Haçlı Seferleri Doğu Kilisesi’ne Karşıydı
- Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
21. Şubat 2008: 19:58 #24522AnonimPasif
Haşim Söylemez
İstanbul’da bulunan Keldani Cemaati’nin ruhani reisi François Yakan, Haçlı Seferleri’nin, Müslümanlardan ziyade Doğu Kilisesi’ne karşı yapıldığını belirterek, “Bunu Papa ve Vatikan da biliyor. Ellerinde ciddi bir belge var.” diyor.
Keldani Cemaati Ruhani Reisi ve Patrik Vekili Peder François Yakan, Hakkâri doğumlu bir din adamı. Ailesi ile 1968’de İstanbul’a geldi. Burada Kasımpaşa Lisesi’ni bitirdikten sonra Fransa’da eğitimini sürdürdü. 25 yıl kaldığı Fransa’da sosyoloji, felsefe ve teoloji bölümlerini bitirdi. Ardından Ortadoğu Dilleri ve Tarih üzerine mastır yaptı. Yaklaşık 3 yıl önce geri döndüğü İstanbul’da şimdi Keldanileri organize etmeye çalışıyor.
-Keldaniler, Nasturiler ve Asuriler birlikte değerlendiriliyor. Bu gruplar arasındaki farklar nelerdir?
Asuri, Nasturi ve Keldaniler aynı ırktan, aynı dinden, aynı dili kullanan ve 3 bin yıldır da aynı toprakları paylaşmış ve birbirine çok yakın halklardır. Asurîler milattan önce Asurlar olarak tanıdığımız uygarlığın torunları. Asur uygarlığı, Kral 9. Abgar zamanında, M.S 179-186 yılları arasında Hıristiyanlığı kabul eden ilk uygarlıktır. Nasturiler 431 yılı Efes Konsili’nde aforoz edilen İstanbul’un Episkoposu Nastur’un Doğuya gelmesinden sonra onu kabul eden ve müridi olan cemaate verilen isimdir.
Keldani Katolikler ise 15. ve 16. yüzyıllarda (1555) Roma Katolik cemaati ile birleşen gruba verilen isimdir. Roma’da bu eski halkı tanımlamak için Diyarbakır Espiskoposu’nun da katıldığı bir Konsil yapıldı ve Konsil’le Katolik Doğu Kilisesi’nin Roma’ya bağlılığı başladı. Keldanilerin dünyada hâlâ 22 mitranlık Episkoposluk bölgeleri vardır ve dinî ritüellerinde Doğu Kilisesi özelliği devam eder. Asuri ve Nasturiler ise dinî yapı olarak bağımsız ve otonom bir özelliğe sahiptir. Bu durumda Asuri ve Nasturileri Roma’ya bağlanmayı reddeden Keldaniler, Keldanileri ise papanın otoritesini kabul eden bir kısım Nasturi olarak tanımlayabiliriz. Bu cemaatler hem rakamsal olarak hem de kapsadıkları alan olarak Hıristiyan dünyasının yarısını teşkil eder oldular.
-Keldaniler geniş bir alana yayılabilecek kadar güçlü bir cemaat miydi?
Güçlüydüler ve sayıları çok fazlaydı. Ama Keldaniler hep göçebe hayat yaşadı. Hiçbir zaman uzun süreli bağımsız bir devlet kuramadılar. Sadece milattan sonra 180’lerde Dicle ve Fırat hattında 20 yıl sürecek bir Keldani Krallığı kurdular. Bu tarihteki ilk Hıristiyan krallığıdır aynı zamanda. Ermeniler kendilerinin kurduğunu söylüyorlar ama bu yanlıştır. Zaten bu krallıktan sonra da Doğu Kilisesi’nin varlığı başladı.
-Doğu Kilisesi kavramı tam olarak neyin karşılığı?
Doğu Kilisesi kavramı merkezi şimdiki Bağdat’ın yakınlarında bulunan eski Pers Krallığı kilisesinin kendisine vermiş olduğu resmî unvandan gelir. Bu unvan, coğrafi konum itibarı ile yan anlam olarak güneşin doğmuş olduğu bölgedeki kilise manasını da taşır. Bugün Doğu Kilisesi mensuplarını Keldaniler, Asuriler, Nasturiler ve Katolik Süryaniler oluşturuyor. Bu kiliseler Aramice dil ve kültürüne bağlıdırlar. Ama tarihte Batı Kilisesi, Doğu Kilisesi’ni pek sevmemiştir. Roma ve Bizans imparatorları Doğu Kilisesi’ni teşkil eden Pers İmparatorluğu’na karşı saldırılar düzenledi. Tamamen Müslümanlara karşı olduğu söylenen Haçlı Seferleri bize göre Aramice, Arapça ve Keldanice’yi kullanan Doğu Kilisesi’nin büyümesine ve Pers imparatoruna karşı yapılmış bir saldırıdır.
-Ama tarih kitapları böyle yazmıyor? Müslümanlara karşıydı ve hedefte doğunun zenginliğiyle birlikte Kudüs’ü geri alma vardı. Elinizde iddianızı destekleyecek belgeler var mı?
Benim söylediklerim bir tez ya da bir iddia değil. Ben olanı söylüyorum. Elimizde belgeler, yazışmalar ve tarihe düşmüş kayıtlar var. O tarihlerde Doğu kiliselerine bağlı 80 milyon insan ve 225 mitranlık Episkoposluk alanı vardı. Bu durum Roma ve Bizans seferlerini doğurdu. Doğu’da Mançurya’dan Sumatra’ya ve Japonya hudutlarına, kuzeyde Moğolistan’a, batıda Kıbrıs’a ve güneyde Yemen’e kadar uzanan bir bölgede dinî hâkimiyet söz konusuydu. Bu insanlar yok edildi. Episkoposluk’lar önce 80’e sonra 40’a kadar indi. Kiliseler yağmalandı, harap edildi. Bu konuyu tarihçiler yeniden ele almalı. Elimizdeki verilere göre biz bunu savunuyoruz. Örneğin Nusaybin’de hiçbir şey bırakmadılar. Haçlı Seferlerinin ilk çıkış noktası Müslümanlara karşı değildi, giderek güçlenen Doğu Kilisesi’nin hâkimiyetini ve nüfuzunu kırmaktı.
-Sefere çıkarken Doğu Kilisesi’nin gücünü kırmaya gidiyoruz mu dediler?
Orada Hıristiyanların da yaşadığını bilmiyorlar mıydı? Hem de çok iyi biliyorlardı. Anadolu’da o tarihlerde az Müslüman yaşıyordu. Hıristiyanlar daha çoktu. Ve Hıristiyanlar yok edildi. Batı Kilisesinin bir kararı vardı ve bu çok açıktı.
-Bu görüşlerinizden Vatikan’ın haberi var mı, tezinizi başka platformlarda gündeme getirdiniz mi?
Ben annemi ve babamı severim ama yanlış yapmışlarsa onları da eleştiririm. Bu konuyu değişik yerlerde gündeme getirdim ama hiç sert tepki ile karşılaşmadım. Tepki alsam da yine görüşlerimden vazgeçmem. Ben bunu, söylerken aynı zamanda en eski Katolik olan Keldani Cemaatinin bir mensubu ve görevlisi olarak dile getiriyorum. Ana kilise biziz. Zarar gören de yine bu ana kilise olmuştur. Ben bu tezimi yeni Papa Joseph Ratzinger’e de söyledim. Kendisinden de aykırı bir tepki almadım.
-Ama Papa II. John Paul, Haçlı Seferleri’nden dolayı Müslümanlardan özür diledi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet özür diledi. Müslüman kardeşlerimizden özür dilemiş olması bizim için yeterliydi. Ayrıca bizden de özür dilemesi gerekmiyor. Müslümanlardan özür dilemiş olması bizden de özür dilemiş anlamına gelir. Bizim kardeşlerimizden ayrı bir noktamız yok. Sadece inançlarımız farklı. Dinde ideoloji olmaz. Bu ideoloji insan yetiştirme üzerine olmalı. Kaldı ki geçmişte de Keldanilerin başını çektiği Doğu Kilisesi İslamiyet’in yayılmasında etkili bir kültür oldu.
-Bunu biraz açabilir misiniz?
İslamiyet’i ilk kabul eden Hıristiyanlar Keldanilerdi. Dörtte üçü Müslüman oldu. Tanıştılar, alışveriş yaptılar, aynı dili konuşup ortak bir değer üzerinde durdular. İnançları farklı olsa da kardeştiler ve akrabaydılar. Dolayısıyla daha eski olan kültürlerini Müslüman kardeşleriyle paylaştılar.
-Türkiye’deki bütün Keldaniler İstanbul’a toplanmışlar. Bunun bir sebebi var mı?
Yerel cemaatten yeni kuşak Diyarbakır’ı, Mardin’i, Cizre’yi, Hakkâri’yi ya da Siirt’i bilmiyor. Ben İstanbulluyum diyor. Ama aile yapısı Keldaniler’de din üzerinden gidiyor ve değerlerini kaybetmemeye çalışıyorlar. İstanbul’da bütün Doğu Kiliseleri 1950’den sonra başlayan göç hareketi ile kuruldu. Bu hâliyle çok yeni ve özel bir konumdalar. Kilise dinin dışında, tarih, örf, adet ve geleneklerin korunduğu kültürel bir misyonu da üstleniyor. Biz din adamları olarak cemaati İstanbul’da tutabilmek için çaba harcıyoruz. Umarım bu zenginlik kaybolmaz.
-Dışarıya gidenler ile burada kalanlar arasında bir kopukluk yaşanıyor mu?
1900 öncesinde Güneydoğu’daki onlarca kent merkezinde Keldani okulları vardı, ama onlar Osmanlı döneminde kaldı. Şanlıurfa’daki bugün ilk üniversiteler olarak tanımlanan okulların kurucuları ve Nusaybin’deki ilk Hıristiyan yüksek ilahiyatı ve din bilim üniversitesinin kurucuları Keldanilerdi. Bunlar aynı zamanda Hıristiyan âleminin ilk ilahiyat üniversiteleri olmuştur. Bunlar Osmanlı topraklarındaydı. Bugün Türkiye’de Keldanilere ait bir okuldan söz etmek mümkün değil. Ruhaniler dışında halk Keldanice konuşamıyor. Düşünün benim ailemin yarısı İran’da, yarısı Irak’ta, yarısı Paris’te, diğer yarısı da Türkiye’de. Şimdi Paris’te yaşayanla Türkiyeli ailem bir araya geldiğinde Keldanice’den önce bulundukları ülkelerin dilleriyle konuşmayı tercih ediyorlar. Türkiye’de kilisede ibadet yarı Türkçe yarı Keldanice yapılıyor. Ülkeler ve nesiller arasında bir kopukluk söz konusu ama biz bunların giderilmesini istiyoruz. Bakın Fransa’da soykırımı anıtının dikilmesi bunun bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Kopukluktan kaynaklanan bir boşluk ve kullanılan insanlar zümresi ortaya çıkıyor.
23.01.2006
AKSİYON DERGİSİ
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.