Bilime Hristiyan Bakışı
- Bu konu 7 izleyen ve 38 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
29. Temmuz 2008: 13:42 #29944AnonimPasif
Sayın mucizehal; söyleminizi yalnış anlamadığım için de ikisinin yayınlanmasına izin verdim. Yalnız sizin o yazıdan önceki yazıları satır araları itibariyle okumanızı öneririm. Alıntıladığınız yazıda; Darwin ya da bilimsel evrim savunulmuyor ! Hatta birinci tümce şöyle: ” Rastlantı diye bir şeyin olmadığı bizim için açık olmalıdır. ” Bu tümce, Darwin’in düşüncelerinden ziyade, Tanrı olgusuna işaret etmektedir.
Rabbin sevgisi ve ışığı sizinle olsun.
Lütuf, İsa Mesih’i sevenlere ölümsüz sevgiyle !
” Başkasını yargılamayın, siz de yargılanmazsınız. Suçlu çıkarmayın, siz de suçlu çıkarılmazsınız. Başkasını bağışlayın, siz de bağışlanırsınız. ” ( Luka 6:37 ) isa su üstünde isamesihyasiyor
5. Ağustos 2008: 11:00 #28537AnonimPasifKutsal Kitap, tüm yaratılanları Tanrı’nın buyurucu sözlerinden çıkmış olarak görür ve tanrı günümüzde de yarattıklarına buyurmaya devam etmektedir. Ancak Kutsal Kitap bunu ” mucizevi ” olarak tanımlamamaktadır. Mucizeler Tanrı’nın insanlık için kurtuluş planını gerçekleştirmesinde anahtar rolü oynayan özel eylemlerdir. Ancak Kutsal Kitap’ta bunlar hemen her zaman insanların içinde bulunduğu belirli durumlarda ortaya çıkan Tanrı’nın lütfunun işaretleriyle ilgilidir. Yaratılışın tümü Tanrı’nın eylemlerinden türediği için, yaratılmış düzenin kendi başına mucizevi olması diye bir kavram yoktur, ne kökeninde ne de varlığını sürdürmesinde… Bu nokta, Eski Antlaşma’nın yazarları tarafından iyi anlaşılmıştır. Örneğin, Nehemya 9. bölümde İsrail halkı tapınış sırasında Tanrı’ya yarattıkları için şükreder ( 6. ayet ), ama mucizelerden söz etmezler. Ancak hemen sonra, aynı duada,Tanrı’ya onları Mısır’dan çıkaran ” mucizevi işaret ve harikaları ” için şükrederler.
Orta Çağ kilisesinin mucizeleri yaygınlaştırmak gibi bir eğilimi vardı. Kuşkusuz bu inançsızları etkilemekve kilisenin gücüne dikkat çekmek için yapılıyordu. Ancak, Calvin ve Luther gibi Kutsal Kitap reformcularının görevlerinden biri, bu eğilime karşı koymak ve onları dinleyenlerin dikkatini Tanrı’nın herkes için geçerli olan yaygın lütfuna çekmekti. Tanrı’nın yarattıklarının bazı yönlerine mucize diyerek Orta Çağ kilisesinin yaptığı hatayı tekrarlamama konusunda dikkatli olmalıyız. Çünkü Tanrı Kutsal Kitap’taki vahyinde bunları mucize olarak adlandırmaz. ( ” İnancın Ötesinde ” )
Rabbin sevgisi ve ışığı sizinle olsun.
Lütuf, İsa Mesih’i sevenlere ölümsüz sevgiyle !
Onların ne düşündüğünü bilen İsa şöyle dedi: ” Kendi içinde bölünen ülke yıkılır, kendi içinde bölünen ev çöker. ” ( Luka 11:17 )
isa su üstünde gvgvgv11. Ağustos 2008: 7:29 #30104AnonimPasif* Daha önce vurguladığımız Kutsal Kitap’ın güçlü teizmi, tüm biyolojik çeşitliliğin altında yatan DNA’nın, yaratılışın diğer birçok yönü gibi, Tanrı’nın elinden çıkan bir ürün olduğunu gösterir. tanrı2nın dünyasındaki DNA, bir simge değil, O’nun yaratıcı işlerini anlatan örneklerden yalnızca biridir ve popüler kültürün ona yüklemek istediği gizemden tamamen sıyrılmıştır.
* İnsanlar “Tanrı’nın suretinde yaratılmışlardır. ” ve bu yüzden aralarındaki genetik farklara bakmaksızın özel bir değere sahiptirler. İnsanların değeri ve özel konumu, Tanrı’nın bize vermiş olduğu ağır sorumluluktan, yani O’nun armağanlarını kullanarak O’nun dünyasını keşfetmek ve O’nun yarattıklarınınnn bakımını üstlenmek sorumluluğundan anlaşılabilir. Tanrı’nın her bireyi genetik özelliklerine bakmaksızın sevmesi ve ona özen göstermesi, değerli olduğumuzu gösterir. İnsanlar tanrı’nın yarattıklarının koruyucuları olma konusundaki tüm potansiyellerini, belki de bu yaşamda yerine getiremeyebilir, ama ne olursa olsun, insan toplumunun Tanrı’nın yarattıklarıyla dayanışma içinde olduğu aşikar olmalıdır. Şunu da söylemeliyiz ki, bu tür amaçlar kendini belli bir dini inanca ait hissetmeyen birçok kişi tarafından da paylaşılıyor olabilir, ama yine de bireyin mutlak değerinin Tanrı ve insanlık arasındaki yaratılışsal ilişki aracılığıyla güvence altına alınması, hrisityan inancından kaynaklanmaktadır. ( ” İnancın Ötesinde ” )
Rabbin sevgisi ve ışığı sizinle olsun.
Lütuf, İsa mesih’i sevenlere ölümsüz sevgiyle ! :elsalla: :elsalla: :elsalla:
15. Ağustos 2008: 15:42 #30164AnonimPasifEvrim – Bilim Değil, Bir Felsefe
Genel olarak organik evrim kuramı veya evrim modeli olarak isimlendirilen kuram, canlı olan her şeyin, maddesel bir evrim sürecinden geçerek tek bir kaynaktan ortaya çıktığı ve yine bu kaynağın da benzer bir süreçten geçerek ölü ve cansız bir ortamdan, kendiliğinden var olduğu fikrini savunan kuramdır. Bu kuram aynı zamanda molekülde- insana evrim kuramı diye de adlandırılabilir.
Diğer yandan, yaratılış modeli ise, tüm ilkel hayvan ve bitki çeşitlerinin doğaüstü bir Yaratıcı tarafından , günümüzde artık etkin olmayan başka çeşit özel yöntemler kullanılması sonucu var edildiğini var saymaktadır.
Pek çok bilim adamı evrimi, sadece bir kuram olarak değil, kanıtlanmış bir gerçek olarak kabul etmektedir. Columbia Üniversitesi’nde Zooloji okutmanı ve California Üniversitesi’nin Davis Kampüsünde ziyaretçi profesör olarak çalışmış olan, bugün artık hayatta olmayan ünlü evrimci ve genetik uzmanı Theodosius Dobzhansky şöyle demiştir: ” Yeryüzünün tarihinde yaşamın evrim olarak meydana gelişi, üzerinde durulan ve gözlemci insanların tanık olmadıkları olaylardır. ” Yine California Üniversitesi Prof. lerinden R. B. Goldshmidt, ölümünden önce ” Bitki ve hayvanlar alemindeki evrimin, yargılama hakkı olan herkes tarafından daha fazla kanıta ihityaç duyulmayan bie gerçek olarak ” düşünüldüğünü ifade etmiştir. Hemen hemen tüm bilimsel kitaplar ile okul ve üniversite ders kitapları evrimi, yaygın olarak kabul görmüş bir gerçek olarak sunar. Sadece bu düşünceler bile, birçok insanı molekülden – insana doğru gelişen bir evrimin gerçekten meydana geldiğine inandırır.
Evrim kuramını savunanlar, özel yaratılışın, bilimsel bir kuram olmadığı gerekçesiyle, kökenler konusunu açıklayan olası herhangi bir düşünceden ayrı tutulmasında ısrar ederler.Öte yandan, bu insanlar evrim düşüncesinin daha az bilimsel olmasının düşünülmez olduğu görüşündedirler. Gerçekte, daha önce, söylendiği gibi, çoğu evrimci, evrimin bir kuram olarak değil, bir gerçek olarak düşünülmesi gerektiği üzerinde ısrar ederler. Oysa, gerçeğin tam tamına göre, evrim, bilimsel bir kavram bile değildir.
Bu kuramın genel anlamda bilimsel olarak kabul edilmesi için, hangi ölçüt karşılanmalıdır ? G. G. Simpson, ” gözlemle doğrulanamayan ifadelerin aslında bilimle ilgili olmadıkları ya da en azından, bilim olmadıklarının bilimin kendi tanımı içinde var olduğunu ” ifade etmiştir. (” Evrim: Fosiller HALA HAYIR ! Diyor. ” – Nisan 2008 )
Rabbin sevgisi ve ışığı sizinle olsun.
Lütuf, İsa Mesih’i sevenlere ölümsüz sevgiyle !
Dünyayı kazansan neye yarar ? :elsalla: :elsalla: :elsalla:
30. Ağustos 2008: 13:22 #30476AnonimPasif* Kutsal Kitap’ın düşüş öğretisi – günahın dünyaya girmesi – dünyanın Tanrı’nın amaçladığından ne kadar uzak olduğunu bize hatırlatır. İnsanların hiçbir zaman Tanrı’nın istediği gibi dünyayı koruyamayacağı kesindir – en azından ” şimdiki kötülük çağında” . Tanrı’nın yaratılmış düzeninin, insanlığın iyiliği için araştırılması, bilim adamı olmanın sevinç ve ayrıcalıklarından biridir. Ancak Hristiyanlar, günah tarafından lekelenmiş insan bilgisinin kötü amaçlarla kullanılabileceğini gayet iyi bilirler. Bu nedenle Hristiyanlar, sadece DNA’dan değil, doğadan yararlanılması konusunda gururlu ya da saflık derecesinde iyimser tutumlara karşı şüpheci olacaklardır.
* Kutsal Kitap’ın kurtuluş öğretisi – ayrı düşmüş insanların Tanrı’ya dönmesi – bize Tanrı’nın planının yalnızca bireylerin kurtulması olmadığını, tüm yaratılmış düzeni kapsadığını hatırlatır. Elçi Pavlus Roma’daki ilk kiliseye yazdığı mektupta ” doğum sancısı çeker gibi inleyen ” ve ” Tanrı’nın çocuklarının açığa çıkmasını sabırsızca bekleyen ” bir yaratılıştan söz eder. Yazının bağlamında, ” Tanrı’nın çocukları ” terimi Hristiyanlar’a, yani yeniden doğarak Tanrı’nın ailesine girenlere atıfta bulunur. Bu kişiler kurtularak Tanrı’nın istediği şekilde dünyanın koruyucuları olurlar. Tanrı’nın halkı yaratılmış olanları düşüşten özgür kılmak için çalıştıkça, Tanrı’nın bir gün var edeceği yeni dünyayı gösteren bir işaret levhası görevi yaparlar. Tanrı’nın yeni dünyasında vaat ettiği tam kurtuluşun yanında bugünkü dünya koruyuculuğu bir ön proje gibi kalır. Anack, günümüzdeki mantıksal temelleri ve umudu sağlayan da gelecekteki bu tam kurtuluştur. ( ” İnancın Ötesinde ” )
Rabbin sevgisi ve ışığı sizinle olsun.
Lütuf, İsa Mesih’i sevenlere ölümsüz sevgiyle !
Dünyayı kazansan neye yarar ? :elsalla: :elsalla: :elsalla: :kitap:
12. Eylül 2008: 23:18 #30752AnonimPasifGENETİK VE CİNSELLİK
Ateistler ( bazıları ) ve Hristiyanlar ( bazıları ) evrime gereksiz ideolojik bir anlam yüklemekten vazgeçerlerse, umuyoruz ki evrimle ilgili tartışma da zayıflayarak yok olacaktır.Ancak genetik mühendisliği ve yenilikçi üreme teknolojileri büyük olasılıkla 21. yüzyıl boyunca ” sıcak konular ” olarak varlıklarını sürdüreceklerdir. Çünkü İnsan Genomu Projesi’nin tamamlanması ve molekülel genetikte devam eden ilerlemeler, bize kendi DNA’mızı ve diğer hayvan ve de bitkilerin DNA’larını değiştirmek için giderek artan ölçüde olanak sağlayacaktır. Bir yandan da, üreme amaçlı olarak laboratuar ortamında hücrelerle oynama yeteneğimiz de büyük bir jızla gelişmektedir.
20 yıl sonra yaşamınızı hayal edin: Doğum sırasında yasal olarak tüm genom dizinimizi çıkarttırmamız gerekiyor ve bu daha sonra sizin diğer sağlık kayıtlarınızla birlikte saklanıyor. Bu hem ilerleyen yaşlarda sizde ortaya çıkabilecek hastalıkların bilinmesini sağlayacak, hem de size ilaç verilmeden önce yan etkilerini önlemek için bu kayıtlara başvurulacak. Diziminiz yaşam sigortası primlerinizin belirlenmesinde rol oynayacak ve çocuk sahibi olmadan önce eşinizle birlikte oluşturabileceğiniz bazı risk faktörlerinin kontrolü için kullanılacak.
Böyle bir toplum istiyor muyuz ? ( ” İnancın Ötesinde ” )
Biz inanlılar, Tanrı’nın merhametiyiz.
Ayak izimiz, Mesih’tir ve yolumuzdur.
Dünyayı kazansan neye yarar ?
İnsan , canına karşılık ne verebilir ?
4. Ekim 2008: 20:43 #31133AnonimPasifHristiyanlar, özellikle aç bir dünyayı doyurmak ve ( nihai olarak ) hastalıkları tedavi etmek istedikleri için genetik mühendisliğiyle ve uygulamalarıyla yakından ilgilenirler. İnsan Genomu Projesi’nin bir Hristiyan olan Francis Collins tarafından koordine edilmiş olması, sözü edilebilecek birçok örnekten yalnızca biridir. Collins, ” Ben bir uyumsuzluk görmüyorum… doğanın incelenmesinde mutlak katılık talep etmekte ısrar eden bir bilim adamı olmakla kişisel bir Tanrı’ya inanan bir imanlı olmak arasında bir uyumsuzluk görmüyorum. Bu bağlamda, kendi deneyimlerimdeki bilimsel buluşlara ait o nadir çoşkulu anları, aynı zamanda Tanrı’nın yarattıklarındaki yeni bir inceliğin açığa çıktığı ve ilk defa olarak takdir edildiği birer ibadet anı olarak görüyorum ” * der. Collins, aynı zamanda yaşamsal önemi olan şu yorumu yapar: ” İyi tanrıbilimin, doğru bilime gereksinimi vardır. ” Evrim hakkındaki tartışmalarda; Hristiyanlar, genetik mühendisliği hakkında yaptıkları açıklamalarda bazen yarım yamalak akıl yürütmelerde bulundukları için suçludurlar. Anlamlı bir tartışma yapabilmek için genetik mühendisliğinin neleri kapsadığını iyi anlamak gerekir.
Genetik mühendisliği, dünya çapında binlerce laboratuardaki araştırmalarda düzenli olarak kullanılmaktadır.Çoğu müdahale, hücre hatları ya da bakteriler üzerinde yapılır ve bu uygulamalar şimdiye kadar çok az etik anlaşmazlığa yol açmıştır. İnsanlar bağlamındaysa, basın-yayının ( medyanın ) konuyu ele alış şekli çoğunlukla yaygarıcı ve sansasyonel olmuştur. Bu da, dikkatlerin, yeni teknolojinin ciddi etik sorunlar yarattığı konulara odaklanmasını engellemiştir.
* T. Peters’ın, Playing God ? Genetic Determinism and Human Freedom ( Tanrı’yı oynamak mı ? Genetik Belirlenimcilik ve İnsan Özgürlüğü ) Routledge, 1997, s.x-xi. Önsözde yazan F. S. Collins.
Birer inanlı olarak, Rab’de kararımızı kendimiz verdik.
Biz inanlılar, Tanrı’nın merhametiyiz. :papatya: :papatya: :papatya:25. Mart 2012: 10:06 #36914AnonimPasifEvrim kimsenin maymundan veya şempanzeden geldiğini söylemez bunlarla ortak bir atadan geldiğimizi söyler.Dünyanın var oluşu konusuna gelince bigbangten önce ne olduğu tam olarak bilinmese de teoriler var ama bunlar bilimsel teoriler.Hristiyanların ve diğer semavi dine inananların en büyük yanılgısı şudur bence: Evrim bir teoridir,kanun değildir. Bu görüş yanlış evet evrim bir teoridir fakat teori demek olgusal kanıtlarla gerçekliği kanıtlanmış düşünce demektir.Kanun olmamasının nedeni bazı eksik tarafları olmasıdır.Big bang de bir teoridir aynı şekilde big bange inanmayan var mı aranızda peki…
Din ve bilim çok farklıdır.Din matematiği kullanmaz ama bilim kullanılır din fenomenal olayları anlatır bilim doğa olaylarını.Açıkca söylemek gerekirse bilimin yalan söylediğini ve evrimin yanlış olduğunu düşünmüyorum.Tanrı eğer bizim yapacaklarımızı ,geleceğimizi ve herşeyi biliyorsa bu hazırlanmış bir tiyatroya benzer.Tanrı her şeyi hazırlamış ve biz oynuyoruz.Tanrı geleceği biliyorsa gelecekte kendisinin ne diyeceğini de biliyor demektir yani Tanrı gelecekte mi yaşıyor geçmişte mi bu muamma.
Kutsal kitabı bilimle açıklamak çok zor bunu hepiniz kabul edersiniz zaten.Dünyanın 7000 yıl gibi bir süre önce var olduğunu düşünmek yerine bence Adem cennetteyken de dünyanın var olduğunu düşünmek Hristiyanlar için bilimle bu konuda aynı fikirde olmanın tek yoludur.Adem’in de evrime göre var olması imkansızdır fakat bunun sembolik bir anlamı varsa yani Adem’in evrimle açıklanması olasılığı varsa neden olmasın görüşleri dinlerim.
Tanrı eğer gerçekten İncildeki ve Tevratta’ki tanrıysa yani varsa insanların araştırmalarında bilimde bir çok kanıtın kitabındaki sözlere ters düşmesine izin vermez.Nuh tufanında tüm hayvanlardan iki çift aldı diye düşündüğümüzde dahi gemi ne kadar büyük olursa olsun hayvanların o gemiye sığması ve Nuh’un yaşadığı yerde bulunamayacak olan penguen,kutup ayısı gibi hayvanların o gemiye nasıl geldiğinin bir açıklaması olmaması bu durumun bir örneğidir.Bilim ve dinin ortak noktası vardır ikisi de insanın evrendeki konumunu anlatır fakat aynı şeyi anlattıklarını söylemek çok zordur.Eskiden insanlar şimşek çarpmasını açıklayamıyorlar ve buna Tanrı’ların gazabı derlerdi,fırtına olduğunda rüzgar veya fırtına tanrısı derlerdi,deniz tanrısı derlerdi v.b Sonra bunlar bilim tarafından açıklanınca bir doğa olayı olduğuna herkes inandı.Son sözüm şu bize ilginç ve olağanüstü gelen şeyler aslında hiç öyle olmayabilir…
Sevgiler…
29. Mart 2012: 15:33 #36922AnonimPasifGalileo, Katolik Kilisesi arasındaki çatışmanın tohumları Kopernik ve Galileo doğmadan yüzyıllarca önce ekilmişti. Evrenin Yermerkezli (jeosantrik) olduğu görüşü eski Yunanlılar tarafından benimsenmiş ve filozof Aristoteles (MÖ 384-322) ve astronom-astrolog Ptolemaios (MS*ikinci*yüzyıl) sayesinde ün kazanmıştı.
Aristoteles’in evrenle ilgili görüşü, Pisagor olarak da bilinen Yunanlı matematikçi ve filozof Pythagoras’tan (MÖ*altıncı*yüzyıl) etkilendi. Aristoteles, Pythagoras’ın daire ve kürenin kusursuz biçimde olduğu görüşünü benimseyerek, tıpkı bir soğanın içindeki katlar gibi gökyüzünün de küre içinde küre olduğuna inandı. Her küre kristaldendi ve hepsinin merkezi Yer’di. Yıldızlar hareketini doğaüstü gücün merkezi olan en dıştaki küreden alarak daire şeklinde hareket ediyordu. Aristoteles de güneşin ve diğer gök cisimlerinin kusursuz olduğuna, değişiklikten etkilenmediğine ve herhangi bir hatası olmadığına inandı.
Aristoteles’in büyük görüşü bilimin değil, felsefenin bir ürünüdür. O, Yer’in hareket halinde olmasının makul olmayacağını düşündü. Bir boşluk ya da uzay düşüncesini de reddetti; çünkü hareket eden Yer’in sürtüşmeden etkileneceğine ve sabit bir güç uygulanmazsa hareketinin duracağına inandı. Aristoteles’in görüşü var olan bilgilerin çerçevesinde mantıklı göründüğünden yaklaşık 2.000 yıl bu ilk şekliyle kabul görmeye devam etti. Aklı başında ya da fizik hakkında azıcık bilgisi olan hiç kimse muazzam ağırlıkta olan Yer’in kendi merkezi ve güneşin merkezi etrafında sendelemekte olduğunu düşünmez; çünkü Yer çok az bile hareket etseydi, şehirlerin, kalelerin, kasabaların ve dağların yerle bir olduğunu görürdük.
O halde şu soruyla karşılaşıyoruz:
Hata Katolik Kilisesinin mi yoksa Kutsal Kitabın mı?
Galileo ve kilise arasındaki çatışmaya yol açan başka bir neden 13. yüzyılda meydana geldi ve bu Katolik ilahiyatında bir yetkili olan Aquino’lu Tommaso (1225-1274) ile ilgiliydi. Tommaso, Büyük Filozof diye adlandırdığı Aristoteles’e derin bir saygı duyuyordu. Tommaso, Aristoteles’in felsefesiyle kilisenin öğretilerini kaynaştırmak için beş yıl uğraştı. Galileo’s Mistake (Galileo’nun Yanlışı) kitabında şöyle yazılıyor: “Aristoteles’in felsefesini kilise öğretileriyle karıştıran Tommaso’nun ilahiyatı Katolik Kilisesinin temel dogması olmuştu.” O günlerde bağımsız bir bilim camiası olmadığını da unutmayın. Eğitim büyük ölçüde kilisenin kontrolündeydi. Dinde ve bilimdeki tek otorite de yine kiliseydi.
Dolayısıyla, kilise ve Galileo arasındaki çatışma için ortam hazırdı. Astronomiyle uğraşmadan önce Galileo devinim üzerine bir tez hazırlamıştı. Bu tez, çok saygı duyulan Aristoteles’in yapmış olduğu birçok varsayımı sorguluyordu. Fakat Galileo’nun günmerkezli evren görüşünü kararlılıkla savunması ve bunun Kutsal Yazılarla uyumlu olduğunu iddia etmesi onun 1633’te Engizisyon tarafından yargılanmasına yol açtı.
Galileo savunmasında Tanrı’nın ilham edilmiş Sözü olarak Kutsal Kitaba duyduğu güçlü imanı tekrar ortaya koydu. O aynı zamanda Kutsal Yazıların sıradan insanlar için yazıldığını ve güneşin görünürdeki hareketiyle ilgili Kutsal Kitaptaki kayıtların gerçek anlamda yorumlanmaması gerektiğini de iddia etti. Fakat bütün çabası boşunaydı. Çünkü Galileo Kutsal Yazılar hakkında Yunan felsefesine dayanan bir yorumu reddettiğinden mahkûm edildi. Katolik Kilisesi Galileo’ya verilen hükmün hatalı olduğunu ancak 1992 yılında kabul etti.
Bu olanlardan ne öğrenebiliriz?
Öncelikle Galileo’nun Kutsal Kitap hakkında hiçbir kuşkusu yoktu. Tersine o kilisenin öğretilerini sorgulamıştı. Dini konularda yazan bir yazar şöyle dedi: “Galileo olayından alınacak ders, Kilisenin Kutsal Kitap hakikatlerine fazla bağlı olduğu değil, yeterince bağlı olmadığıdır.”
Yunan felsefesinin kendi teolojisini etkilemesine izin veren kilise, Kutsal Kitap öğretilerini izlemek yerine geleneklere teslim oldu.
Tüm bunlar bize Kutsal Kitaptaki şu uyarıyı hatırlatıyor: “Dikkat edin; insan geleneklerine ve bu dünyanın benimsediği temellere dayanan felsefeyle, yanıltıcı boş sözlerle sizi tuzağa düşürmek isteyenler olabilir; bu gibi şeyler Mesih’ten değildir” (Koloseliler 2:8).
Buraya kadar anlatılanlar, elbette bilimle ilgilenmemek gerektiği anlamına gelmez. Aslında Kutsal Kitabın kendisi Tanrı’nın eserlerini öğrenmeye ve gördüğümüz şeylerdeki şaşırtıcı niteliklerini kavramaya teşvik eder (İşaya 40:26; Romalılar 1:20). Tabii ki bu, Kutsal Kitabın bilimi öğreten bir kitap olduğu anlamına gelmez. Aslında Kutsal Kitap Tanrı’nın standartlarını, O’nun kişiliğinin yalnızca yaratılışa bakarak öğrenilemeyecek yönlerini ve insanlıkla ilgili amacını da gösterir (Mezmur 19:7-11; 2.*Timoteos 3:16). Bununla birlikte, Kutsal Kitap doğal olgulardan söz ettiğinde her zaman doğruyu söyler. Bizzat Galileo şöyle söylemişti: “Kutsal Yazılar da, doğa da Tanrı’nın emriyle oluşmuştur. . . . . İki gerçek asla birbiriyle çelişemez.”
Aşağıda verilebilecek örneklerden SADECE BİRİ bile bunu doğrulayabilir.
Yıldızların ve gezegenlerin hareket halinde oldukları gerçekse de bundan daha temel bir gerçek evrendeki tüm maddenin kütle çekimi kanunu gibi yasalarla yönetildiğidir. Fizik kanunlarına değindiği bilinen Kutsal Kitap dışı en eski ifade, evrenin sayılarla açıklanabileceğine inanan Pythagoras’a aittir. İki bin yıl sonra Galileo, Kepler ve Newton sonunda maddenin rasyonel kanunlarla yönetildiğini ispatlamıştır.
Doğa kanunuyla ilgili ilk Kutsal Kitap kaydı Eyub kitabında geçer. MÖ yaklaşık 1600’de Tanrı Eyub’a şöyle sordu: “Göklerin kanunlarını bilir misin? Onun hükûmetini yeryüzünde kurabilir misin?” (Eyub 38:33). MÖ yedinci yüzyılda kayda alınan Yeremya kitabı Tanrı’dan ‘ayın ve yıldızların kanunlarının’, ‘göklerin, ve yerin kanunlarının’ Yaratıcısı olarak söz eder (Yeremya 31:35; 33:25). Bu ifadelerin ışığı altında Kutsal Kitap yorumcusu G. Rawlinson şöyle diyor: “Fiziksel dünyada kanunların üstünlüğü çağdaş bilim kadar Kutsal Kitabın yazarları tarafından da etkili bir şekilde doğrulanmaktadır.”
Eğer Pythagoras’ı başvuru kaynağı olarak kullanıyorsak da, Eyub’daki ifade Pythagoras’ın zamanından yaklaşık bin yıl önceydi. Unutmayın ki Kutsal Kitabın amacı fiziksel gerçekleri göstermek değil, aslında Tanrı’nın her şeyin Yaratıcısı, fiziksel kanunları yaratabilecek Kişi olduğunu vurgulamaktır .
(Eyub 38:4,12; 42:1,2).
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.