Efes kilisesi
- Bu konu 1 izleyen ve 6 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
11. Şubat 2009: 20:58 #25939AnonimPasif
Kilise İnayet Çağı – Kilisenin Yedi Önemli Evreden Geçmesi
(S.Paşaoğlu – H. Bostancıoğlu)EFES KİLİSESİ – İlk Sevgisini Yitiren Kilise (Birinci ve ikinci yüzyıl)
Efes kenti öğrenci Yuhanna’nın vahyi aldığı Patmos adasına öbür altı kente oranla en yakınıydı. Efes 1.Ö. 1000 yıllarında kurulmuş namlı kentlerden biriydi. Efes’in önemi ve ünü o dönemin başkentleri Babil, Nineve, İskenderiye, Atina ve Roma’yla karşılaştırılabilen büyük bir kentti. Tapınaklar, tiyatro, saray, hamamları, kitaplığıyla ün kazanmıştı. Efes yerlileri Asya’nın bu önde gelen kentinde yaşadıkları için gururluydular. Günümüzde tiyatro, tapınak, sarayların, hamamların sadece kalıntıları bulunur. Burayı ziyaret edenler sanat ve yapı kalıntılarını görüp o Efes’in önceki güzelliğini hayal edebilirler.
Efes’teki kilisenin Akvila ve Priskila adlı sıradan imanlı bir çift tarafından kurulduğu düşünülüyor.
‘Bundan sonra Pavlus Atina`dan ayrılıp Korint`e gitti.
Orada Pontus doğumlu, Akvila adında bir Yahudi ile karısı Priskilla`yı buldu. Bunlar, Klavdius`un bütün Yahudiler`in Roma`yı terk etmesi yolundaki buyruğu üzerine, kısa süre önce İtalya`dan gelmişlerdi. Akvila ile Priskilla`nın yanına giden Pavlus, aynı meslekten olduğundan onlarla kalıp çalıştı. Çünkü meslekleri çadırcılıktı(Elçilerin İşleri 18:1-3).Düşüklüğün, putlara tapıcılığın egemen kesildiği böyle bir kentte İsa Mesih küçük bir topluluk oluşturarak ışığını parlattı. Elçi Pavlus özellikle üçüncü haber gezisinde iki yıl süreyle Efes’te çalıştı. Tiranus okulunu kullandı, İsa Mesih’in Sevin Getirici Haberi’ni vaaz etti, öğretti (bkz. Elçilerin İşl. 19:9-10).
Pavlus’un Efesliler’e gönderdiği mektuptan bu kilisenin giderek gelişen bir topluluk olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca, Efesliler’e yazılan bu mektupta Mesih’in bedeni ve gelini Kilise konusunda çok değerli bilgiler ediniyoruz.
Efes’teki kilise ruhsal olgunluğa ermiş bir topluluk olmaya karşın, Esinleme’deki mektubun yazılışında (İ.S. 96) başlangıçtaki sevgiden uzaklaşmış, yeniden tövbe etmesi gereken bir topluluğa dönüşmüştü. İsa Mesih bu kilisenin gayretine, sabrına, yararlı işlerine tanıklık ediyor. Onların doğru öğretiye sadakatini övüyor. Nikolaitler öğretisinden de nefret ettiğini belirtiyor. Ne var ki, Rab’bin bu kiliseye karşı önemli yakınışı var: ‘İlk sevgisini bırakmak’. ‘Efes’ kelimesi ‘bakıyorum’ anlamındadır. Bu, bir bakımdan Mesih’in sadece dıştan görülen eylemleri değil, yürekte olup bitenleri de gördüğünü gösterir. Bu kelimenin ‘sevimli’, ‘seven’, ‘arzu edilen’ anlamına geldiğini bildirenler de vardır. Bu da Rabbimiz’in bu kiliseden beklentisini dile getirebilir: Soğumuş olan ilk sevgi ateşinin yeniden yanması. İlginçtir, elçi Pavlus’un Efeslilere gönderdiği mektup şu anlamlı sözlerle kapsanır:
‘Tanrı’nın lütfu Rabbimiz İsa Mesih’i ÖLÜMSÜZ (ya da bozulmaz) sevgiyle sevenlerin hepsiyle olsun’ (Efesliler 6:24).
‘Nikolaitler’ sözünün Yunanca anlamı ‘halkı mağlup edenler’ yahut, ‘yutanlar’ demektir. Gerçekten de daha o zamanlarda Episkopos, ihtiyar ve ruhsallar sınıfı kendilerini halktan daha yüksek bir sınıfa koyma egilimindeydi. Efes Kilise’si Efendileri İsa gibi buna benzer öğreti ve tutumlardan iğreniyorlardı (ayet 6). Görüldüğü gibi Efes kilisesi yanlış öğretilere karşı durarak doğru öğreti ve eylemleri sürdürüyordu. Ne var ki, Efes kilisesi ilk sevgisini bırakmıştı. Çabalar Rab İsa için değil, kurumlaşmış bir Hristiyanlık içindi (ayet 3). Efes topluluğunun İsa Mesih’le paydaşlığı, basitliği, içten muhabbeti yozlaşmıştı.
Kilise tarihini araştırırsak, Yuhanna’nın Efes topluluğuna yazdığı bu dönemde – birinci yüzyılın sonlarında – kiliselerin ruhsal durumunda bir kayma olduğunu görebiliriz. Çoğu kiliseler ‘ilk sevgisini’ yitirmiş, Efes kilisesinin görümünü anımsatan bir duruma gelmişti. Bugün kendimize sormamız yararlı olur: Ben ya da kilisem acaba Rab’be ilk sıcak sevgimizi ve içten muhabbetimizi yitirdik mi? Acaba Efes kilisesi gibi sadece dıştan görülen ruhsal özelliklerle mi tanınıyoruz? Durumunuz buysa Rab Efes kilisesine yaptığı şu çağrıyı bize de yöneltiyor:
‘Nereden düştüğünü anımsa, tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını sürdür’ (Esinleme 2:5; 2.Korintliler 11:1-3).
13. Şubat 2009: 0:25 #32200AnonimPasifİzmir Kilisesi – Baskı Gören Kilise – (İkinci – Dördüncü Yüzyıllar)
İzmir kenti ilk olarak İ.Ö. 1000 dolaylarında kurulmuştu. Lidyalılar bu yeri yıktı, daha sonra büyük İskender (İ.Ö. 1V) onu yeniden kurdu. Efes’ten sonra İzmir, Patmos’a en yakın kentti. O dönemde Asya bölgesinin en güzel kenti olarak bilinir, ünü Efes’i andırırdı. İzmir günümüz Türkiye’sinin üçüncü büyük kentidir. Buradaki topluluğun ne zaman ve kim tarafından oluşturulduğunu bildiren bir kayıt yoktur. Bu kentten sadece Esinleme’de söz edilir. Büyük olasılıkla Pavlus Efes’teyken burayı ziyaret etmiş, bir kilisenin kurulmasına etken olmuştur.
İsa Mesih’in bu kilieseye karşı bir eleştiri veya yargısı yoktur. Tersine, yoksulluğu nedeniyle onu avutuyor, çekmekte olduğu ve çekeceği sıkıntıları konu ederek onları yüreklendiriyor. İzmir’deki inanlılar Roma İmparatorluğu ve Yahudiler tarafından ağır baskı altındaydı. Roma vatandaşları Kayser’e – İmparator’ a – tapınmalı, onu ‚en büyük efendi’ olarak kabul edip onuruna buhur sunmalıydılar. İnanlılar bunu kesenkes reddettikleri için ağır baskılarla karşı karşıyaydılar. Bu kez burada bin beş yüz, başka bir kez de sekiz yüz inanlı öldürülerek şehit edildiler. Kent, imanlıların Kilisede gözetmenlik yapan saygın kilise atalarından Polikarp da burada öldürülmüş, cesedi ateşte yakılmıştı. Bu kilise yoksul, ama ruhsal olarak zengindi. Mesih’e olan bağlılığı nedeniyle baskı altındaydı. Kurtarıcı İsa bu topluluğa gönderdiği mektupta daha çok sıkıntının kendilerini beklediğini anımsatıyordu.
‘İzmir’in Yunancası ‘Smyrna’dır. ‘Mür yağı’ ya da ‘acılık’ anlamına gelir. Bu bir tür parfümdür. Dikenli bir ağaçtan meydana getirilir, başlangıçta ölülerin dirilmesi için kullanırdı (bkz. Matta 2:11; Markos 15:23; Yuhanna 19;39).
İzmir topluluğu baskı, elem hatta ölüm saldırıları da çevresine hoş bir koku dağıtıyor, adının anlamını kanıtlıyordu. Genel olarak kiliseler İ.S 313 yılına kadar büyük sıkıntı ve baskılardan geçti. İzmir kilisesine koşutluğu olan dönem ilk yüzyılın son kesiminden dördüncü yüzyılın başlarına kadardır.
Kilise tarihi bu dönemdeki inanlıların arenalarında aslanlara yiyecek olarak atıldığını, paramparça edildiğini yine de Rab’be sadık kaldığını kaydeder. Bu mektupta ‘Yaklaşık on gün sıkıntınız olacaktır’ sözünü (bkz. 2:10)tarihe uyguladığımızda anlamı daha iyi anlaşılır. On gün ifadesini kelime anlamıyla tam on gün yorumlamamalıyız. Kutsal Kitap’ın yorum yöntemini zorlamadan on günün uzun bir baskı dönemini simgelediğini söyleyebiliriz.
Belirtildiği gibi yedi kilise tüm inanlı topluluklarını betimleyen bir sırdı.
‘Bunun için gördüklerini, şimdi olanları ve bundan sonra olacakları yaz. Sağ elimde gördüğün yedi yıldızla yedi altın kandilliğin sırrına gelince, yedi yıldız yedi kilisenin melekleri, yedi kandillik ise yedi kilisedir’(Esinleme 1:19-20).
Tarih boyunca varolan bütün kiliselerin farklı yedi ruhsal durumunu gösterir bu kullanım. İzmir kilisesine yazılan ‘yaklaşık on gün sıkıntınız olacak’ sözü de salt İzmir kilisesine değil, betim niteliğinde ilk yüzyıldan dördüncü yüzyıl başlarına dek var olan kiliselere yöneliktir. Dördüncü yüzyılın ortalarına dek Kilise, on imparatorun baskı ve saldırılarına maruz kalmıştır. Bu imparatorlardan en ağır baskıyı uygulayan onuncu imparator Dioklitianos’tur. İlki Nero, sonuncusuysa Dioklitianus idi. Bu imparatorların yönetiminde İ.S 313 yılına dek Kilise’ye karşı korkutucu bir saldırı uygulandı. İzmir kilisesi aracılığıyla kiliselere yöneltilen peygamberlik sözü tarihin akımında gerçekleşti. İsa Mesih de tüm bağlılarına şöyle seslenir:
‘Dünyada sıkıntınız olacak. Ama cesur olun, ben dünyayı yendim’ (Yuhanna 16:33).
Pavlus ve Barnaba da inanlıları yüreklendirerek şöyle der:
‘Tanrı’nın egemenliğine birçok sıkıntıdan geçerek girmemiz gerekir’ (Elçilerin İşleri 14:22).
Bizler ve kiliselerimiz çeşitli saldırı, sıkıntı ve baskıya maruz kaldığımızda ne yapıyoruz? Sabırla, sadakatle sıkıntılara katlanıyor muyuz yoksa imanı yadsıyıp dünyanın karanlığına mı dönüyoruz? Rab İsa bugün bizlere şu çağrıda bulunuyor:
‘Ölüm pahasına da olsa sadık kal, sana yaşam tacını vereceğım’ (Esinleme 2:10).
Sonsuzlukta Mesih’siz olarak sıkıntı çekmektense, şimdi belirli bir süre Mesih’le Mesih için sıkıntı görmek bin kat daha yeğdir.
16. Şubat 2009: 10:49 #32208AnonimPasifBergama Kilisesi – Dünya ile Uzlaşan Ruhban Kilise (4 ve 6. yüzyıl)
Bergama kenti İzmirden seksen km. kuzeyde, Asya ilinin çok önemli bir yeriydi. Efes gibi bir ticaret merkezi olmasa da nam yapmış tapınaklara, saraylara, tıp okullarına, akademilere sahipti. Bunların yanı sıra İskenderiye’deki tanınmış kitaplıkla yaraşan çok büyük bir kitaplığın da barınağıydı. Putperest tapınışların bir merkezi olup sokakları Zeus ve Apollo gibi ilahların put, heykel ve sunaklarıyla doluydu. Yılan simgesi altında tıp, şifa tanrısı Askulapyus’a tapınılırdı burada. İmparator Augustus onuruna dikilen ilk tapınak da buradaydı. İmparatorlar da bu kentte de kıral-tanrı olarak yükseltilirdi. Burası gerçekten de senkretik (birçok dinin birleşimiyle oluşan inanç) ve insan buluşu karanlık mezheplerin egemen kesildiği bir yerdi. Bu nedenle Efendimiz İsa Mesih buradan ‘Şeytan’ın tahtının bulunduğu yer’ olarak bahseder:
‘Bergama`daki kilisenin* meleğine yaz. İki ağızlı keskin kılıca sahip olan şöyle diyor:
Nerede yaşadığını biliyorum; Şeytan`ın tahtı oradadır. Yine de adıma sımsıkı bağlısın. Aranızda, Şeytan`ın yaşadığı yerde öldürülen sadık tanığım Antipa`nın günlerinde bile bana olan imanını yadsımadın’ (Esinleme 2: 12-13).Günümüzde bu namlı kentin göz kamaştıran tapınakları, sarayları birer kalıntı olarak o parlak geçmişe tanıklık etmektedir.
Şeytani güçlerin egemen olduğu Bergama’a inanlılar topluluğu sadakat ve sabırla İsa Mesih’e tanıklıklarını sürdürüyorlardı. İsa Mesih buradaki inanlıların sadakatinden övgüyle söz eder ( bkz. 2:13). Ne var ki, bu kilisede Balam’ın ve Nikolaitler’in öğretisini tutanlar da vardı. Bencil, yararcı peygamber Balam’ın günahı düşman kralla birleşip İsrail halkını lanetlemek, onu yanlış bağlantıya ve zinaya sürüklemekti (bkz. Çölde Sayılar 22:24; 31:16; 2.Petrus 2:15). İsrail oğullarının pagan Moab kızlarıyla evlenmesini, ahlaksızlıkta bulunmasını o öğütlemişti (bkz. Çölde Sayım 25:1-2). Amacı Tanrı’nın halkını putperestliğe sürüklemekti. ‘Balam’ sözü İbranice ‘halkı yutan’ demektir. Bergama kilisesinde düşmanla uzlaşmış, şehvet içerikli pagan ibadetlere katılan yutulmuş insanlar bulunuyordu.Efendimiz’in Efes kilisesinde iğrendiğini söylediği ‘Nikolait’in işleri’ burada ‘Nikolaitler’in öğretisi’ olmuştu: ‘Bunun gibi, sizin aranızda da Nikolas yanlılarının öğretisine bağlı olanlar var’ (Esinleme 2:15).
Bu edimci, sapkın öğreti artık kilisede yerleşmişti. Efes kilisesinden söz ederken Nikolaitler’in kim olduğu belirtildi. Yunanca anlamı her ne kadar İbranice ‘Balam’ a benzer olsa da bu farklı bir yanılgıyı dile getirir. ‘Halkı yenen’ anlamını taşıyan ‘Nikolait’ sözü, ruhban sınıfının kendilerini halktan üstün görüp inanlılara egemen olma uğraşını dile getirir. Balam’ın yanılgısı da, dünyayla uzlaşan, onun tarafından yutulan Tanrı halkının durumunu belirtir. İsa Mesih bu türden bencil çabaları kesenkes kınar. Rabbimiz Bergama’da Balam’ın ve Nikolaitler’in öğretisini tutanlar var demekle bu sapmaları dile getirir.
Bu kilisenin tarihte gösterdiği dönem İzmir kilisesinden hemen sonradır. İ.S. 313 yılından sonra Roma İmparatoru Konstantin kiliseyle uzlaştı, onunla birleşti. Kiliseyle yapılan bu uzlaşma o zamana dek sürdürülen baskı siyasetinin sonu oluyordu. Bu tarihsel uzlaşma kilisenin bir zaferi sayılsa da gerçekte büyük bir kabıydı. Uzlaşmadan sonra putlara tapıcı inanç ve uygulamalar Hristiyanlık maskesi altında kiliselere sokuldu. Kilisenin amacı göksel veya ruhsal olmaktan çıktı, yersel ve siyasal oldu. Zaten Bergama kilisesi Yunanca ‘Pirgos’ ve ‘Gomos’ kelimelerinin bileşimidir. ‘Pirgos’ ‘kule’, ‘Gomos’ da ‘düğün’ anlamındadır. Öyle ki bu, kilisenin Roma imparatorluğuyla düğününü, birleşmesini gösterir.
Kısaca, bu öğretiye bağlananlar kiliseyi dünyayla uzlaştırdılar. Öyle ki, dünya kiliseyle kilise de dünyayla kucaklaştı. Tanrı YAHWEH halkının kendinden ayrılmasını zina betimiyle anlatır (bkz. Yeremya 3:1-9). Kilisede ruhban sınıfı artık üstün bir yer tutmuş, sıradan kişileri sömürmeye başlamıştı denebilir. Papalık sistemi de bu zamanda, dördüncü yüzyılda başlar. Araf (cennetle cehennem arasında var olduğu ileri sürülen bir yer), ölülerin canları için dua, meleklere, azizlere, Meryem’e dua etmek, onun ebedi erdemliliği, günahsız doğumu, göğe alınışı, Papa’nın kesin yetkisi, kusursuzluğu, ruhbanlara verilen ‘Kutsal baba’, ‘efendilerin efendisi’, ‘Rab’ türünden adlar, özel rahip giysileri, rahiplerin evlenme yasağı, günah çıkartmak ve daha bir sürü temelsiz inanç da bu yıllardan başlayarak kiliseye sokulmaya başlandı.
Günümüzdeki kiliselerin dünyaya, pagan kökenli Hristiyan görünümlü birçok yöntem ve öğretilere karşı tutumu acaba ne durumdadır? Hoşgörü kılığında her şey giderayak kabul ediliyor, yanlış öğreti ve uygulamalara göz yumuluyor mu? Din adamları yetkilerini nasıl kullanıyor? Halka hizmet etmek için mi yoksa egemenlik sürmek için mi? (bkz. Luka 2:24:27). Dünya ruhuna ve günahlara karşı tutum nedir? Dünyayla uzlaşılıyor mu, yoksa Mesih’in öğretisine sadık mı kalınıyor? Kutsal Kitap tüm inanlıları herhangi bir kiliseye, ruhban sınıfına ya da örgüte değil, Tanrı’ya sadık kalmaya ve ‘dünyada lekesiz’ bulunmaya çağırır:
‘Baba Tanrı`nın gözünde temiz ve kusursuz dindarlık, kişinin sıkıntı çeken öksüzler ve dullarla ilgilenmesi ve kendini dünyanın lekelemesinden korumasıdır’(Yakup 1:27).
17. Şubat 2009: 21:12 #32214AnonimPasifTiyatira Kilisesi
Örfe bağlı Karanlık Çağ Kilisesi(6. ile 15.yüzyıl arası)Tiyatira kenti Bergama’nın yaklaşık 60 km güney doğusunda büyük zengin bir yerdi. Bu kenti Selefkios Nikator kurdu. Ona kızı Tiyatira’nın adını verdi. Bu kent günümüz Türkiyesi’nin Akhisar’ıdır. O zamanlarda kentin çoğunluğu Makedonyalılar’dan oluşurdu. Bu yerde güneş tanrısına tapınılırdı. Halkın çoğunluğu çömlekçi, demirci, iplikçi, kumaş boyacılığı vb. Türden işlerle uğraşırdı. Rabbin Filipi kentinde yüreğini açtığı Lidya adlı kadın da bu yerden olup mor kumaş ticareti yapar ve her yeri dolaşarak bunları satardı.
‘Bizi dinleyenler arasında Tiyatira Kenti`nden Lidya adında bir kadın vardı. Mor kumaş ticareti yapan Lidya, Tanrı`ya tapan biriydi. Pavlus`un söylediklerine kulak vermesi için Rab onun yüreğini açtı.
Lidya, ev halkıyla birlikte vaftiz* olduktan sonra bizi evine çağırdı. “Beni Rab`bin bir inanlısı kabul ediyorsanız, gelin, evimde kalın” dedi ve bizi razıetti’ (Elçilerin İşleri 16:14-15).
Isa Mesih bu yerdeki kiliseyi belirli özellikleri nedeniyle övüyorsa da (bkz. Ayet 19) onu sertlikle eleştiriyor. Bu kilisede özellikle o düşük kraliçe İzabel’in sapıklıkları işlerliktedir. Bir pegan olan İzabel İsrail kralı Ahab’la evlidir. Yetkisini kötüye kullanarak Tanrı’nın halkını gerçek tapınıştan uzaklaştırmış, putperestliğe zorlamıştı. Tanrı peygamberlerini kılıçtan geçirerek YAHWEH’ye tapınışın kökünü kazımayı amaçlamıştı (bkz. 1.Krallar 16:9).
Tiyatira kilisesinin temsil ettiği tarih dönemi olasılıkla papalığın egemenlik sürdüğü karanlık çağ dönemidir. Bu dönemde papalığın yönettiği kiliseler örf ve ayin yönünden İzabel sapkınlığını anımsatır. Roma Katolik kilisesi de pagan kökenli adetleri, ayin ve ibadetleri, Yahudiler’e özgü törelerle birleştirerek papalık sistemini kurmuştur. İzabel uçarı bir kadındır. Papalar da dünyanın kralları ve güçlüleriyle düşük eylemlerde bulundu. Bu kadın, peygamberlik tasladı. Tanrı gerçeklerinin öğretmeni olduğunu savundu. Papalar da kendilerine ilişkin aynı iddiada bulundular. İzabel, Tanrı’nın gerçek peygamberlerinin çoğunu katlettirdi. Papalar da tarih boyunca gerçek inanlılara, Tanrı’nın müjdecilerine çok baskı yaptılar, kan döktüler. İzabel kadının dinsel eylem ve uğraşları bol olduğu gibi papalığın da pek çok eylemi vardır: Ayinler, oruçlar, yortular, bedene çektirilen işkenceler, kutsal ekmek, kutsal sular, hac yolculukları, vb..
‘Tiyatira’ terimi Yunanca ‘tyyo’dan gelir, anlamı ‘daimi kurban’dır. Bunun Roma kiliselerinde güngünden yinelenen ‘kutsal kurban ayiniyle’ alakası olduğu düşünülebilir. Katolik kilisesi, bir sembol olan ekmekle şarabın alındığı anda Mesih’in bedenine dönüştüğünü (özdeğişim) öğretir. Bu ayinle Mesih’in kurbanı hergün yinelenir. Oysa Kutsal Kitap İsa Mesih’in bir kez kurban olduğunu, bununla kendisine iman edene tam kurtuluş sağladığını vurgular. Mesih’in kurban oluşu tek keze özgüdür, yinelenemez (bkz. İbraniler 9:25-28). Bergama zamanında başlayan Balam’ın düşük eylemi ve Nikolaitler’in yanlış öğretisi Tiyatira döneminde etkisini tümden gösteriyor, kilisede egemen oluyordu.
Günümüzde de bunun etkisi süregelmektedir. Birçok hristiyan ne yazık ki papalık veya rahiplik yönetiminden, ölü kilise adetlerinden kendilerini koparamıyor, sağa sola sendeliyor. Biraz inanlı yaşamı, biraz kilise adeti, biraz dünya, biraz ruhsallık diyerek nerede bulunduklarını, kime hizmet ettiklerini bilemiyorlar. Rab böyle iki yürekli, ruhsuz ve insan adetlerine dayalı kilise uygulamalarına karşıdır. O, inanlısının insan adetlerinden uzak, temiz, sadık, kararlı ve salt O’nun sözüne dayalı bir iman yaşamı sürdürmesini ister. Rab’bin kanıyla paklandıktan sonra ölü iş ve örflerle zaman geçirmek ne denili üzücüdür.
‘Biliyorsunuz ki, atalarınızdan kalma boş yaşayışınızdan altın ya da gümüş gibi geçici şeylerle değil, kusursuz ve lekesiz kuzuyu andıran Mesih`in değerli kanının fidyesiyle kurtuldunuz’ (1.Petrus 1:18-19).
18. Şubat 2009: 18:38 #32219AnonimPasifSart Kilisesi
Uyanıp da Yeniden Uykuya Dalan Reform Kilisesi – (1517-1648)
Sart kenti Tiyatira’nın elli km güneyinde Timolus adında bir dağın eteğinde, kumlarında altın taşıyan küçük bir ırmağın kenarında kurulmuştur. Zenginliği ve para birimini icat etmesiyle ün salan Kral Krezüs burada yaşamış, krallık sürmüştür. Yunanlılar’la savaş için yolculuğa çıkan Pers Xerxes’in orduları bu kentin vadilerinde gecelerdi. Kral Kiruş Sart’ı alınca çok zengin, tanınmış bir kentti burası. Daha sonra şiddetli bir deprem burayı harap etti. Roma kralı Tiberius Sart’ı yeniden kurdu. Elçiler döneminde burası geçmişteki parlak anılarıyla yaşayan ölü bir kentti. Zenginlik ve refah yerini çöküme bırakmıştı. Bugün burası Anadolu’nun önemli tarihsel kalıntılarındandır.
Sart kilisesi Protestanlığın belirdiği zamana işaret eder. Kilise Balam’ın işlerinden özgür olmuş, Nikolaitler’in öğretisi çürütülmüş, Tanrı gerçeklerinin iddiasında bulunan İzabel’in-papalığın- etkisi kırılmıştır. Bazı yorumcular ‘Sart’ sözünün bu kentte bulunan ‘Sarda’ adında değerli bir taştan türediğini varsayar. Bu taş korkuyu defetmek, cesaretli kılmak, mutluluk ve zeka sağlamak, büyüden kurtarmak doğrultusunda sihirli bir nesne sayılırdı. Bazıları bu sözün ‘sıyrılanlar’ anlamında olduğunu söyler. Bir başkası ‘yeni bir şey’, ‘tazelenmiş’ olarak yorumlar. Bunun ‘ölçü ipi’ olduğunu söyleyenler de var.
Bu yorumlar farklı olsa da birbirine zıt değildir. Hepsi protestan hareketinin belirip güçlenmesiyle, hizmetleriyle ilgilidir. Protestanlar cesaretle, korkusuzlukla başlayan ruhsal bir savaşın öncüsü oldu. Geniş sayıda kadının erkeğin İncil’e yönelmesine, kurtuluş bulmasına araç oldular. Luther, Zwingli, Kalvin, Farel, Knox gibi reformcular sadece İncil’in gerçeklerini vaaz etmekle kalmadı. Kutsal Kitap’ı halkın anlayabileceği dillere çevirdi, ruhsal uyanışa araç oldu. Papalık boyunduruğundan sıyrılan bu inanlılar yeni yaşama, yeni görüşe vardı. Bu yeni yöntemin etkinliği için yeni ölçü ve yeni uygulamalar çizgisi gerekliydi. Protestan reformunun ana çizgisi neydi?
1.)Yaşam ve iman için gerekli tek klavuz, tek kural Kutsal Kitap’tır.
2.) Kurtuluş için gerekli tek adım imanla Kurtarıcı’ya verilmektir. Kurtuluş iman yoluyla, inayetledir.
3.) Kilise’nin tek Efendisi ve Rab’bi göklere yükselen Rab İsa Mesih’tir.
Protestan reformunun ana çizgisi sağlıklıydı, izleyicileri gayretle özveriyle işe başlamış insanlardı. Ne var ki, daha sonra reform kurumsallaştı, resmi inanç olma yolunu tuttu. Bu kilise ‘aldığını ve işittiğini’ tutmadı.
‘Bu nedenle neler aldığını, neler işittiğini anımsa. Bunları yerine getir, tövbe et! Eğer uyanmazsan, hırsız gibi geleceğim. Hangi saatte geleceğimi hiç bilemeyeceksin’ (Esinleme 3 :3).
Protestanlık belirdikten sonra kısa bir süre sonra kiliselerin çoğunluğu ‘yaşayan kilise’ olarak belirdiyse de ‘ölü’ durumuna düştü.
‘Sart`taki kilisenin* meleğine yaz. Tanrı`nın yedi ruhuna ve yedi yıldıza sahip olan şöyle diyor: `Yaptıklarını biliyorum. Yaşıyorsun diye ad yapmışsın, ama ölüsün’ (Esinleme 3 :1).
Akılcılık, modernistlik, hümanizm ön sıraya getirildi. Kutsal Kitap yerine insan aklı yetki olmaya başladı. Evrim teorisi, hümanist felsefe tüm kiliseleri virus gibi sardı. Protestanlık dünya ruhuyla karışarak İncil’in temel gerçeklerinden uzaklaşmaya başladı. Kilise bulunduğu kentin gerçeklerinden uzaklaşmaya başladı. Kilise bulunduğu kentin durumu andırışında başlangıçtaki parlaklığını yitirmiş ruhsal çöküntüye yönelmişti. Aralarında ‘elbiselerini kirletmeyen’ yanlızca küçük bir azınlık bulunuyordu. Çöküntüye düşmekle yüz yüze kalan bu Protestanlar’dan birçoğu Roma Katolik kilisesinin sakramentlerini, bebeklerin vaftizi gibi birçok töre ve öğretilerini sürdürmeye devam etti. Bu nedenle Kurtarıcımız bu kiliseyi şu sözlerle uyarır :
‘Uyan! Geriye kalan ve ölmek üzere olan ne varsa güçlendir. Çünkü yaptıklarının Tanrım`ın önünde tamamlanmamış olduğunu gördüm’ (Esinleme 3:2).
Günümüzde Kiliselerimiz’in ve kendimizin bulunduğu ruhsal durum nasıldır? Yaşayan, canlı kilise olduğumuzu varsayarken gerçekte ruhsuz ve ölü müyüz? İşittiğimizi, Rab’den aldığımızı tutuyor muyuz? Kurumlaşmış birey ya da kilise olarak hayatsız, etkisiz, güçsüzlükte mi yol almış gidiyoruz? Kiliselerimizde yetki Kutsal Kitap mı yoksa aklımız mı? Mesihi mi ilan ediyoruz yoksa hümanistliği mi? İsa Mesih başlamış olduğumuz ruhsal yenilenişi bütünlüğe erdirmemizi ister. Bu yenileniş, bu ilerleyiş yarıda kalmasın.21. Şubat 2009: 19:44 #32240AnonimPasifFladelfiya Kilisesi – Azınlık, Misyon Kilisesi(1700-1900)
Fladelfia Sart’ın kırk km güney doğusunda bir kenttir. Bergama kralı Attalus tarafından İ.Ö. 189’da kurulup ağabeyinin anısına bu kente ‘kardeşlik sevgisi’ anlamına gelen Fladelfiya adı verilmiştir. Bu dönemde Frikya’nın şarap çarşısıydı. Nüfusu çoktu. Volkan ve depremleriyle tanınan bir kentti. Burada yaşayan inanlıların çoğu yoksul kesimdendi. Ağır vergi yükümlülüğüyle zorlanıyorlardı.
Fladelfiya kilisesinin tarihte temsil ettiği dönem, söz konusu Protestanlar arasında gerçekleşen ruhsal uyanış ve intibah dönemidir.
Papalık boyunduruğundan sıyrılan bu kiliseler yavaş yavaş töreciliğe, modernistliğe kaymış, cansız bir duruma gelmişti. Yeni baştan tövbe etmeye ruhsal uyanışa muhtaçtı. Bu kiliseyi temsil edenler gerçek inancın sadece doğru bir öğretiş olmadığını anladılar. Böyle bir ortamda Tanrı kendi tasarısı uyarınca birçok ruhsal görüşlü inanlısını, öğretmenini getirdi sahneye. Bunları ruhsal uyanış için aracı kıldı: John Wesley, George Whitefield, Jonathan Esward, William Carey, C.H Spurgeon, D.L. Moody vb.. Bu inanlı vaizler çeşitli isimlerdendi: Metodist, Pietist, Calvinist, Moravlılar, Püritenler, Babtistler vb.. Bu aydınlanmış insanlar toplulukların her kesitine ulaştı, her soydan her boydan geniş kitleleri İsa Mesih’e çekti.
Bu uyanışta belirli tanrıbilimciler, din uzmanları karşı durduysa da bu onları yıldırmadı. İşte bu nedenle, Kurtarıcı İsa bu kiliseye,
‘Gücün az olmasına karşın, sözüme uydun ve adımı inkar etmedin’ diyor (bkz. Ayet 8).
Bu kilisenin özelliği Mesih’in sözüne sarılmak, Mesih’i yadsımadan her durumda O’na sadık kalmaktı.
Burada‘Kendilerini gerçek Yahudi yerine koyup da Yahudi olmayan, ama Şeytan’ın sinagogundan’ olanlara değiniliyor. Gerçekten on dokuzuncu yüzyılda kendilerini gerçek Yahudi, – Tanrı’nın halkı – diye tanıtan farklı kümeleşmeler ortaya çıktı: Mormonlar, Yehova Şahitleri, British İsrailliler, Adventistler vb… Bu kümeleşmeler kendilerini Esinleme’deki 144.000 Yahudi ya da İsrail’in kaybolmuş on kuşağı olarak tanıtırlar. Fladelfiya kilisesi yani sadık azınlık bu tür sapmalara karşı durdu ve durmaktadır.
Bu uyanışın doğal sonucu olarak yeni yaşama kavuşanlar İncil’i yaymak için yeryüzünün her yanına yayılmaya başladı. Çeşitli misyon Misyon kurumları kuruldu. Müjdeciler, İncil vaizleri Rab İsa Mesih’in buyruğunu yerine getirmeye koyuldu:
‘İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: “Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi.
Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh`un adıyla vaftiz edin; size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin.
İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim’(Matta 28:18-20).
Bu nedenle Kurtarıcı ‘İşte senin önüne kimsenin kapayamayacağı açılmış bir kapı koydum’ der (Esinleme 3:8).
Bunun yanı sıra bu kiliseyi yeryüzüne gelecek büyük denenme saatinden koruyacağını vaat eder. Sözüme uyarak sabırla dayandın. Ben de yeryüzünde yaşayanları denemek için bütün dünyanın üzerine gelecek olan denenme saatinden seni esirgeyeceğim’ (Esinleme 3:10).
Günümüzde de kiliselerimizde ruhsal uyanışa büyük gereksinim vardır. Bu uyanış Kutsal Kitap’a yönelmekle, Kutsal Ruh’un ateşini, yönlendirişini aramakla başlar. Yüreğin derinliklerinde Tanrı’nın kutsallığını ve günahın iğrençliğini sezinleyen can, günahlarına rest çekip yaşamının her yönünü Tanrı’ya sunar. Kendisini ateşli bir istekle duaya, Tanrı’nın Sözü’nü araştırmaya ve tanıklığa adar. Genel uyanışlar bireysel uyanışla başlar. Bizler ne durumdayız? Uyuyor muyuz yoksa uyanık mıyız?
3. Mart 2009: 0:25 #32284AnonimPasifLaodikya Kilisesi – İmandan dönen, Ilıklaşan Kilise (1900’den zamanımza dek).
Laodikya, Fledelfiya kentinin yaklaşık yetmiş km güneydoğusunda, yoğun nüfuslu bir kentti. Kenti kuran kral buraya karısının adını verdi. Bankalarıyla, altınlarıyla, zenginliğiyle, göz hastalıkları uzmanlığıyla, tekstil, yün, halı ticaretiyle ve komşu kent Hiyerapolis’in kaplıcalarıyla ün yapmıştı. Burada halkın su ihtiyacını karşılamak için bir kemer inşa edilmişti. Ancak su ılık akardı ve temiz değildi. Bu kemerin kalıntıları hala mevcuttur. Savaşlar ve depremler nedeniyle kent bugün harap durumdadır.
Laodikya kilisesi Esinleme kitabındaki yedi topluluğun sonuncusudur. İsa Mesih tek övgüde bile bulundurmadan kiliseyi eleştirir. Kilise ‘Ne soğuk, ne sıcak’. Kentin suları andırışında tatsız ve Mesih’in ağzından kusulacak derecede ılık.
`Yaptıklarını biliyorum. Ne soğuksun, ne sıcak. Keşke ya soğuk ya sıcak olsaydın!’(Esinleme 3:15).
Kilise öylesine yozlaşmıştı ki, yaşadığı Leodikya kentinin özelliklerini almış. Kilise kent gibi zengin olduğunu (Anadolu’nun bankacılık merkezi), çıplak olmadığını (tekstil imalatı), iyice gördüğünü (göz ilaçları) savlıyordu. Ne var ki, İsa Mesih yaşamdan dışlanmış, kapının dışında bırakılmıştı. İçeriye alınsın diye kapıyı çalmaktadır.
‘İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz’ (Esinleme 3:20).
Bu, çeşitli özellikleriyle övünen, zengin olduğunu tasarlayan, başka bir şeye gereksinimi olmadığına inanan kilisedir.
‘Zenginim, zenginleştim, hiçbir şeye gereksinmem yok diyorsun; ama zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak olduğunu bilmiyorsun’ (Esinleme 3:17).
Günümüz kiliselerinin belirgin bir örneği. Dünyayla sarmaş dolaş olmuş, onun dostluğunu kazanmış olduğundan kendisini varlıklı sanan kilise… Hiçbir şeye gereksinimi yok! Budur örgütleşmiş, oturmuş kilise ve bağlıları: ‘Ne güzel tapınak ve ibadet salonlarımız var. Ne büyük cemaat, ne denli bol kilise üyeleri, ne çekici vaizler, ayinler! Harika koro ekibimiz, üstün zekalı din pröfesörlerimiz, ne güzel yardım ve misyon kurumlarımız, okullarımız, hastahanelerimiz var. Başka neye gereksinimimiz olabilir? Hiçbir eksiğimiz yok!’ Günümüzün bol sayıda kiliseleri bu düşüncede. Oysa ‘Sadık ve gerçek tanık’ Kurtarıcımız şu yargıda bulunuyor: ‘Seni ağzımdan kusacağım’ (ayet 16).
Bizler şimdi Laodikya kilisesi döneminde yaşıyoruz. İsa Mesih’in tanıklığına bakıldığında bu kilise ‘Ne soğuk, ne de sıcak’tır. Bu durum şimdi kiliselerin durumuyla eşitliktedir.
`Yaptıklarını biliyorum. Ne soğuksun, ne sıcak. Keşke ya soğuk ya sıcak olsaydın!’ (Esinleme 3:15).
Tümden ılık bir durum. Ne siyah, ne beyaz, her şey kül rengi. Biraz soğuk, biraz sıcak. Ne iman ediyor ne de inkar. Mesih inancıyla dünya bir arada yürüyor. İnanlılar İsa Mesih’e önem veriyor, ama yerel çıkara da sıkıca sarılmış durumda. Bilgi var ama İsa Mesih’e teslim kavramı bilinmiyor. Şu anda yeryüzündeki kiliselerin çoğunluğu bu durumda değil mi?
İlginçtir, ‘Laodikya’ adı iki sözün birleşiminden oluşuyor. ‘Laos’ (halk), ‘diki’ (hüküm veya karar). Bu ‘halkın hükmü’ ya da ‘kararı’ anlamındadır. Zamanımızda da zaten her sorun halkın onayına, seçimine bırakılmış. Genel isteğe uygun ne varsa o uygulanır. Halkı hoşlandıran vaazlar yapılır, halkın onayladığı uğraşlar düzenlenir. Kilise Kutsal Ruh’un yönetimi, Kutsal Kitap’ın buyruğu doğrultusunda değil, halkın istemi kapsamında yöneltilir. Yaşamın ölçüsü Kutsal Kitap değil, halkın beğenisini okşayan isteklerdir. Nikolait öğretisinin tersine, topluluğa egemen kesilen ruhban sınıfının yerini şimdi topluluk görüşü almıştır.
Son dönemlerin Laodikya kilisesi sadece ruhsal yönden değil, öğreti açısından da aldatıda çalkalanıyor. İsa Mesih’in tanrılığı, Kutsal Ruh’un kişiliği ve hizmeti, üçlükte-teklik teklikte-üçlük gerçeği, Mesih’in doğaüstü doğumu, ölüler arasından fiziksel dirilişi, yeryüzüne yeniden gelişi, cehennem yargısı, Kutsal Kitap’ın yetkisi türünden temel öğretiler ne yazık ki günümüzün bazı liberal, modernist kiliselerine bir yana itilmiştir. Zamanımızda birçok kilise Laodikya benzerliğinde Rab’bin ağzından kusulacak duruma gelmiştir. Rab bu topluluklara bir fırsat daha tanıyarak çağrıda bulunuyor:
‘İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz’ (Esinleme 3:20).
İncelediğimiz son iki kilise – Fladelfiya ve Laodikya – tarihte iki ayrı dönemi göstermez, ama Protestanlığın iki ayrı durumuna işaret eder. Protestan kiliseleri Filadelfiya ve Laodikya olmak üzere ikiye ayrılır. Filadelfiyalılar sevgiyle dolu, Kutsal Kitap’a dayalı gerçek inanlıları, Laodikyalılar’sa örgütleşmiş, gerçek yaşamdan yoksun kalmış modernist kiliseleri temsil eder. Roma katolik kilisesiyse Tiyatira kilisesine koşutlukta İsa Mesih’in yeryüzüne gelişine dek devam edecektir. Son dönemin kiliselerinin durumu bunlara benzeyecektir.
‘Ben gelinceye dek sizde olana sımsıkı sarılın. Üzerinize bundan başka bir yük koymuyorum’ (Esinleme 2:25).
Rabbimiz İsa Mesih ‘Baş meleğin yüksek bağırışı ve Tanrı’nın borusuyla gökten indiğinde’ Filadelfiya topluluğuyla betimlenen yeniden doğmuş, Tanrı’nın çocuğu olmuş bütün inanlılar nerede bulunursa bulunsun, hangi inanlı kilisesine bağlı olursa olsun göğe kaldırılacak.
Rab Filadelfiya kilisesine ‘yeryüzünde yaşayanları denemek üzere bütün dünyanın üzerine gelecek olan deneme saatinden ben de seni esirgeyeceğim’ vaadinde bulunur: ‘Sözüme uyarak sabırla dayandın. Ben de yeryüzünde yaşayanları denemek için bütün dünyanın üzerine gelecek olan denenme saatinden seni esirgeyeceğim’(Esinleme 3:10).
Bu vaat uyarınca Rab bedeni ve gelini olan kilisesini, dünyaya gelecek o büyük sıkıntıya bırakmayacak. Onları bundan önce göğe, yanına alacaktır. Burada sözü edilen ‘Burada sözü edilen ‘bütün dünyanın üzerine gelecek olan deneme saati’ o büyük sıkıntı dönemini gösterir. Sadece yeniden doğmuş inanlılar bundan kurtulup göğe alınacak.
‘Kendinize dikkat edin! Yürekleriniz sefahat, sarhoşluk ve bu yaşamın kaygılarıyla ağırlaşmasın. O gün, üzerinize bir tuzak gibi aniden inmesin. Çünkü o gün bütün yeryüzünde yaşayan herkesin üzerine gelecektir’(Luka 21:34-35).Filadelfiyalılar göğe kaldırıldığında Laodikyalılar – yeniden doğmamış, yalnızca görünüşte Hristiyanlar – yeryüzünde kalacak. Laodikyalılar’a Rabbimiz’in söylediği ‚Seni ağzımdan kusacağım’ vurgulayışı işte budur.
Esinleme’de adı geçen yedi kilise konunda iki önemli noktayı da vurgulamak gerekir. İlki, Kilise tüm ulusları, ırkları kısacası dünyayı ıslah ederek Mesih’e yöneltmiyor. Tersine, dünya ve kiliseler giderek daha katı karanlığa, enginlere gömülüyor. Dünyayı Hristiyanlaştıracağız, Tanrı’nın egemenliğini kuracağız diyenlerin yanılgıları sırıtıyor. İsa Mesih son günlerden söz ederken öğrencilerine, ‚İnsanoğlu geldiğinde şu dünyada acaba iman bulacak mı?’ diye düşündürücü bir soru yöneltir(bkz. Luka 18:8).
Elçi Pavlus da son günlerde evrensel intibahlar değil, geniş çapta imandan düşüş ve edimci sapık öğretilerin yaygınlaşacağını vurgular.
‚Ruh açıkça diyor ki, sonraki zamanlarda bazıları imandan dönecekler!’ (1.Timoteos 4:1).
‚Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, sağlam öğretiye dayanamayacaklar. Kulaklarını okşayan sözler dinleyebilmek için çevrelerine, kendi arzularına uygun öğretmenler toplayacaklar.
Kularklarını gerçeğin sesine tıkayacak, dönüp efsanelere dalacaklar’(2.Timoteos 4:3-40).
Kuşkusuz ruhsal uyanışı bekleyeceğiz, imansız ulusların tövbeye gelmesi için dua edeceğiz, kurtuluş müjdesini tüm uluslara tanıklık niteliğinde yayacağız, müjdeciler, ruhsal işçiler göndereceğiz. Bu, kilisenin yeryüzündeki başlıca hizmetidir. Ama bilinsin ki tüm uluslar, tüm halk toplulukları bu dönemde topyekün Rab’bi kabul etmeyecek. Keşke böyle olsaydı! Peygamberlikler ulusların akın akın tövbe edeceği zamanın bu dönemde değil, Mesih’in bin yıllık hükümranlığı döneminde olacağını belirtir.
Yedi kilisede dikkati çeken ayrı bir konu da Kilise’nin deneyimi olan yedi ayrı durumla İsrail’in tarihindeki durum arasındaki çarpıcı benzerliktir. İnayet döneminde Kilise’nin geçtiği ruhsal evreler Eski Anlaşama’da İsrailliler’in geçmiş olduğu evrelerle hemen hemen koşuttur. Eski Antlaşma İsrail halkının yavaş yavaş düşüşünü sergilerken, Yeni Antlaşma da Kilise’nin kaymasını sergiler.
1. İsrail toplumu Mısır’dan Tanrı halkı olarak çıktığında Tanrıları yahweh’ye sevgiyle, çabayla dikkati çekiyordu. Ama Çıkış’ın hemen başlangıcında Tanrı’ya yönelik ilk sevgileri soğumaya başladı.
-İlk sevgisini yitiren Efes Kilisesi’nin durumu gibi.2. İsrail kırk yıl boyunca çölde ağır koşullar altında yaşadı.
– Sıkıntı çeken İzmir Kilisesi’nin durumu gibi.3. Moab ovalarında İsrail putlara tapıcılığa, Balaam’ın öğretisine sürüklendi.
-Dünyayla uzlaşan Bergama Kilisesi’nin durumu gibi.4. İsrail yerleştiği Kenan topraklarında komşu toplulukların örfüne, putlarına yöneldi.Yezebel’in baskısıyla imandan uzaklaştı.
-Kötü örf ve adetlerin egemen olduğu Tiyatira Kilisesi’nin durumu gibi.5. İsrail, Tanrı’sı Yahweh’yi ve O’nun buyruklarını bıraktı. İkiye bölündü, sürgüne götürüldü.
-Uyanıp yeniden uykuya dalan Sart Kilisesi’nin durumu gibi.6. İsrail esirlikten döndüğünde yeniden Tanrı’ya ve Tanrı’nın Sözü’ne döndü.
-Mesih’in Sözleri’ne sadık kalan Filadelfiya Kilisesi’nin durumu gibi.7. İsa Mesih yeryüzüne geldiğinde İsrail’in Tanrı’ya bağlılığı yüzeysel, göstermelik çevresindeydi. Daha sonra da İsa Mesih’in haçlanışına önayak oldu.
-İmandan ayrılan Laodikya Kilisesi’nin ilk durumu gibi. -
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.