Hastalık Yoluyla Kutsallaşmak

  • Bu konu 3 izleyen ve 5 yanıt içeriyor.
6 yazı görüntüleniyor - 1 ile 6 arası (toplam 6)
  • Yazar
    Yazılar
  • #24750
    Anonim
    Pasif

    HASTALIK YOLUYLA KUTSALLAŞMAK
    (Yazar: Ken Blue)

    İmanlı bir yazar şöyle demiştir:

    ‘Tanrı’nın bize hastalık verdiğini ya da buna katlanmamızı istediğini söylediğimiz zaman insanlara Tanrı’yı kusurlu bir şekilde tanıtmış oluyoruz. Hangi ana-baba çocukları gururdan kurtulsun diye onların kanser olmalarını ister ? Acı çeken insanlara hastalıklarının aslında Tanrı’dan gelen bir bereket olduğunu söyleyen vaizler ve önderler, onlara belki ivedi bir teselli sunduklarını sanıyorlar. Ama bunun bedeli sonradan çok ağır oluyor.”

    Günümüzde kiliselerde, etkili bir iyileştirme hizmetinin önündeki en büyük engellerden biri hastalıkların bizim iyiliğimiz için verildiği, ruhumuzu arıtma ve karakterimizi olgunlaştırma amacını güttüğü düşüncesidir. Bu yüzden birçok imanlı, iyileşmeyi istemek yerine hastalığa katlanmanın daha iyi olduğuna inanır. Hastalığı kabullenmenin Mesih’e yaraşan bir yaklaşım olduğu sanılır ve iyileşmeyi arzulamak bencillikmiş gibi gösterilir. Bu yüzden iyileşebilecek olan birçok kişi, hastalıklı olarak yaşamaya devam eder.

    Hastalık Yoluyla Kutsallaşma Düşüncesinin Kökleri

    Bu düşüncenin kökleri Roma’nın kiliseye zulmettiği ikinci ve üçüncü yüzyıla dayanır. Bu kanlı zulümler ilk kilisede bir iman krizi yaratmıştır. Teologlar ve kilise üyeleri, çelişki gib gördükleri bu durum yüzünden bocalamışlardır. Mesih’in düşmanları üzerinde zaferli olması gerektiğine inanmışlardır; ama mücedeleyi sanki düşmanları kazanır gibi görünmektedir.

    İmanlılar bu gerilimi, acılarında saygınlık ve amaç bularak çözdüler. 2. ve 3. yy. da yaşayan imanlılar, İsa’nın Tanrı’nın tahtına yükseldiğine , ama bu dünyanın geçici yöneticilerinin O’nun gerçek izleyicilerine zulüm ederek yetkisine direndiklerini görmeye başladılar. Çektikleri acılar krallarına bağlı kaldıklarını gösteriyordu.

    İlk kilise böylece acı çekmenin değerini öğrendi. Aynı zamanda bun un pratik yararlarını da gördü. Roma’nın zulmü imanlıların arınmalarını ve sayıca çoğalmalarını sağlıyordu. İçten ve gerçek olmayan imanlılar ayrıldılar, ama kilise sayıca büyümeye devam etti. Tertulyan bunun üzerine şöyle demiştir: ” Şehitlerin kanı kilisenin tohumudur.” Ben de komünist Doğu Avrupa’da müjdeci olarak hizmet ederken zulmün Mesih’in bedeni üzerindeki aynı olumlu etkilerine tanık olmuştum.

    Zulüm ilk kilisede o denli yüksek bir değer kazandı ki, İ. S. 100 ve 300 yılları arasında neredeyse bir şehitlik tarikatı oluştu. İman uğruna acı çekmek ve can vermek kişiyi daha yüksek bir konuma çıkarttı. O dönemde kilise üç dönemden oluşuyordu: 1) Acılardan kaçmak için ödün verip dışlananlar, 2 ) fazlaca zulüm görmeyenler, 3 ) imanları uğruna mahkum edilen ya da şehit düşenler.

    Roma’nın kiliseye yaptığı zulüm, Konstantin döneminde resmen son buldu.İmanlılar devletle ittifak oluşturdular ve daha sonra da ayrıcalıklı sınıf haline geldiler. Ancak bu durumdan ötürü kaygılanan imanlılar vardı. Çünkü Hristiyanlık Roma’nın resmi dini olduktan sonra, ahlaksal ve ruhsal standartlar düşmeye başlamıştı. İkincisi, zulüm ortadan kalktıkça şehitlik mertebesine yükselme nedeni de ortadan kalkmış oldu.

    Bunları gören birçok imanlı inzivaya çekilerek münzevi bir yaşam biçimini benimsedi. Devletin desteklediği zulüm son bulduğu için , bunun yarattığı boşluğu kendilerine çile çektirerek doldurmaya başladılar. Uzun süreli oruçlarla, uykusuzlukla, çıplaklıkla ve sağlıksız koşullarla yaşayarak kendilerine acı çektirdiler. Bu yaşam biçimi doğal olarak hastalıklara yol açtı. Birçoklarının zihninde hastalık, gerçek inanlının katlanması gereken acılarla özdeşleşerek olumlu bir kavram haline dönüştü.

    Bedene çile çektirmenin ruhsal açıdan yararlı olduğu inancı Grek felsefesinde de onaylanıyor ve yayılıyordu. Grek düşüncesinde ruh ve madde arasında bir ikilem vardır. ruh iyi, madde ise kötü olarak kabul edilir. Greklerin etkisi altında kalan kilise, İ. S. 3. ve 4. yy.larda insanın bedenini giderek daha fazla hor görmeye başladı. :confused: Bedenini zevklerini ve rahatlığını törpüleyen hastalık gibi unsurların insan ruhu için iyi olduğu öğretiliyordu. Böylece Grek düşüncesi, ” hastalık yoluyla kutsallaşma ” inancına zemin hazırlıyordu.

    Özet olarak ilk kilise, acıları öncelikle zulmün etkisiyle kucakladı.Daha sonra devletin zulmü son bulduğu zaman acılar sık sık hastalıkla sonuçlanan çilecilik biçimini aldı. Bu da ilk ve doğru anlamdaki zulmün kutsal kılan etkileriyle özdeşleştirildi. Grek felsefesinin bu kusurlu yaklaşımı onaylamasıyla birlikte ” hastalık yoluyla kutsallaşma ” inancı kilisede iyice kök saldı. Hastalığın ruhsal gelişim üzerinde olumlu bir yararı olduğu düşünüldüğü için iyileştirme duaları giderek seyreldi.

    Kilisenin hastaları iyileştirme hizmetinden ayrılması, Kutsal Yazılar’ı yorumlamasına da yansıdı. İncil’de geçen iyileştirme metinleri sadece ruhsal gelişimimize bağlanarak yorumlandı. Örneğin açık bir dille bedensel iyileşmeden söz eden Yakup 5:13-18 metni, ölen bir kişi için ” son dualar “ gibi yorumlarla çarpıtıldı. ” İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Rab onu ayağa kaldıracak ” diye geçen ayet, ” Rab ölüme hazırlanan bedenin hasta ruhunu günahlarından azat edecek ” diye yorumlandı. Hastanın bedensel olarak iyileşmesini ümit etmek şöyle dursun, bunu arzulamak bile söz konusu olmaktan çıktı.

    Kilisenin öğretisine derinlemesine işlemiş olan ” hastalık yoluyla kutsallaşma” inancı, Reform dönemini hiç bozulmadan atlattı. Hastalık, ruhsal yararlarından ötürü hala değerliydi. Yaşam, ölümden sonraki zaman için hazırlık olarak görülüyor, hastalıklar da bu hazırlığa ” güya” yardımcı oluyordu.

    Örneğin 6. yy.da İngiliz Kilisesi, hastaların ziyaret edilmesine ilişkin görev belgelerine şu sözleri yazdı: ” Hastalığın türü ne olursa olsun, Tanrı’dan geldiğini kesinlikle bilin. ” Tanrı’nın hastalığı neden verdiği ise şu sözlerle açıklanıyordu: ” Öyle ki imanınız Rab’bin gününde övgüye layık, yüce ve onurlu bir düzeyde olsun. Hastalıklar Göksel Babanızın gözünde sizi düzeltmek ve değiştirmek için veriliyor.”

    Avrupa’daki Protestan kiliseleri hastalıkları o denli benimsemişti ki, Friedrich Nietzsche, “Hristiyanlığın hastalığa ihtiyacı var” iddiasında bulunmuş, ” zaten kilisenin kurtuluş sürecini oluşturan bütün sistemin gizli hedefi insanı hasta etmektir ” demişti. Hastalıkların ruhsal gelişim için değerli olduğu düşünülen yerlerde hastalar için ya hiç dua edilmiyecek ya da bu etkinlik son derece cılız kalacaktır.

    #28749
    Anonim
    Pasif

    Günümüzdeki kilisedeki birçok kişi hastalığın kabul edilmesi ve şifa aranmaması gerektiğine inanmaya devam ediyor. Yakın zamanda hastalar için dua konusunda önde gelen teologlardan birisiyle konuşuyordum. Konuşmamın bir noktasında, özellikle hastalar içi dua hizmetinin hiç bulunmadığı topluluklarda bunu vurgulamanın iyi bir düşünce olduğunu söyledim. Teolog şöyle bir karşılık verdi :

    ‘Pek emin değilim. Bence insanların iyileşme beklemediği, bunun yerine acı çekme disiplininin ruhsal değerini ve olgunlaştırıcı etkisini vurguladığı eski zamanlar çok daha sağlıklıydı. Bence iyileşme beklediğinizde ruhsal olarak daha zengin değil, daha ham ve yoksul kalıyorsunuz.

    Böyle bir yaklaşım açıkca görülebileceği gibi iyileştirme dualarına engel oluşturacaktır.

    Kısa bir süre önce Richard adlı bir teoloji öğrencisiyle tanıştım. Bu çocuk bir kalp krizi geçeirmiş, sağ tarafı felç olmuştu. Kendisi için dua etmek istediğimde, bana teşekkür edip reddetti. Daha sonra acılarının kendisini Tanrı’ya ne kadar yaklaştırdığını söyledi. Bu yüzden kısmı felcin iyi bir şey olduğuna inanıyordu. Hastalığın olumlu gibi görünen bu yönü için sevindiğimi söyledim. Ama eğer felcin böyle bir değeri olduysa, felçten kurtulmanın ne kadar daha büyük bir değeri olacağını açıkladım. Genç adam sözlerim üzerinde düşündü ve dua teklifimi yeniden reddetti. ” Tanrı’nın bana bu deneyim aracılığla öğretmek istediği hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorum.” dedi. Ben de Tanrı’nın öğretmek istediği birçok şeyin iyileşme aracılığıyla öğrenilebileceğini söyledim.

    Hastalığa yakalandığımızda doktora gidiyoruz ve ondan sonra bize yardım etmesini istiyoruz. Oysa önce Tanrı’nın isteğinin ne olduğunu sormuyoruz. Tıbbi yardım almanın ve bu yardımın etkili olmasının uygun düştüğüne inanıyoruz. O halde neden Tanrı’dan ruhsal yardım dileme konusunda isteksiziz ?

    ‘Hastalık yoluyla kutsallaşma’ kuramını haklı çıkarmak isteyenler sık sık hastalıkların eğitsel ve yapıcı değerini öne sürerler. Kutsal Kitap buna kısmen arka çıkar. Tanrı arada sırada halkının davranışını düzeltmek için bedensel acılara izin vermektedir. Ama Tanrı ne zaman bunu yapsa, onların hangi davranışlarını düzeltmek istediğini açıkca söyler. Bu yüzden insanlar, iyileşmek için ne yapmaları gerektiği konusunda kuşkuda bırakılmaz.

    Örneğin Pavlus görme yeteneğini yitirdi (Elç. 9:1-9 ). Tanrı’nın izin verdiği bu rahatsızlık Pavlus’un Mesih’e zulmeden bir kişiden Mesih’e hizmet eden bir kişi haline dönüşmesini sağladı. Bu yüzden bu olayda eğitsel ve yapıcı bir değer bulmak ) mümkündür.Nitekim davranışlarını ve yaklaşımını değiştiren Pavlus sonuçta iyileşti (Elç. 9:17-18 ).

    Tanrı kutsallaştırmak amacıyla bir hastalığa izin verdiğinde bunun yalnış davranışları değiştirme amacını güttüğünü söyleyebiliriz. Davranışlar değişince hastalık da iyileşiyor. Korint kilisesindeki hastalık ve ölüm durumunda (1. Ko. 11:27-31), Pavlus bunun günaha karşılık bir ceza olduğunu ve eğitsel yanı bulunduğunu dile getiriyor. Ne var ki Korintlilerin, bu hastalığı edilgen bir şekilde kabullenmek yerine Rab’bin Sofrası’na karşı günah işlemeyi bırakmaları ve iyileşmeyi dilemeleri gerekiyordu. Bu hastalığı – başka bir şekilde değil – günaha son vermek için etkili bir işaret olarak algılamalıydılar.

    Bu yaklaşım çok anlamlıdır. Ana babanın çocuğa uyguladığı terbiye, ancak çocuğun bunun nedenini bilmesi durumunda yardımcı olabilir ve haklı çıkarabilir. Bir ana ya da baba çocuğunu hiçbir açıklama yapmadan dövüyorsa, bunun herhangibir eğitsel değeri yoktur. Böyle bir disiplin çocukta velisinin zalim olduğu düşüncesini yaratacaktır. hastalık, Tanrı’nın halkını eğitmek için Kutsal yazı’da nadiren kullanılan bir araçtır. Bu amaçla kullanıldığı zaman bile yalnızca günah sürdüğü sürece devam edecektir.

    ‘Hastalık yoluyla kutsallaşma’ düşüncesini savunanlar, hastalıkların Tanrı’nın taşımamız için bize verdiği çarmıhın bir parçası olduğunu düşünmektedirler. Her ne kadar bu düşünce kulağa dindarca gelse de Kutsal Kitap’ın çarmıhını taşımak kişinin kendisinin yapması gereken bir seçimdir. İsa çarmıhı taşıdığı gibi bizim de çarmıhı taşımamız gereklidir. Çarmıhı taşıyan kişi edilgen değil, etkin bir rol üstlenmektedir. Oysa hastalıklar kişinin isteğine ya da seçimine bağlı değildir. Aklı yerinde olan insanlar hastalanmak istemezler.

    Hastalığı çarmıha taşımak olarak kabul eden düşüncenin yanı sıra, bir de hastalığı Tanrı’nın verdiği ‘sınav’ olarak gören bir düşünce vardır. Böyle bir sınavdan geçtiğini düşünen bir kişi için Tanrı sana bu sınavı verecek kadar güveniyor’ sözleri uyduruk bir teselli kaynağı olabilir. Hastalığın eğitsel olduğu düşüncesi gibi hastalığın bir sınav olduğu düşüncesi de yalnızca bu sınavın nedeninin ve kişinin sınavı geçip geçmediğinin bilinmesi durumunda geçerlilik kazanır.

    Yaşamın acı verici bütün deneyimlerinde olduğu gibi hastalık geçiren insanların kutsallaştığı doğrudur.

    Tanrı’nın kendisini sevenlerle, amacına göre çağrılmış olanlarla birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz’ ( Rom. 8:24 ).

    Şu ana kadar söylediğim hiçbir şey bu noktayı inkar etmemektedir. Bununla birlikte hastalığı sanki iyi bir şeymiş gibi edilgen bir tavırla kabul etmemeliyiz. Tam tersine elimizdeki bütün kaynakları kullanarak savaşma yoluna gitmeliyiz. Kilisenin sahip olduğu Mesih’in iyileştirme hizmeti bu kaynaklardan biridir.

    Acılar ve Hastalıklar

    Müjde’ye bakılarak acı çekmenin kaçınılmaz olduğu ve bazı durumlarda bizim iyiliğimizi hedeflediği söylenebilir. Bunu tam bir ” evetle” onaylamak istiyorum. İncil’de acı çekmek bazen olumlu bir şekilde sunulmaktadır. Oysa hastalık için aynı şeyi söyleyemiyoruz. İkisinin arasındaki sınırı belirlemek can alıcı bir önem taşır. Bunu açıklayayım: Kullandığımız çağdaş dilde hastalık, çekilen acılar sınıfına dahil edilmektedir. Oysa İncil, hastalıklarla acıları birbirinden kesin bir şekilde ayırır. İncil’de hastalık hastalıktır. Oysa acı çekmek insanların ya da cinlerin yaptığı zulümdür.

    Acı çekmek anlamına gelen pasko sözcüğü İncil’de 65 kez geçmektedir. Bunlardan sadece biri bedensel hastalıkla ilgilidir. Orada da hastalığın ( sara ) cin kaynaklı olduğu ifade edilir.Markos 5:26’da geçen çok çekmek deyişi, kadının hastalıktan değil hekimlerden acı çektiğini göstermek için kullanılmıştır. İncil’de acı çekmek bedensel bir hastalık olarak değil, bir zulüm türü olarak tanımlanır. Zulmün değeri ve erdemleri vardır. Oysa hastalık için böyle bir şey söylenmemektedir.

    Aynı zamanda İncil, zulme göstermemiz gereken tepkiyle hastalığa göstermemiz gereken tepki arasında kesin bir ayrım gözetmektedir. İsa’nın gerçek öğrencisi için zulme katlanmak kaçınılmazdır.zulme çeşitli şekillerde tepki gösteririz. Bazen direniriz, bazen de ondan kaçarız ya da onu kabul ederiz. Oysa hastalık İsa’nın öğrencisi olmak için gerekli değildir. Hastalıkla her zaman savaşmalıyız.

    Örneğin Elçilerin İşleri kitapçığında Mesih’i cesaretle ilan etmenin sonucunda zulüm başlamıştır ( Elç. 4:1-22; 5:40-42; 7:54 ;8:3; 14:19-20 vb). Zulümle ilgili acılara cesaretle ve hatta sevinçle katlanılabilir. ” Elçiler, İsa’nın adı uğruna hakarete layık görüldükleri için Yüksek Kurul’un huzurundan sevinç içinde ayrıldılar’ ( Elç. 5:41). Diğer yandan, ilk kilise bazen zulümden kurtulmak için dua etmiştir (Elç. 12:5). Bazen zulümden kurtulmuş, bazen de kurtulmamıştır.

    Zulüm konusunda farklı tepkiler gösterildiği halde hastalıklar için aynı şey söz konusu değildir. İncil’deki imanlıların hastalıkları kucakladıklarına, zulüm gördükleri zaman yaptıkları gibi bunlara sabır ve sevinçle katlandıklarına ilişkin hiçbir örnek yoktur. Elç. İş. kitapçığında zulümden kurtuluş için edilen duaların bazılarına Tanrı’dan olumlu bir yanıt gelmediği halde hastalıkla ilgili dualar her zaman yanıtlanmıştır.

    Acılar ve hastalıklar arsındaki en iyi ayrım Yakup’un mektubunda görülebilir. Yakup bir yerde ‘çeşitli denemelerle yüz yüze geldiğimiz zaman, bunu büyük sevinçle karşılayın’ derken (Yak. 1:2 ), başka bir yerde İçinizden biri hasta mı ?’ diye sormakta ve hemen ardından şöyle eklemektedir:

    ‘İnanlılar topluluğunun ihtiyarlarını çağırtsın, Rab’bin adıyla üzerine yağ sürüp onun için dua etsinler. İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Rab onu ayağa kaldıracak’ ( Yak. 5:14-15 ).

    İncil bize bazen acılara katlanmamızı söylerken, hastalığın iyileşmesi için her zamn dua etmemizi söyler.

    Çağdaş dilde acı çekmek terimi hastalıkları da kapsamaktadır. Oysa İncil’de acılar ve hastalıklar birbirinden ayrı ve farklı olan iki unsurdur. Dolayısıyla İncil’de acılara verilen değer hastalıklara verilmemektedir.

    Sorular ortaya çıktığında mümkün olduğu kadar İsa’nın neler söylediğine ve yaptığına bakmaya çalışıyorum. Çünkü Tanrı’nın isteği İsa Mesih’in yaşamında açıkca ifade edilmiş ve yerine gelmiştir.

    #29223
    Anonim
    Pasif

    İsa zulmün getirdiği acılar konusunda farklı tepkiler göstermemizi öğretmiştir. Bu durumda zulüm başladığında kaçmamızı (Mat. 10:23 ), başka bir durumda ise etkin bir şekilde zulme boyun eğmemizi söylemiştir (Mat. 5:39 ). Oysa İsa’nın hastalıklara ilişkin öğretişinde böyle bir farklılık söz konusu değildir. İsa hastalığı her zaman ‘kötü’ bir şey olarak görmüş ve iyileştirme yoluna gitmiştir. Kutsal Yazı’da İsa, hastalığı hiçbir zaman insanları kutsallaştırma yolu olarak onaylamamıştır. İsa insanları kutsal kılmak için onlara hastalık vermediği gibi, aynı amaçla iyileştirmektedir (Yu.9 ). İsa hastalığa dost değil, düşman olarak görmektedir. Dolayısıyla, mümkün olan her durumda hastalığın iyileştirilmesine çalışılmalıdır. İncil uzmanlarından biri şöyle der:

    Hastalık ölüm değil yaşam isteyen yaratıcı Tanrı’nın kurtuluşa ilişkin isteğiyle çelişmektedir. Bu yüzden İsa, yaşamı boyunca insanın yalnız ruhunu kurtarmakla kalmamış, onu tümüyle sağlığa kavuşturmayı amaç edinmiştir. İsa hiçbir zaman hastalıklara boyun eğilmesini istememiş, tam tersine direnmeyi seçmiştir. İncil’in hiçbir yerinde hastalığa tahammül edilmesine ya da hastalığın kabullenilmesine ilişkin bir öğüt yoktur.

    İsa’nın hastalığa karşın gösterdiği tek tepki onu iyileştirmekti. ‘Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşam sahip olsunlar diye geldim’ ( Yu. 10:10 ). Hastalık bir bereket değildir. Bereket, hastalığı alt etmeye gelmiş olan Kişidir.

    İncil’in hastalığa karşı düşmanlığına bir istisna olarak 2. Korintliler 12:7 ayeti örnek gösterilmektedir. Pavlus burada “bedenindeki dikenden” söz etmektedir. Bu diken Pavlus’a kibirlenmemesi için verilmişti. Bazı imanlılar bu dikenin bedensel bir hastalık ya dasıkıntı olduğunu düşünmektedir. ‘Hastalık yoluyla kutsallaşma’ düşüncesini savunanlar her ne kadar bu metne sarılsalar da, burada kendi düşünceleri için sağlam bir dayanak yoktur.

    Pavlus’un dikeninin bedensel bir hastalık olduğundan kuşkulanmamızın nedeni, Eski Antlaşma’da geçen bir deyiştir. Sayılar 33:55’te, Tanrı’nın halkının ‘böğürlerindeki dikenler’, İsrail’in komşularının verdiği sıkıntı ve zulümlerdir. Bu uluslardan Yeşu 23:13 ve Hezekiel 28:24 ayetlerinde yine ‘dikenler’ olarak söz edilmektedir. Eski Antlaşma’da ‘bedendeki diken’ kavramı hastalıklarla değil, zulümle ve kötü muamelerle bağlantılıdır.

    Şimdi 2. Korintliler 12 ‘de sözü edilen Pavlus’un dikeninin hangi bağlamda geçtiğine dikkat edin. Önceki iki bölümde Pavlus, sahte peygamberler, siyasal ve dinsel yetkililer tarafından zulme uğradığından ve kötü muamele gördüğünden söz ediyor. Çektiği acıları anlattıktan sonra doğrudan doğruya ‘bedendeki dikene’ geliyor. Pavlus’un ‘bedendeki diken’ deyişi, gördüğü kişisel zulmü çağrıştırmakta, bu da 2. Ko. 12 ‘deki bağlama oturmaktadır. Pavlus’un bedenindeki dikenin ne olduğunu kesin bir dille açıklamak mümkün olmasa da bedensel hastalıktan çok kişisel düşmanlarının elinden çektiği zulüm anlamına gelmesi çok daha akla yatkındır.

    Ancak Pavlus’un dikeninin bedensel hastalık olduğu kuramına inanılsa bile, bunun ‘hastalık yoluyla kutsallaşma’ düşüncesini desteklediğini söylemek çok zor olur. Kutsal Yazı’nın sadece tek bir metninde geçen belirsiz bir olguya dayanarak öğreti oluşturmak sağlıksız bir yaklaşım olacaktır.


    ‘Bundan kurtulmak için Rab’be üç kez yalvardım’ (2. Ko. 12:8). Diken ne olursa olsun, Pavlus onunla mücadele etti ve Tanrı’dan kendisini kurtarmasını istedi. Pavlus acıyla dolu bir ruhsal savaştan ve Rab’bin bu konudaki isteğini öğrendikten sonra dikeni kabullendi. Bence bu olay Joni Eareckson gibi bir kişinin tanıklığıyla uyuşmaktadır. Joni ilk başta, geçirdiği felcin iyileşmesini istemişti. tanrı’nın kendisini iyileştirebileceğine tümüyle inanmış ve bunu etkin bir şekilde aramıştı. Yani durumunu edilgen bir şekilde kabullenmemişti. Yalnızca uzun süren bir ruhsal savaştan sonra zayıflığını kucaklamış ve Tanrı’nın gücüne dayanarak yaşamaya devam etmişti.

    İsa hiçbir zaman hastalığa boyun eğmemizi öğretmemiştir. Biz de böyle yapmalıyız. Aramızda bazı hastalar için dua etseydik, iyileştiklerini görebilecektik. Buna kendimden bir örnek verebilirim. Yıllarca kronik bir sırt ağrısı çekmiş ve bunun gururumu kaldırmak amacıyla Tanrı’dan geldiğini kabullenmiştim. Bu hatalı düşünceden kurtulduktan sonra benim için etkili bir şekilde dua edildi ve tümüyle iyileştim. Bazen bedenlerimiz iyileşmeden önce teolojimizin iyileşmesi gereklidir.

    #32504
    Anonim
    Pasif

    Doğdukları günden itibâren rahat ve sıkıntısız bir hayat süren insanlar, çoğunlukla elllerindeki nimetlerin kıymetini bilmezler. İnsanlar hastalık da dahil, karşılaştıkları musibetlerden ders almayı bilirlerse, hayat mücadelerinde önemli tecrübeler edinmiş olurlar. Çoğumuz, hasta olmadan sağlıklı halimizin kıymetini pek anlamayız. Gençliğin kıymetini en iyi bilenler yaşlılardır.

    Hastalık insan için bir keder, sıkıntı ve yaşam konforunu olumsuzlayan musibettir. İslâm anlayışında hastalıklar müslüman için günâhlara kefâret olarak kabul edilir. Bildiğim kadarıyla Hristiyanlık bu fikri kabul etmez.

    Bir insan içinde yaşadığı koşulların etkisiyle -Fakirlik, açlık vs.- yeterli beslenememekten hasta olabilir. Bu durum onun suçu değildir. Ancak içine düştüğü durum sebebiyle sarsılmadan, imanında en ufak bir düşme olmadan, İsa Mesih’in buyurduğu ahlâki ilkeleri şiar edinerek yaşamaya çalışıyorsa; içinde bulunduğu zor şartlar da verdiği mücadele onun için bir kazançtır. Cennetten veya maddi karşılıklardan söz etmiyorum. Rabbin hoşnutluğunu kazanmak en önemli amaç olmalıdır.

    Hiç kimse hasta olmayı istemez. Ama bir biçim de hastalanacaktır. İnsan, hayatının büyük bölümünü etkileyen ve günümüzde tıbben çâresi olmayan hastalıklar da; ağlamadan, sızlanmadan dik durabilmeyi başarmalıdır. Bir yandan şifa için Rabbine dua ederken, diğer taraftan kendisine acındırma yolunu seçmemelidir. Çünki insanların acıması bize bir şey kazandırmaz. Mühim olan Rabbin merhametidir.

    Hastlıkların kaynağı konusunda Hristiyanlık ile İslamiyet arasında önemli bir fark vardır. İslâm da, hastalıklar Allah’ın dilemesi ile olur. Hristiyanlıkta ise daha ziyâde şeytan’a ve onun emrindeki şer güçlere bağlanır. Hastalıkların bir kısmının şeytandan kaynaklandığı kabul edilse bile hastalığın kişi de etkili olabilmesi için Tanrı’nın izin vermesi gerekir. Şeytanın, Tanrının irâdesini aşacak gücü yoktur. Bu sebeple Tanrı’nın dilemediği, izin vermediği hiç bir musibet ve hastalık bize ulaşamaz.

    Şeytan ve onun şer güçleri ile mücadele etmek insanın baş vazifesi olduğuna göre bu esnâda girdiğimiz her savaştan galip çıkmayı amaçlamamız gerekir. Teslim olmak mağlubiyettir. Savaşı kazanmak ise imanlının onur ve şerefidir. Her hayat mücadelesinden bir şeyler öğrenmek, birikim kazanmak insanın Tanrı katındaki süsüdür.

    Evet, İsa Mesih’in lütfuna ulaşmadan kurtuluş yoktur. Ancak hayırsız evlât gibi ‘Mirâsyedi’ olmamak gerekir. Bizim gayret ve çabalarımız da, Tanrı katında çok değerlidir. İsa Mesih, kendisine iman edenlerin hayırlı işlerinin çokluğu ile sevinir. Bu sevinme bizim için ve bizim adımızadır. Yoksa yücelik zaten İsa Mesih’indir. O’nu Tanrı yüceltmiştir. Bizim yaptıklarımızla bir şey kazanmaz.

    Size kendi hayatımdan bir örnek vermek istiyorum. Tanrı şahittir ki, bunu ne bir dua beklentisi, ne de bir acındırma gâyesi ile yapıyorum. Benim halimi Rabbim zâten bilmekte…

    Kalitım yoluyla geçen genetik kaynaklı bir göz hastalığım var. Halk dilindeki adı ‘Tavuk karası’. Lâtice adı, Retinitis Pigmentosa. Küçük yaşlarda iken sadece ışığın olmadığı yerlerde görme zorluğu çekerdim. Sonra hastalık yapısı gereği ilerledi. İlerledikçe görme alanım daraldı. Şimdi bir borunun içinden bakar gibi görmekteyim. Bu hastalığın bir kaç çeşidi varmış. Çocuk yaşında, genç yaşta kör olanlar olduğu gibi, benim gibi kendisini idâre edecek kadar görenler var. Çok şükür ki, mesleğimi kimseye yalvarıp yakarma durumunda kalmadan kendimce başarıyla icra edip emekli oldum. Çok şükür ki, hiç kimseye muhtaç değilim.

    Görme alanım daraldığı içi kalabalık caddelerde çoğu zaman insanlarla çarpışıyoruz. Başkaları beni tanımaz ve bilmez. Kendileri gibi gördüğümü sanarak yürümekteler. Bu nedenle de bir çarpma ânında, -Başkasının umursamazlığı sebebiyle de olsa- kabahati kendimde bulup özür diliyorum. En çok sıkıntı çktiğim anlar, bir bayana çarparsam gerçekleşiyor. Çünki beni bilmeyen bayan kasten yaptığımı veya sapık olduğumu düşünebilir. Gerçi çoğu zaman çarşıya eşimle birlikte çıkiyoruz. Ancak onun da dalgın olduğu zamanlar oluyor.

    Bu durum ben de nuazzam bir stres meydana getiriyordu. Belli etmemeye çalışsam da insanlara içimde öfkelenmekteydim. Hadi ben görmediğim için çarpıyorum. Karşımdaki gören kişi neden bana çarpıyor; demek ki saygı yok, umursamazlık çok diye kızıyordum.

    Sonra İsa Mesih’in lütfu ile düşündüm ki, kızarak ancak kendime zarar veriyorum. Kızmam ne bana fayda sağlıyor, ne de sorunu çözüyor. Ancak şu var ki, sinirlenmek insani bir durum; elde değil.

    “Bir yola çıktığın zaman ayağına diken batabilir, taşa takılıp tökezleyebilirsin. Gideceğin yer kadar yol bazen yokuş, bazen iniştir. Sıcaktan bunalıp kavrulduğun zamanlar da olur; bir gölgelik bulup serinlediğin zamanlar da. Ayağına batan dikene veya seni kavuran güneşe kızman sana bire şey kazandırmaz. Kalabalık içindeki durumun da bunun gibidir.”

    Bu düşünce beni epey rahatlattı. Artık işim gereği cadde de giderken, özellikle beni gördüğü halde yol vermeyi benden bekleyen, olmayınca da küüüt diye çarpıp geçen insanlara aldırış etmiyorum. Karşımdaki insan genç ve sağlıklı. Ama, yaşça büyük olmama aldıriş etmeden ve sadece kendisini düşünerek üzerime gelecek kadar sabırsız ve umursamaz.

    Bütün bunları başka insanları suçlama adına yazmadım. Çekilen sıkıntılar insanın olgunlaştırır. Hayatında hiç sıkıntı çekmeyen sabretmeyi bilemez. Sâhip olduğu nimetlerin değerini kavrayamaz. Hattâ elindekileri az görür ve hep daha fazlasını ister.

    Hayatta karşılaştıığımız hiç bir şey tek taraflı değildir. Ameliyat olmanın acısı, sıkıntısı vardır. Ancak hayatı kurtarmak için bazen elzem olabilir. Evlât yetiştirmek de kolay değildir. Ama hem zahmetli hem de zevkli tarafları vardır.

    Mühim olan karşılaştığımız her durumdan, Yüce Tanrı’yı hoşnud edecek sonuçlar elde edebilmektir.

    Saygılar

    #32699
    Anonim
    Pasif

    Sevgili A’raf,
    Öncelikle bu paylaşımınızdan çok bereket aldığımı belirtmek isterim. Kutsal Ruh’un yaşamınızda işleyişi apaçık görülüyor. Lütfen yazmaya devam edin.

    Quote:
    Şeytan ve onun şer güçleri ile mücadele etmek insanın baş vazifesi olduğuna göre bu esnâda girdiğimiz her savaştan galip çıkmayı amaçlamamız gerekir. Teslim olmak mağlubiyettir. Savaşı kazanmak ise imanlının onur ve şerefidir. Her hayat mücadelesinden bir şeyler öğrenmek, birikim kazanmak insanın Tanrı katındaki süsüdür.

    Şeytan Tanrı’nın düşmanıdır. Hiç bir kimsenin Tanrı’ya gelmesini ve kurtulmasını istemez. Tek amacı insanları mahvetmek ve sonsuz cehenneme gitmelerini sağlamaktır.

    İsa Mesih’e iman eden kişiler ruhsal bir savaş içindedirler. Bu savaşta İsa adıyla Şeytan’a karşı zafer kazanabilirler. Hastalıklarda, sıkıntılarda ve çeşitli denenmelerde yalnız değildirler, onları koruyan, kayıran ve zafer veren bir Rableri vardır. Mesih inanlılarının yapması gerken tek şey her durumda O’na güvenmektir. Her türlü yaşam savaşı tabii ki bizlere çok şeyler öğretir. Hem ruhsal olarak güçleniriz hem de yaşam tecrübesi edinmiş oluruz.

    Ayrıca sözünü ettiğiniz gözlerinizdeki Tavuk Karası rahatsızlığınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Bizim tanıdığımız bir aile var o ailede iki kişinin tamamen gözlerinin kapandığını biliyorum. Hamdolsun ki siz okuyabiliyorsunuz, bunun için Rab’be binlerce kez teşekkür ederiz.

    Ama bundan sonra sizi dua listemize ekleyip düzenli bir şekilde sizin için dua edeceğiz. Rab’bin, bu durumunuzda olumlu yönde değişiklikler yapacağına iman ediyorum. Rabbimiz iyidir ve harikalar yapan DİRİ bir RAB’dir.

    Sevgiler
    Suna

    #32705
    Anonim
    Pasif
    Suna;13394 wrote:
    Sevgili A’raf,
    Öncelikle bu paylaşımınızdan çok bereket aldığımı belirtmek isterim. Kutsal Ruh’un yaşamınızda işleyişi apaçık görülüyor. Lütfen yazmaya devam edin.

    Sayın hanımefendi,

    Teşvik edici yazılarınız imân yolunda bana cesaret veriyor. Size çok teşekkür ediyorum.

    Diğer insanlarla paylaşabileceğimi düşündüğüm hususlar olunca yazmaya gayret ediyorum. Yanlış şeyler yazmam da kuvvetle muhtemeldir. Çünki Hristiyanlıkla alâkalı bir çok hususu yeni öğrenmekteyim. Bu sebeple iyice emin olmadan yazmamaya gayret ediyorum. Yine de, hatâlarım olduğunda uyarılmaktan gocunmayıp, bilâkis memnun olacağımın bilinmesini isterim.

    Benim için de dua etmeniz büyük incelik. Yaradan, eşiniz beyefendi ile birlikte yolunuzu aydınlatsın, tüm korku ve endişelerinizden azâde kılsın.

    Saygılar.

6 yazı görüntüleniyor - 1 ile 6 arası (toplam 6)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.