptırılması düşünce ve ifade özgürlüğü tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Gazeteci Hrant Dink, ceza almasına neden olan yazıda ‘Türklüğü tahkir ve tezyif etmek’ gibi bir niyetinin olmadığını açıkladı. Nitekim Şişli
2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevlendirdiği üç kişilik bilirkişi heyeti de dizi yazının 6, 7 ve 8’inci bölümleri incelendiğinde bir suç unsurunun oluşmadığı tespitini yapmıştı.
Bilirkişi heyetinin raporunu ve yazı dizisinin son üç bölümünü aynen yayımlıyoruz:“Dava konusu yayın sanık Hrant Dink tarafından Agos gazetesinde kaleme alınan yazı dizisinin 8 numaralı yazısıdır. Bilindiği gibi bu tür yayınlara ilişkin yargılamalarda suçun tespit edilebilmesi için bütünün ve bağlamın dikkate alınması gerekmektedir. Zira kimi durumlarda tek başlarına tahkir olarak nitelendirilebilen eylemler bir bütünün içinde bu maksada hizmet etmemekte, kimi zamanlarda ise tek başına tahkir edici olamayan ifadeler bir bütünün içinde tahkir edici olabilmektedir. Bu nedenle eylemin tipik olup olmadığı ve suçun diğer yapısal unsuları bakımından yapılacak değerlendirmede bu bütünün dikkate alınması gerekmektedir.
Sekiz bölüm de incelenmeli
Dava konusu yayın ‘Ermeni Kimliği’ başlığı altında yazılan bir dizi yazının içerisinde yer almaktadır. Bu dizi çerçevesinde yazar; (1) Kuşaklara Dair (7 Kasım 2003), (2) Kilisenin Rolü (14 Kasım 2003), (3) Kaç Vartan’ın Çocukları (5 Aralık 2003 ), (4) Pratik Kimliğin Teorisi (19 Aralık 2003), (5) Batı: Cennet ve Cehennem (26 Aralık 2003), (6) Ermeni’nin Türk’ü (23 Ocak 2004), (7) ‘Türk’ten Kurtulmak (30 Ocak 2004), (8) Ermenistan’la Tanışmak (13 Şubat 2004) başlıklı yazıları ‘Ermeni Kimliği’ üst başlığı altında incelenmektedir. Bilindiği üzere milletler bakımından kimlik sorunu siyasi ve sosyolojik bir kavramdır. Milletler tanımları gereği ortak bir kültür ve amaç çerçevesinde bir araya gelmiş insan topluluklarıdır. Bu kısa tanımlamada pek çok unsur yer almamakla birlikte, ortak kültür aranan dil, din, yaşam tarzı, ortak tarih, coğrafya gibi pek çok unsuru bünyesinde barındırmaktadır. Milletlerin kimliği dendiğinde ise anılan sosyolojik ve siyasi pek çok kavramın bir bütünü, o milletin ortak değerleri ifade edilmektedir. Milletlerin kimliği kullanılan dilden tarihe, siyasi olaylardan dine, ortak amaçlardan coğrafi birlikteliğe kadar pek çok kavram ve kurumdan etkilenmektedir. Örneğin Türk kimliği dendiğinde kabul edilen dinin, yaşanan siyasal süreçlerin, savaşların, kültürün, milleti oluşturan bireylerce benimsenen ortak amaçların -ki örneğin bunlar Anayasamızın başlangıç bölümünde ifade edilmektedir- etkisi tartışılmazdır.
Milletler bakımından kimliğin ortaya konması ve ana unsurlarının belirlenmesi hayati önemdedir. Zira kimlik milletlerin varlık ve devamlılıkları bakımından son derece önemlidir. Ermeni kimliğine ilişkin sanıkça yazılan yazıda da bu bağlamda Ermeni kimliğinin bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Bu çerçevede sanık kuşaklar arasındaki farklılıklara, farklı ülkelerde yaşayan Ermenilerin kimlik bakımından durumlarına, 1915 yılında yaşanan olaylara, Batı’ya göç eden Ermenilere, Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin Ermenistan’la ilişkilerine değinmektedir. Sanık bakımından kaleme alınan yazılardan sadece sonuncusu iddianamenin konusunu oluşturmaktadır.
Sanığın müsnet suç bakımından söz konusu ifadeleriyle anlatmak istediği husus tüm yazıları ardı ardına okunduğunda ortaya çıkmaktadır. Buna göre 1915 yılında yaşanan olaylar soykırım niteliğindedir. Bu olaylar Ermeni kimliğinde gerek oluşları gerekse daha sonra dünyanın ilgisizliği nedeniyle ciddi tahribatlara yol açmıştır. Sonrasında Ermeni toplumu bu olayı ayakta kalmak için kullanmış, zamanla ise bu olayların gerçekliği ve dünyaya kabul ettirilmesi bir inada dönüşmüştür. Bu inat yani soykırım ve dünyaya kabul ettirme sorunu, zamanla Ermeni kimliğinin asıl unsuru haline gelmiştir. Bu durum Ermeni kimliğine zarar vermekte ve Ermeni kimliğini tüketmektedir, sağlıksız bir ruh halinin göstergesidir.
Ermenilerin ruhsal hayatında, ulusal kimliklerinde Türk unsuru, bu anlamda -1915 olayları anlamında- ciddi etkiler doğurmaktadır ve Ermenilerin sağlıklı bir kimlik oluşturabilmeleri için bu etkiden kurtulmaları gerekmektedir. Bu kurtulma, Türklerin devlet ve toplum olarak Ermenilerin acılarını paylaştığını ifade etmesi ile mümkün olacaktır ki bu olasılığın gerçekleşmesi zor görünmektedir. İkinci yol olarak ise Ermeniler kendi kimliklerinden bu etkiyi çıkarmalıdır. Bu yol hem daha kolaydır ve yapılması gereken de budur. Ermeniler 1915’te yaşanan olayların gerçekliğinin farkındadır. Türkiye’nin ya da dünyanın bu olayları tanıması ya da tanımaması bir şeyi değiştirmeyecektir. Dolayısıyla Ermenilerin tek hedefi bu olayları Türkiye’ye ve dünyaya kabul ettirmek olamaz. Ermeni kimliğinin sağlığı başka ülkelerin soykırımı kabul edip etmemesine bağlı olamaz. Bu yaklaşım hatalıdır. Bu hatalı yaklaşım artık terk edilmelidir. Ermeni kimliğinin oluşumu bu bağlamda Türk’e bağlı kalmamalıdır. Ayrıca Ermenilerin tüm çabalarını dünya üzerinde ‘Türk’e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, kimliğin oluşumunu engelleyen bir zaman kaybıdır. Bu anlamda Ermeni dünyası kendini ‘Türk’ten kurtarmalıdır. Bu yapıldığında Ermeni kimliğinde ‘Türk’ten geriye kalacak boşluk sorun oluşturmayacaktır. Zira bu boşluk Ermenistan devletine gösterilecek ilgi ve devlet için harcanacak çaba ile doldurulmalıdır. Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu, ‘Türk’le uğraşmamaktır. ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur. Yeter ki mevcudiyetin farkında olsun.
‘Türk’ ile anlatılmak istenen
159. maddede düzenlenen Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun oluşumu için dava konusu yayında Türk kimliğine ve Türklüğe yönelik bu tahkir ve tezyifin bulunması, tahkir ve tezyifin tahkir etmek özel kastıyla yapılması ve ifadelerin düşünce özgürlüğü kapsamında yer almaması gerekmektedir. Sanık yazılarında ‘Türk’ten bahsetmekte ve Ermeni kimliğindeki bu Türk olgusundan kurtulmak gerektiğini ifade etmektedir. Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun oluşabilmesi için, Türk kimliğinin, Türklüğün tahkir ve tezyife konu olması gerekmektedir. Sanığın ifadelerinde sürekli olarak bir Türk olgusundan bahsedilmekte ve bu Türk olgusunun Ermeni kimliğini olumsuz etkilediğinden ve Ermeni kimliğinden çıkarılması gerektiği söylenmektedir. Sanığın bu Türk olgusu ile ne anlatmak istediği ise önceki yazılarından anlaşılmaktadır. Şöyle ki; sanık Ermeni Kimliği Üzerine (6) Ermeni’nin Türk’ü, Ermeni Kimliği Üzerine (7) ‘Türk’ten Kurtulmak, Ermeni Kimliği Üzerine (8) Ermenistan’la Tanışmak başlıklı yazıda bir olgu olarak Türk’le neyi anlatmak istediğini ifade etmektedir. Sanığın bütün yazıları birlikte incelendiğinde yazıya konu olan Türk ifadesi ile anlatılmak istenenin 1915 olayları sebebiyle Ermeni kimliğinde yer alan anlayış ve bakış açısı olduğudur. 159. maddede düzenlenen suçun oluşabilmesi için fail Türk kimliğine, Türklüğe yönelik eylemlerde bulunmalıdır.
‘Zehirli kan’ ne demek?
Oysa dava konusu yayında bu yönde bir eylem bulunmamaktadır. Yayında geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç sanığın Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu, yani 1915’te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir. Sanık daha önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir. Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil Ermeni kimliğinde yer alan sanığın ifadesi ile hatalı anlayıştır. Tüm bu açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, sanığın ifadelerinin 159. maddede düzenlenen anlamda Türklüğü tahkir ve tezyif olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bir kere ifadeler Türklere ya da Türk kimliğine yönelik değildir. Aksine ifadeler Ermeni toplumunun oluşturduğu Türk anlayışına ve olgusuna yöneliktir. İkinci olarak sarf edilen sözlerde tahkir, aşağılama, küçük düşürme, zayıflatmak anlamına gelebilecek bir husus bulunmamaktadır. Salt 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmek de bu anlamda 159. maddede düzenlenen suçu oluşturmayacaktır. Ermeni soykırımı iddiaları halen tartışılmakta olup bu konuda gerek Ermenilerden gerekse Türklerden farklı bakış açıları ve görüşler ifade edilmektedir. Dolayısıyla bu açıklamalar tarihi bir
olaya ilişkin görüş açıklamalarıdır. 159. maddede düzenlenen suç tipinin tipik eylem unsurunu oluşturmadığı gibi, açıklamalar bölümünde geniş olarak ifade edilen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.Suçun oluşumu bakımından özel kast aranmaktadır. Nitekim 159. maddenin son fıkrasında, tahkir kastıyla olmayan eylemlerden bahsedilerek bu husus açıkça düzenlenmiştir. Yukarda da açıklandığı üzere sanığın davaya konu eylemi, Ermeni kimliği üzerinedir. Ermeni kimliğinin değerlendirmesi ve eleştirisi yapılmaktadır. Doğrudan Türklüğe yönelik bir eylem bulunmadığı gibi, bu amacı ortaya koyacak bir veri de bulunmamaktadır. Dolayısıyla sanığın eylemi tipik olarak nitelendirilse dahi, suç için gerekli olan özel kast sanıkta bulunmamaktadır.
Sonuç
Sanıklar Agos gazetesi yazarı Fırat (Hrant) Dink ve sorumlu yazıişleri müdürü Karin Karakaşlı hakkında gazetenin 13.02.2004 tarihli nüshasında yer alan yazı tarafımızdan değerlendirilmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
Sanıklardan Fırat (Hrant) Dink tarafından yazılan yazının tam olarak anlaşılabilmesi için yazının parçası olduğu dizi tümüyle incelenmelidir. Bu inceleme sonucunda dava konusu yazıda yer alan ifadelerin 159. maddede düzenlenen Türklüğü tahkir ve Tezyif suçunun tipik eylem unsurunu oluşturmadığı, ayrıca eylemde suçun oluşumu için gerekli olan tahkir ve tezyif özel kastının bulunmadığı, 5187 sayılı yeni Basın Kanunu’nun cezai sorumluluğu düzenleyen 11. maddesi cezai sorumluluk bakımından eser sahibinin sorumlu olduğunu, ancak eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurtdışında bulunması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde sorumlu yazıişleri müdürünün sorumluluğuna gidilebileceği hükmüne yer vermektedir. Bu nedenle Agos gazetesi sorumlu yazıişleri müdürü olması sebebiyle sanıklar arasında yer alan Karin Karakaşlı’nın durumunun bu hüküm çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi gerektiği sonuçlarına ulaşılmıştır.”1. Nisan 2008: 10:25 #28526AnonimPasifDünya Dink cinayetini konuşuyor…
Agos gazetesinin kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in İstanbul’da katledilmesi, Türkiye’de olduğu kadar yurt dışında da büyük ses getirdi. Avrupa ve Amerika’nın önde gelen gazeteleri, Dink cinayetine geniş yer ayırdı.
NYT: “HEM TÜRKLERİN HEM ERMENİLERİN TEPKİSİNİ ÇEKMİŞTİ
New York Times gazetesi, Hrant Dink’in soykırım konusundaki yorumları nedeniyle Türkiye’de büyük tepki çektiği ancak Ermeni soykırımının kabulünün Türkiye’nin AB üyeliği için bir şart olmaması gerektiği sözleri nedeniyle de bazı Ermenileri kızdırdığını yazdı. Haberde, Dink’in sadece bir editör ve köşe yazarı değil aynı zamanda Türkiye’deki Ermenilerin sesi olduğu vurgulandı. Haberde bu cinayetin de Türkiye’deki faili meçhuller listesine girmesinden korkulduğu kaydedildi.LAT: “DİNK KATLEDİLDİ”
Los Angeles Times gazetesi, Dink’in öldürülmesini, “Ermeni soykırımının tanınması konusunda yetkililerle çatışmaya giren Hrant Dink, kalabalık bir sokakta vurulduö şeklinde duyurdu. Haberde, cinayetin ardından çok sayıda insanın Taksim meydanında toplanarak saldırıyı protesto ettiği ifade edildi.IHT: “TÜRK-ERMENİ EDİTÖR KATLEDİLDİ”
International Herald Tribune gazetesi de “Türkiye’de en iyi bilinen Ermenice gazetenin karizmatik editörü, İstanbul’un merkezindeki ofisinden çıkarken vurulduö şeklinde duyurduğu haberinde, Dink’in Türkiye’deki milliyetçiler tarafından sıklıkla eleştirildiği kaydedildi.INDEPENDENT: “DİNK SOYKIRIMIN 1.500.001’İNCİ KURBANI OLDU”
İngiltere’nin en saygın gazetelerinden Independent da Dink’in ölümünü, ünlü köşe yazarı Robert Fisk’in kaleminden duyurdu. Fisk makalesine, “Hrant Dink, dün Ermeni soykırımının 1 milyon 500 bin birinci kurbanı olduö şeklinde başladı. Dink’in Türk ve Ermeni toplumlar arasında bir diyalog kurmak istediği kaydedilen makalede, ancak Ermeni asıllı gazetecinin, bunun bedelini kafasına sıkılan iki kurşunla ödediği ifade edildi.TIMES: “TANSİYONU YÜKSELTEBİLİR”
İngiliz Times gazetesi de Dink’in, 301’inci maddeden yargılanan en üst düzey kişilerden biri olduğunu yazdı. Haberde, bu saldırının, Türkiye’de zaten Cumhurbaşkanlığı ve Kasım’daki genel seçimler yüzünden yükselen tansiyonu daha da arttırabileceği değerlendirmesi yapıldı.GUARDIAN: “PEK ÇOK KEZ YARGILANMIŞTI”
Guardian gazetesi de Dink’in, Ermenilerin toplu ölümleri nedeniyle ilgili sözlerinden ötürü Türkiye’de pek çok kez yargılandığını belirtti. Haberde, Dink’in daha önce de kendisini vatan haini olarak görenlerden ölüm tehditleri aldığı vurgulandı.FT: “DİNK ÖLDÜRÜLDÜ
Financial Times gazetesi de Dink’in Türkiye’de Ermeni olaylarının konuşulması konusunda önemli bir tabuyu yıktığını kaydetti. Haberde, Dink’in ofisi önündeki saldırı sırasında öldüğü ifade edildi.EL PAİS: “ANKARA’NIN AB’YE YAKINLAŞMASINI SABOTE ETTİ”
İspanyol El Pais gazetesi, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak, “Gazeteci Dink’in ölümü, Ankara’nın AB’ye yakınlaşmasını sabote etti” yorumunda bulundu.
Cinayeti birinci sayfadan, “Türk milliyetçiliğine karşı gelen gazeteci İstanbul’da kurşunlanarak öldürüldü” başlığıyla duyuran gazete, Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımıyla ilgili “gerçekleri” artık kabul etmesi gerektiğini savundu.
Sağ görüşlü La Razon gazetesi de “Ermeni olayının en büyük savunucusu öldürüldü” başlığıyla verdiği haberde, Türkiye’nin Ermeni iddialarını kabul etmesi gerektiğini öne sürdü.
Haberde ayrıca, “Eğer Türkiye, Dink’in ölümünden dolayı Avrupa’ya doğru yolculuğunun kesilmesini istemiyorsa katilleri yakalamak zorunda” denildi.
ABC gazetesi de “AB, katliamlarla ilgili Türkiye’ye ifade özgürlüğüne saygı göstermesi gerektiğini söylerken, Dink’in öldürülmesi sistemdeki karanlık güçleri gün ışığına çıkardı” iddiasında bulundu.
İspanyol televizyonları da gazeteci Dink’in öldürülmesini “Türkiye’nin AB’ye doğru ilerleyişinde geri adıma neden olan bir saldırı olarak” yorumladı.LE FİGARO: “TÜRKİYE’DEKİ ERMENİLERİN SESİNE SUİKAST”
Fransa’da çıkan siyasi gazeteler, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayetini “Türkiye’deki Ermenilerin sesine yönelik suikast” olarak yorumladı.
Liberation ve Le Figaro gazetesi, “Türkiye’deki Ermenilerin sesine suikast başlığıyla” verdikleri haberlerde, “cinayetin sorumlularının aşırı sağcılar olduğundan şüphe edildiği” şeklinde yorumlara yer verdi.
“Hrant Dink’in Türk-Ermeni uzlaşması için mücadele ettiğini” yazan Le Figaro gazetesi, Dink’in avukatı Fethiye Çetin’in, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan güçlere yönelik suçlamalarını ön plana çıkardı.
Liberation gazetesi Dink’in uzlaşı ve diyalog yolundaki mücadelesine de geniş yer verdi.1. Nisan 2008: 10:28 #28527AnonimPasifDink’in katil zanlısı: Cuma namazını kıldım, vurdum
DHA
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast, yakalandıktan sonra Samsun Emniyet Müdürlüğü’nde verdiği ifadede, “Cuma namazını kıldıktan sonra vurdum” dedi.
Dink’in katil zanlısı Oguün Samast dunda gece Samsun’da yakalandı. Bu sabah İstanbul’a getirilen Samats, Emniyet Müdürlüğü’de sorguya alındı. Olayla ilgili Trabzon’da gözaltına alınan 4 kişi de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne getirildi.
Samats, Samsun’daki ilk ifadesinde cinayeti kabsul etti.
Cinayetten 10 dakika önce gözgeze geldiklerini ve Dink’in irkildiğini anlatan Samast’ın şu ifadeyi verdiği öğrenildi:
“İnternette haberlerde okudum. Orada ‘Ben Türkiyeliyim. Ama Türk kanı pis kandır’ dediği için öldürmeye karar verdim. 17 Ocak’ta Trabzon’dan otobüse bindim. 18 Ocak akşamı İstanbul terminaline indim. Geceyi de terminalde geçirdim. 19 Ocak’ta görüşmek için gazeteye gittim. Ancak görüşemedik. Daha sonra Cuma namazını kıldım. Namaz çıkışı da gazeteye gittim. Bu sırada Hrant Dink bir bankaya girdi. Bankadan çıkıp gazeteye gitti. Beni görünce irkildi. 10 dakika sonra gazeteden çıktı. Arkasından yanaştım ve 1 metre uzaklıktan vurdum. Pişman değilim.”
BAŞSAVCI: İTİRAF ETTİ
Samsun Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Gökçınar Agos Gazetesi Genel Yayın Müdürü Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast’ın ilk ifadesinin Samsun’da alındığını söyledi. Başsavcı Gökçınar, “Sanık suçunu itiraf etti” dedi.
KATİL ZANLISI BÖYLE YAKALANDI
Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast’ın yeri, dün öğle saatlerinde televizyonlarda gösterilen görüntülerinden resmi gören babası Ahmet Samast’ın ihbarıyla tespit edildi.
Ahmet Samast’ın oğlu Ogün Samast’ı aramaya başlayan polis, Trabzon McDonald’s bombalamasına karıştığı belirlenen Samast’ın aynı olaydaki arkadaşı Yasin Hayal ile birlikte 12 kişi gözaltına alındı.Hayal’den 12 saat sonra Ogün Samast Samsun’da yakalandı. Dink’in katil zanlısı Samast daha sonra İstanbul’a getirilerek Emniyet Müdürlüğü’de sorguya alındı. Olayla ilgili Trabzon’da gözaltına alınan 4 kişi de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne getirildi.
1. Nisan 2008: 10:30 #28528AnonimPasifRakel Dink’in kocası Hrant‘a mektubu:
Çutağıma eş olmak bana verildi. Bugün çok acılı ve onurlu olarak buradayım. Ben, çocuklarım, ailem ve sizler çok acılıyız. Bu sessiz sevgi biraz olsun bize güç katıyor, kederli bir sevinç yaşatıyor.
İncil’den Yuhanna 15:13’de hiç kimsede, insanın dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur der.
Sevgili dostlar bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını, sizin kardeşinizi uğurluyoruz. Sağdakine, soldakine, öndekine, arkadakine rahatsızlık, saygısızlık vermeden. Sloganlar pankartlar açmadan, sessiz bir saygı yürüyüşü gerçekleştiriyoruz. Bugün sessizlik ile büyük bir ses yükselteceğiz. Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır.
Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27 yaşında, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim…
Kardeşlerim,
Onun doğruluğa olan sevgisi, şeffaflığa olan sevgisi, dostuna olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü.Diyorlar ki o büyük bir adamdı. Size sorarım: “o büyük mü doğdu?” Hayır! O da bizim gibi doğdu. O gökten değildi, o da topraktandı. Bizim gibi çürüyen bir beden! Fakat yaşayan ruhu, yaptığı iş, kullandığı üslup, gözlerindeki, yüreğindeki sevgi onu büyük yaptı.
İnsan kendiliğinden büyük olmaz. İnsanı, yaptıkları büyük yapar. Evet, O büyük oldu. Çünkü büyük düşündü. Büyük söyledi. Bugün buraya gelerek hepiniz büyük düşündünüz. Sessizce büyük konuştunuz. Siz de büyüksünüz. Bugünle kalmayın, bu kadarla yetinmeyin.O bugün Türkiye’de milat yaptı, sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, onunla yasaklar değişti. Onun için “dokunulmazlar” veya “tabular” yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi. Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek, Hrantlara inanarak olur. Nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşıdakini kendin gibi görerek, kendin gibi sayarak, kendin sayarak olur.
Hisus’un yardımı ile yarattığı ev cennetinden ayırdılar. Göksel ve ebedi cennete kanat açtırdılar. Gözleri daha yorulmadan, bedeni daha yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doymadan kanat açtırdılar göksel cennete.Biz de geleceğiz sevgilim, biz de geleceğiz o eşsiz cennete. Oraya yalnız ve yalnız sevgi girer. İnsanların ve meleklerin dillerinden üstün olan, peygamberlikten üstün olan, bütün sırları bilmekten üstün olan, dağları yerinden oynatacak imandan üstün olan, varını yoğunu sadaka vermekten üstün olan, bedenini yakılmaya teslim etmekten daha üstün olan yalnız ve yalnız sevgi girecek o cennete. Orda gerçek sevgi ile bir arada ebedice yaşayacağız. Kimseyi kıskanmayan sevgi, kimsenin malında gözü olmayan sevgi, kimseyi öldürmeyen sevgi, kimseyi aşağılamayan sevgi, kardeşini kendinden üstün tutan sevgi, kendi hakkından vazgeçen sevgi, kardeşinin hakkını arayan sevgi. Mesih’te bulunan sevgi. Ve bize dökülmüş olan sevgi.
Yaptıklarını, konuştuklarını kim unutabilir sevgilim? Hangi karanlık unutturabilir sevgilim? Olmuşları, olanları kim unutturabilir sevgilim? Korku unutturulabilir mi sevgilim? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevki sefası mı sevgilim? Yoksa ölüm mü unutturacak sevgilim? Hayır, hiçbir karanlık unutturamaz sevgilim.
Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim. Bana da ağır oldu bedeli sevgilim. Bunları yazabilmeyi Hisusa borçluyum sevgilim.
Onun da hakkını ona verelim sevgilim. Herkesin hakkını herkese geri verelim sevgilim.
Sevdiklerinden ayrıldın
Çocuklarından,
Torunlarından ayrıldın.
Sizlerden ayrıldı.
Kucağımdan ayrıldı.ÜLKENDEN AYRILMADIN!
1. Nisan 2008: 10:32 #28529AnonimPasifHRANT DİNKSONSUZ YAŞAMA UĞURLANDI19 Ocak 2007, Cuma günü, saat 15:00 sularında Trabzonlu Ogün Samast adlı bir genç tarafından katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 23 Ocak 2007, Salı günü 10,000 vatandaş tarafından ebediyete uğurlandı.
İLK TÖREN AGOS’TA
Duygu yüklü bir konuşma yapan Rakel Dink, sonra da güvercin uçurttuSaat 11:00’deki ilk tören Agos Gazetesi’nin Halaskargazi Caddesi’ndeki bürosu önünde yapıldı. Burada toplanmış olan geniş halk kitlesine konuşan müteveffa Hrant Dink’in sevgili eşi Rakel, şöyle konuştu:
“Bugün çok acılı ve onurlu olarak buradayım. Hepimiz acımızla buradayız. Bu sessizlik bizde kederli bir sevinç yaratıyor.
Bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını uğurluyoruz. Kimseye saygısızlık etmeden, slogansız, pankartsız, bir yürüyüş gerçekleştireceğiz. Bugün sessizliğimizden büyük bir ses vereceğiz. Katil kim olursa olsun, 17 ya da 27 yaşında, biliyorum ki o da bir zamanlar bebekti. Bir bebekten bir katil yaratmak, sorgulanmadan hiç bir şey yapılamaz. Onun dürüstlüğü, şeffaflığı, sevgisi onu buraya getirdi. Diyorlar ki, ‘O büyük bir adamdı’. Soruyorum size, ‘O büyük mü doğdu?’, ‘Hayır, o da bizim gibi doğdu’. Gökten değildi, o da topraktandı. Yaptığı iş, kullandığı üslup, yüreğindeki sevgi, onu büyük yaptı. Büyük oldu çünkü, büyük düşündü, büyük söyledi. Siz de buraya geldiğiniz için büyüksünüz. Ama bununla kalmayın, bununla yetinmeyin! Nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutmakla, büyük gelecek olmaz. Yükseliş karşındakini kendin gibi sayarak olur.
Sevgilim!
Bedenin yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doyamadan gittin. Biz de geleceğiz sevgilim, o eşsiz cennete…Oraya yalnız sevgi girer. Orada gerçek sevgiyle bir arada ebediyen yaşayacağız.
Kimseyi kıskanmayan, öldürmeyen, aşağılamayan, kin tutmayan, bağışlayan, kardeşini sayan, bir sevgi, Mesih’te bulunan sevgi…
Hangi karanlık yaptıklarını, söylediklerini unutturabilir Sevgilim! Korku mu? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevki sefhası mı? Yoksa ölüm mü Sevgilim?
Ben de sana yazdım, aşk mektubunu Sevgilim! Bunları yazmak zor oldu, Sevgilim! Sevdiklerinden, çocuklarından, torunlarından, bizlerden, kucağımdan ayrıldın, ülkenden ayrılmadın Sevgilim!.”AYİN-İ RUHANİ
1. Nisan 2008: 10:39 #28530AnonimPasifHrant Dink’in naaşının yanıbaşında mumlarla nöbet tutanlarPatrik Hazretleri Patriklik binasından Merkez Kilise’ye geçiyor
Saat tam 14:00’te, Patrik II. Mesrob Hazretleri, diğer ruhanilerle, Patriklik binasından Merkez Kilise’ye geçti.Patrik Hazretleri ve diğer ruhaniler uğurlama töreninde
Töreni Patrik Vekili Başepiskopos Şahan Sıvacıyan yönetirken, Patrik Hazretleri de riyaset etti. Kilise ve kilisenin önündeki Sevgi Sokağı yurttaşlarla tamamen dolmuştu. Aziz Pavlus’un Mektubu’nu (Selanikliler’e 4: 12-17) Peder Zohrap Civanyan okurken, İncil’i (Yuhanna 12: 24-26) ise Peder Krikor Damatyan okudu. “Kahanayk” ve “İ verin Yerusağem” ilahilerinden sonraysa Patrik Hazretleri vaaz etti.VAAZ
Patrik Hazretleri konuşurkenPatrik Hazretleri, Ermenice ve Türkçe olarak şöyle konuştu:
“Sevgili ve Yaslı cemaatim, Sevgili Dostlarımız,
Bugün Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Patriklik Merkez Kilisesinin tarihi çatısı altında melun bir suikaste kurban giden cemaatimizin değerli bir evladını, Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni müteveffa Hrant Dink’i ebediyete uğurlamak üzere toplanmış bulunuyoruz.
Merhumun Malatya’da başlayan yaşam çizgisi bugün son noktasına ulaşıyor. Zorluk ve mücadelelerle geçen yaşamı, Hrant Dink’te cesur, duygusal ve gözüpek bir karakter yarattı. Böylece o, adalet, vicdan özgürlüğü ve insan hakları savunucusu ve sancaktarı oldu. Bedeli ne olursa olsun inandığını, düşündüğünü söyler, bir şeyi yapması gerektiğini düşünüyorsa, yapardı.
Hrant, etnik kökenine olduğu kadar, vatanına da bağlıydı. Doğduğu yeri, büyüdüğü ülkeyi, yaşadığı ülkenin insanlarını kendi ait olduğu köklerin değerlerini reddetmeden sevebildi. Cesur çıkışları, onun din, ırk, köken farkı gözetmeyen insan sevgisiyle dolu, dürüst Anadolu insanı karakterinin dışavurumuydu. Hrant, bu duruşuyla Allah’ın emrini uygulamaktaydı: “Öç almayacaksın. Halkından birine kin beslemeyeceksin. Komşunu kendin gibi seveceksin.” (Levililer 19:18). Aynı zamanda Resulün emrini de yerine getiriyordu: “Allah’ı seven kardeşini de sevsin”(I. Yuhanna 4:21). Hrant, her iki aidiyetini de insanlar arasında sürmekte olan olumsuz önyargıları kaldırmak için kullandı. Demokrasinin ateşli bir savunucusu oldu ve onu ideal toplumun önşartı olarak kabul etti.
Merhumun eşine yaptığım taziye ziyareti esnasında Hrant’ın, Mesih İsa Efendimiz’i Kurtarıcısı ve Rabb’i olarak kabul ettiğini memnuniyetle öğrendim. Biz Hıristiyanlar için kurtuluş işte budur. “İsa’nın Rab olduğunu ağzınla açıkça söyler ve Allah’ın O’nu ölümden dirilttiğine yürekten iman edersen, kurtulacaksın.“ (Romalılar 10:9). Sevgili inananlar, “Allah dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” (Yuhanna 3:16). Ayrıca İsa Mesih Efendimiz şöyle diyordu: “İnsanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.” (Yuhanna 10:10). Ancak maalesef bir çok insan bu “bol yaşama” kavuşamıyorlar, çünkü insanlık, günahlarının çokluğundan dolayı Allah’tan uzak kalıyor. Aziz Havari Pavlus şöyle yazıyor: “Çünkü herkes günah işledi ve Allah’ın yüceliğinden yoksun kaldı.” (Romalılar 3:23). Ayrıca “günahın ücreti ölüm“dür der (Romalılar 6:23). Sevgili Cemaatim, Allah bize sevgisini İsa Mesih Efendimiz aracılığıyla gösterdi. Çünkü biz daha günahlarımız içindeyken Rab İsa Mesih bizler için öldü. “Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. Daha sonra Petrus’a, sonra Oniki Havariler’e göründü. Daha sonra da beş yüzden çok kardeşe aynı anda göründü.”(I. Korintoslular 15: 3-6). İsa Mesih Efendimiz bir keresinde Aziz Havari Tovmas’a şöyle demişti: “Yol, gerçek ve yaşam Ben’im. Benim aracılığım olmadan Göklerdeki Peder’e kimse gelemez.” (Yuhanna 14:6). Bu nedenle biz Hıristiyanlar İsa Mesih’i şahsen Rabbimiz ve Kurtarıcımız olarak kabul etmek gerektiğine inanıyoruz. Mesih’i kabul etmemiz gerekiyor, çünkü “kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Allah’ın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne beden ne de insan isteğinden doğdular; tersine, Allah’tan doğdular.” (Yuhanna 1:12-13). Mesih’i ancak imanla kabul edebiliriz. Efeslilere yazılan mektupta ise şöyle denilmektedir: “İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Allah’ın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir.” (Efesliler 2: 8-9). Rab İsa Mesih yüreklerimizin kapısında duruyor ve sesleniyor “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.” (Esinlenme 3:20). İsa Mesih dağdaki vaazında “Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara! Çünkü onlar doyurulacaklar” dedi (Matta 5:6). Merhum Hrant’ın vefatı vesilesiyle gelen tüm taziyeler hep aynı fikir etrafında şekilleniyordu; o adalet aşkıyla çalıştı ve tüm yüreğiyle adaletin meyvelerini tatmayı diledi. Çünkü “Barış içinde eken barış yapıcıları doğruluk ürününü biçerler.” (Yakup 3:18).
Hrant’ı sadece gazeteci olarak tanıyanların büyük bir çoğunluğu kimsesiz çocuklar için yaptığı ve onun insansever kişiliğinin bir belirtisi olan çalışmalardan habersizdirler. Hrant, çocukluğunda bir çok çocuğun sahip olduğu mutluluktan mahrum kaldı. Teselliyi ise daha sonra çocuklara hizmet etmekte buldu. Çocukları sevdi. Kendi çocukları gibi onlara özen gösterdi. Çocukların sevincine ortak oldu ve çocukluğundaki acı anılara böylelikle teselli buldu.
Hrant, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni’ydi ve tüm yaşamı boyunca böyle çalıştı. Bu vesileyle şu soruyu sormak istiyorum; bu gibi suikastlerden sonra maktulün kefeni üzerinden siyaset yapmak evrensel ahlak kurallarına ne kadar sığar? Acı hepimizindir. Kayıp hepimizindir. Taziye acıyı paylaşmak, acıyı hafifletmek demektir. Bu nedenle olayı kınarken ülkemiz aleyhine yapılan olumsuz açıklamalar yüreklerde yeni yaralar açmaktadır. Bu tür davranışlar merhum Hrant’ın yaklaşımına tamamen aykırı düşmektedir.
Bu vesileyle Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer başkanlığındaki tüm devlet erkanına, tüm resmi kurum ve kuruluşlara ve iyi niyetli tüm yurttaşlarımıza bu acılı günlerde merhumun ailesine ve cemaatimize gösterdikleri destekten ve yakın ilgiden dolayı teşekkür ediyoruz. Olağanüstü duyarlılık sergilenmesi, ve en kısa zamanda failin yakalanması ise memnuniyet vericidir. Ancak kesinlikle yeterli değerlidir. Gerçek azmettiricilerin belirlenmesi ülkemizin barış ve huzur ortamı açısından zorunludur.
Bir Hristiyan din görevlisi ve bir insan olarak her zaman ve her şartta en kutsal hak olan yaşama hakkına saldıranları bir kez daha lanetliyorum. Fikir ve düşünce özgürlüğüne saygılı ve değer veren insanlar olarak, bazı insanlarımızın fikirlerini paylaşmasak bile, hiç kimsenin fikirlerinden dolayı bırakın katledilmesini, yargılanmasını ve ceza almasını bile kabul etmemeliyiz.
Devletimizin ve Türk halkının, Ermenilerin, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan T.C. vatandaşları olduğuna, yabancı ve potansiyel düşman olmadığımızı kabul edeceklerine, bizlerin düşman olarak algılanmamıza neden olan uygulama, tutum ve zihniyeti değiştirmek için okul kitaplarından ve okullarımızdan başlayarak toplumdaki bu Ermeni düşmanlığını yok etmeye yönelik çalışmaların ivedilikle ele alınacağına dair inancımızı hala koruyoruz.
Hrant’ın mücadele ettiği konuların başında Türk – Ermeni diyaloğunun gelişmesi vardı. Bu konuda önemli mücadeleler verdi ve bu mücadelesi karşısında oluşan tepkileri cesurca göğüsledi. Ne mistik bir olgudur ki, kendi cenaze merasimi, Türkiye ve Ermenistan yetkililerinin bir araya gelmesi için bir vesile oldu. Biliyoruz ki bu vesilenin gerçek bir diyaloğa dönüşmesi hepimiz gibi onu da mutlu ederdi.
Duamız şudur; Allah ülkemizin esenliğini korusun, vatandaşlarımızın kardeşlik sevgisini güçlendirsin, dünyaya barış bahşetsin ve insanların yüreğine sevgi tohumları eksin. Kötülük uzaklaşsın, ümitsizlik yok olsun ve Allah’ın kutsal iradesi her yerde hakim olsun.
Her şeye Kadir Allah’ın Kutsal Ruh’u içimizdeki taştan yürekleri çıkarsın, bize etten bir yürek versin. Böylece O’nun iradesini izlememiz, buyruklarına uyup onları uygulamamız mümkün olabilecektir (Hezekiel 36:26-27).
Merhum Geçen Pazar tüm dünyadaki Ermeni kiliselerinde Surp Badarak ayininden sonra yapılan özel dualarla anıldı. Bu vesileyle, Türkiye ve Ermenistan Cumhuriyetlerinin temsilcilerine, dost ülkelerin temsilcilerine, ayrıca, Başepiskopos Khajag Barsamyan tarafından temsil edilen Tüm Ermeniler Katolikosu 2. Karekin Hazretlerine, Başrahip Şahe Panosyan tarafından temsil edilen Kilikya Katolikosu 1. Aram Hazretlerine biraderane teşekkürlerimizi sunarız. Merhumun cenazesine katılmak için aramızda bulunan Romanya ve Bulgaristan Ermenileri Ruhani Önderi Başepiskopos Dirayr Mardikyan’a, Almanya Ermenileri Ruhani Önderi Başepiskopos Karekin Bekçiyan’a da teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Merhametli ve bağışlayıcı Allahımız, Hrant’ın ruhunu kabul etsin. Yargı günü ona merhamet etsin, taksiratını affetsin ve semavi solmayan taçlarına layık etsin. Huzur içinde yatsın. Bir kez daha merhumun eşi sevgili Rakel’e, evlatlarına, cemaatin tüm üyelerine, tüm basın mensuplarına ve tüm yurttaşlarımıza taziyelerimi sunar Kutsal Ruh’un tesellisini dilerim. Amin.”
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.