Bak kardeşim!

  • Bu konu 2 izleyen ve 1 yanıt içeriyor.
2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Yazar
    Yazılar
  • #25548
    Anonim
    Pasif

    Bak kardeşim!

    (Köşe yazarı: Hasan Cemal)
    Bak kardeşim; Bu ülke eğer laik ve demokratik bir ülkeyse, kimse kimsenin inancına karışamaz. İsteyen Müslüman, isteyen Hıristiyan, isteyen Musevi, isteyen ne olursa olur. Herkesin inancı ya da inançsızlığı kendinedir.

    Kimse kimseye karışamaz.
    Kimi Muhammed’in, kimi İsa’nın, kimi Musa’nın yolunda gider. İnancını serbestçe öğrenir ve yaşar. İnancını öğrenmek ve yaşamakla yetinmez, isterse de yayar. Din özgürlüğü budur. Vicdan özgürlüğü budur. Anayasalarda, yasalarda, insan haklarıyla ilgili metinlerde geçen din ve vicdan özgürlüğü olmadan laiklik de olmaz, demokrasi de olmaz.

    Bak kardeşim;
    Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları yalnız Müslümanlardan ve Türklerden oluşmuyor. Hıristiyanlar da var Türk vatandaşı olan; onların içinde Katolikler de, Protestanlar da, Ortodokslar da var. Musevi vatandaşlarımız da var. Vatandaşlarımız arasında Ermeni de var, Rum da, Yahudi de var. Kürt de, Arap da, Arnavut da, Gürcü de, Laz da, Çerkez de, Çeçen de, Boşnak da var. Daha da sayabilirsin. Ve bunları saymaktan rahatsız olma sakın. Hepimiz farklı köklerden geliyoruz. Bütün bunlar üstünde yaşadığımız toprakların zenginliğidir, rengidir. Sakın korkma, ürkme bundan.

    Bak kardeşim;
    Bütün bu farklılıklar, bu toprakları zenginleştirdiği kadar dinamik de kılar. Aynı çatı altında kardeşçe yaşamayı öğrendikçe, hoşgörüden nasibimizi daha çok aldıkça, farklılıklara tahammülü içimize sindirdikçe önümüz açılır. Barış ve huzuru yakalayan bir Türkiye’de mutlu yaşamanın yollarında yürürüz. Zaten tersi mümkün değildir. Unutma bunu.

    Birbirimizi tüketerek bir yere gidemeyiz. Avrupa’ya bak bu pencereden. Yaşlı kıtada din savaşları yaşanmıştı bir tarihte. İnsanlar birbirlerini inançları yüzünden kesmişlerdi. Protestan diye, Katolik diye katletmişlerdi. Cadı avları yaşanmıştı. Kiliseye karşı diye, meydanlarda diri diri yakılmıştı insanlar… Sonra kırımlar, soykırımlar çıktı tarih sahnesine…Gazodaları’nda, Gulaglar’da, Ölüm Tarlaları’nda insanoğluna cehennemler yaratıldı.

    Bak kardeşim;
    Acılar saymakla bitmez. Acılar anlatmakla bitmez. Zamanla anlaşıldı ki, insanlar birbirlerini katlederek tüketemezler; eziyet ederek birbirlerini boyunduruk altına alamazlar; zulmederek birbirlerine hükmedemezler. Zor oldu bu gerçeği öğrenmek. İnsanoğlu bunun için oluk gibi kan ve gözyaşı akıttı. Ve sonunda anladı ki demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından başka çare yoktur. İnsanlığın bir bölümü barış ve demokrasi yolundan uygarlığı ve refahı yakaladı, ancak lanet olası bedeller ödeyerek…

    Bak kardeşim;
    Demokrasi ipine sarılmaktan başka çaremiz yok. Bu ülkenin vatandaşı yalnız Müslüman, yalnız Türk olmak zorunda değildir. Laik demokratik cumhuriyet düzeninde böyle bir dayatma yoktur olamaz. İsteyen Hıristiyan olur; İsa’ya inanır; bu inancını yaşar; inancını serbestçe yayabilir, İncil dağıtarak… Kısacası: Misyonerlik suç değildir.

    Örneğin, Almanya’da yaşayan Müslümanlar nasıl kendi camilerini kurabiliyorlarsa, nasıl kendi inançlarını serbestçe yaşayabiliyor, Kuran dağıtarak yayabiliyorlarsa, bu özgürlük bizim ülkemizde de yasaların güvencesi altındadır, öyle olmak zorundadır da.

    Bak kardeşim;
    Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir kişi, İsa’nın ya da Musa’nın yolundan gidiyor diye baskı altına alınamaz. Kimsenin o vatandaşa inancından dolayı baskı yapmaya hakkı yoktur. Böyle bir baskı yapmaya kalkışan devleti karşısında bulur, bulmalıdır da. Hıristiyan düşmanlığı da, Yahudi düşmanlığı da, Rum ya da Ermeni düşmanlığı da, her türlü yabancı düşmanlığı da bu ülkede devleti karşısında bulmalıdır. Demokrasi ancak böyle olur. Hukuk düzeni ancak böyle kurulur.

    Bak kardeşim;
    Malatya’da yaşanan son vahşeti iyi düşün. Bu karanlığı Türkiye yırtmak zorunda. Başka türlü demokrasi ve barışı yaşayan uygar bir ülke haline gelemeyiz.Yazık değil mi bize? Malatya’daki o barbarlığı yapanlar, ilk ifadelerinde yine “milli hisler ve dini duygular”dan dem vurmuşlar.

    Yine o malum kafa…Ve zihniyet iklimi…Tıpkı Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinde olduğu gibi… Her taşın altında düşman, vatan haini bulan, böylece yabancı düşmanlarını, vatansever katilleri sahneye çıkartan zihniyet ikliminden kurtulmak zorundayız. Bu zihniyette olanlara dünyayı dar etmek hepimiz için -devlet için ya da üniversite ve medya için- öncelikli görev olmalı.

    Bak kardeşim;
    Demokrasinin ipine sarılmadan, hukukun üstünlüğünü savunmadan, bir toplumda barış ve huzur olmaz. Tarihin kanla yazılmış kepaze sayfaları ya da tarihin eli bu gerçeğe işaret ediyor. Kardeşçe yaşamanın başka yolu yok, bulunamadı bugüne kadar da…

    Lütfen, bu gerçeği bir kez daha düşünmeye çalış.

    h.cemal@milliyet.com.tr

    #30540
    Anonim
    Pasif

    18.11.2007 Sabah gazetesinden bir haber…
    Yukarıdaki yazıyı okuyunca ister istemez İran gibi cumhuriyetlerde uygulanan “batı düşmanlığı”, “kafirler ve kafirlere özgü ne varsa yasaklama” tarzındaki anlayış geldi aklıma… :(

    İran’da kahve keyfine yasak geldi
    Tahran’daki sanat ve sohbet meraklısı İranlıları bir araya getiren kahvehaneler devlet eliyle kapatılıyor..

    Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, İran’da da kahvehaneler insanların bir araya gelip boş zamanlarını geçirdikleri, sohbet edip siyaset ve özel yaşamlarını tartıştıkları mekânlar. Kahvehanelerin entelektüel kültür üzerindeki etkisi o kadar büyük ki, Avrupa’nın son iki yüzyıldaki sanatsal patlamasını kahvehanelerde doğan fikirlerle gerçekleştirdiği üzerine kitaplar bile yazıldı. Ancak bireysel özgürlüklerin şeriatın buyruklarıyla kısıtlandığı İran’da, artık pek çok kişi kahvehanede güzel zaman geçirmenin mutluluğunu dahi tadamayacak.

    İran İslam Cumhuriyeti‘nin ticaret bakanlığında çalışan yetkili Amaken-e Omoomi’nin verdiği 72 saatlik ültimatomun ardından kapatılan kahvehaneler, görevlilere göre yasadışı bir biçimde iş yapıyorlar. Mahmud Ahmedinecad’ın yabancı yayınları yasaklamayı da içeren son baskıcı uygulamalarının devamı olarak nitelendirilen bu hareket, İran’da yaşayan muhaliflere göre entelektüeller, eğitimli İranlılar ve kendileri gibi muhaliflerin bir araya gelmesini engellemek için çıkarılmış bir engelden ibaret.
    Avrupa kültürüne kahvenin girişi Papa VIII. Clement’in Hıristiyanların önderi olduğu dönemde gerçekleşti. O güne dek kahve, Müslümanların içeceği olarak biliniyordu. Bu durum Vatikan’ı telaşa sevk etmiş, Hıristiyan yetkililer kahveyi ‘şeytan icadı’ olarak adlandırarak yasaklamayı istemişlerdi. Ancak Papa VIII. Clement, kahvenin tadını merak etti ve ilk bardağı içer içmez kahveye âşık oldu. Çevresindekilere “Bu içecek kâfirlere bırakılmayacak kadar güzel,” diyen Papa, yasaklamak yerine kahveyi kutsadı ve bunun ‘hakiki bir Hıristiyan içeceği’ olduğunu açıkladı.
    İran hükümetinin kahvehanelerle ilgili aldığı karar, ilginç biçimde, ilk başta Müslüman içeceği olarak görülen kahvenin şimdi köklerinin en sağlam olduğu topraklardan birinde ‘Batı dünyasına ait kâfir konuşmaların yapılmasına ortam hazırlayan’ bir içecek olarak damgalanması anlamına geliyor.

2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.