Komşu Sevigisi ve Bu Sevginin Niyeti-John Calvin
- Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
3. Ağustos 2011: 8:04 #27456AnonimPasif
Kendimizi inkâr etmemiz, paydaşlarımızla doğru bir tutum içinde olmamızı sağlar. Bu sözlerden, kendimizi inkâr etmemizin bir ölçüde insanlarla, büyük ölçüde ise Tanrı’yla ilgili olduğunu algılıyoruz. Kutsal Yazı bize, insanları kendimizden üstün saymamızı [Flp. 2:3] ve doğru bir imanla kendimizi onlara iyilik yapmaya adamamızı [Krş. Rom. 12:10] emrettiğinde, zihnimizdeki doğal duygular daha önce boşaltılmadığında, aklımızın hiç almayacağı emirler vermektedir. Her birimizin kendi gözüne kendisiyle gurur duymasından ve karşılaştırdığında başkalarından tiksinmesinin tek nedeni olarak görünen özsevgiye koşmasındaki körlük budur. Şayet Tanrı bize pişman olmamızı gerektirmeyen bir şey verdiyse, buna dayanarak hemen aklımızı yüceltiriz ve sadece şişinmekle kalmayıp gururdan neredeyse çatlarız. Bize bulaşan bu ahlaksızlıkları başkalarından gizlemeye özen gösteririz. Bunlar önemsiz ve anlamsızmış gibi davranarak gururlanırız, hatta kimi zaman da bunları erdem sayarız. Kendimizde hayran olduğumuz aynı Tanrı vergisini, hatta daha üstünlerini başkaları gösterdiğinde, bu kişilere boyun eğmeyelim diye, bu armağanları inatla küçümseyip kötüleriz. Başkalarının herhangi bir kusuru varsa onları sert ve ciddi bir biçimde uyarmakla yetinmeyerek, bunları nefretle abartırız. Her birimizin ortak payın dışındaymışız gibi, başkalarından üstün olmayı istediği, her ölümlüyü azametle ve gururla kötüye kullandığı ya da en azından onu aşağı bularak tepeden baktığı saygısızlık buradan kaynaklanmaktadır.
Yoksul zengine, sıradan halk soylulara, hizmetliler efendilere, eğitimsizler eğitimlilere boyun eğer. Ancak kendisinin üstün olduğu fikrini beslemeyen hiç kimse yoktur. Bu durumda herkes gururlanarak sinesinde bir tür krallık barındırır.[1] Hoşuna giden her şeyin kendisinin olduğunu iddia ederek, başkalarının karakterini ve ahlakını eleştirir. Ne var ki bu, çatışma noktasına geldiğinde, zehrini saçar. Birçok kişinin her şeyi tatlı ve hoş bulduğu sürece kibarlık gösterdiği bellidir. Ama iğnelendiğinde ve sinirlendiğinde bu yumuşak başlılık eğilimini koruyan kaç kişi vardır? Bu en öldürücü vebayı, yani çekişmeyi ve kendini sevme vebasını Kutsal Yazı’daki öğretiş kökünden söküp atarken, içimizde kalmış parçalarını koparıp atmaktan başka çare yoktur. Bu durumda, Tanrı’nın bize bahşettiği bu yeteneklerin bizim kendi malımız olmadığını, Tanrı’nın karşılıksız armağanı olduğunu ve bunlarla övünenlerin nankörlüklerini gösterdiklerini hatırlamamız bize öğretilmektedir. Pavlus, “Seni başkasından üstün kılan kim?” diye sorar, “Her şeyi Tanrı’dan aldıysan, neden bunlar sana verilmemiş gibi övünüyorsun? [1Ko. 4:7].
Öyleyse kusurlarımızı aralıksız sorgulayalım, yeniden alçakgönüllülüğe dönelim. Böylelikle içimizde övüneceğimiz bir şey kalmayacaktır; ancak keyfimizi kaçıracak birçok fırsat olacaktır. Öte yandan, başkalarında gördüğümüz Tanrı’nın armağanlarına saygı göstermemiz ve bunları göz önünde tutmamız bize emredilmektedir. Öyle ki, bu armağanlara sahip olan bu insanları onurlandırabilelim. Rab’bin bahşettiği onurdan onları yoksun bırakmak, bizim açımızdan büyük ahlaksız olur. Ama onların kusurlarını görmezden gelmemiz bize emredilmektedir, kuşkusuz onları sevindirmek için dalkavukluk yapalım diye değil; ama iyi niyet ve onurla sevindirmemiz gereken insanları bu kusurlarını hesaba katarak kötülemeyelim diye. Sonuçta iş şu noktaya varmaktadır: Kiminle ilişkimiz olursa olsun, ona sadece alçakgönüllü ve yumuşak başlı değil, bir dost olarak yürekten davranacağız. Şu tek yolun dışında gerçek kibarlığı asla elde edemezsiniz: Başkalarına alçakgönüllü ve saygılı olmaya aşılanmış yüreğin.
Kendini reddetmek komşularımıza gerektiği gibi yardım etmenin yolunu gösterir
Şimdi insanın komşusunun yararını isterken, görevini yapması ne kadar güçtür! Kendinizle ilgili bütün düşüncelerden vazgeçmezseniz ve deyim yerindeyse kendinizden sıyrılmazsanız burada hiçbir şey başaramazsınız. Kendinizden vazgeçerek, kendinizi tamamıyla başkalarına vermezseniz, Pavlus’un sevgiden kaynaklanan işler diye öğrettiği işleri nasıl yapabilirsiniz? “Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz” [1Ko. 13:4-5]. Gerekli olan tek şey buysa -bize ait olanın peşinden koşmamak- doğayı pek az çiğnemiş olmayız. Doğa bize o kadar kendimizi sevme eğilimi verir ki, başkasının iyiliğine göz kulak olalım, hayır, mülkiyet hakkı bizde olan bir şeyi isteyerek verelim ve başka biri adına ondan vazgeçelim diye, kendimizi ve mallarımızı ihmal etmemize kolayca izin vermez. Ancak Kutsal Yazı, eliyle bizi buna yönlendirmek için, Rab’den gördüğümüz bütün yararların şu koşulla bize bahşedildiği konusunda bizi uyarmaktadır: Bunlar kilisenin ortak hayrına kullanılsın. Bu nedenle, bütün bereketlerin yasaya uygun kullanılmasında bunları cömertçe ve şefkatle paylaşmak vardır. Bunu sürdürmek için, sahip olduğumuz bütün armağanların Tanrı tarafından bahşedildiğini ve bunların komşularımızın yararı için kullanılması koşuluyla bize emanet edildiğinin [Krş. 1Pet. 4:10] öğretilmesinden daha kesin bir kural ya da daha geçerli bir teşvik bulunamaz.Ancak Kutsal Yazı, bunları insan bedeninin üyelerine bahşedilen güçle karşılaştıracak kadar ileriye gider [1Ko. 12:12 vdd.]. Hiçbir üyenin tek başına böyle bir gücü yoktur ne de bunu kendisi için özel olarak kullanır; ama her biri bu gücünü diğer üyelere döker. Bütün bedenin ortak yararının ortaya koyduğu şeyin dışında hiç birinin kendi gücünden bir kazancı yoktur. Tanrı’ya bağlı bir adam her ne yaparsa yapsın, bunu kardeşleri için yapabilmesi gerekir. Zihninde, kilisenin ortaklaşa inşasına niyet etmenin dışında kendisine hiçbir şekilde bir şey sağlamaz. Öyleyse cömertlik ve hayır kuralımız şu olsun: Biz, Tanrı’nın, komşumuza yardım edebilelim diye bize verdiği her şeyin kâhyasıyız ve bizden kâhya olarak istenen, hesap vermemizdir, Dahası tek doğru kâhyalık sevgi kuralıyla sınanan kâhyalıktır. Bundan çıkan sonuca göre, kendi avantajımız adına, başkasının yararı için sadece gayretimizi birleştirmekle kalmayalım ama kendi avantajımızı, başkasının yararı uğruna ikinci plana da atalım.
Tanrı, Kendisinden aldığımız bütün armağanları doğru kullanmanın kuralının bu olduğunu belki anlamayız diye, cömertliğinden kaynaklanan armağanların en küçüğü için bile bunu daha başlangıçta geçerli kılmıştır. İlk ürünlerin Kendisine getirilmesini buyurmuştur. Böylece halkın, kendisine sağlananları ilk önce O’na adamazsa bunların keyfini sürmeyi kabul etmenin yasaya aykırı olduğuna tanıklık etmesi gerekiyordu [Çık. 23:29]. Ne var ki, Tanrı’nın armağanlarını kendi elimizle Yazarına adadığımızda, Tanrı bunları bizim için sadece böyle bereketliyorsa, bu adanmışlığın tadının olmadığı armağanlar açıkça ahlaksızca kötüye kullanılmaktadır. Bununla beraber kendi mallarınızı paylaşarak Rab’bi yüceltmeye gayret etmek de istersiniz; o zaman cömertliğiniz O’na erişemeyeceği için, peygamberin dediği gibi, bunu yeryüzündeki kutsallar için yapmalısınız [Mez. 16:2-3]. Bağışlar da kutsal sunularla karşılaştırılır, öyle ki, yasanın gerektirdiği kutsal sunuların karşılığı olsun [İbr. 13:16].
Komşu sevgisi, insanların tutumlarına bağlı değildir, Tanrı ‘ya önem verir
Bundan başka, aksi takdirde hemen yapılması gereken iyiliği yapmaktan usanmayalım diye [Gal. 6:9], elçinin söz ettiği diğer görüşü eklemeliyiz: “Sevgi sabırlıdır… öfkelenmez” [1Ko. 13:4-5]. Rab, ayrıcalıksız bütün herkese “iyilik yapmayı” emretmektedir [İbr. 13:16]. Ne var ki, bunların büyük çoğu, liyakatlerine göre karar verilirse, değersizin değersizidir. Ama burada Kutsal Yazı en iyi şekilde yardım eder. Bize, insanların bunlara layık olduğunu düşünmememizi ama onuru ve sevgiyi tümüyle borçlu olduğumuz onlardaki Tanrı’nın suretine bakmamızı öğretir. Bununla beraber, iman ailesinin üyelerindeki bu surete çok daha özen gösterilmelidir [Gal. 6:10], çünkü bu suret Mesih’in Ruhu aracılığıyla yenilenmiş ve eski haline kavuşturulmuştur. Bu durumda, sizin yardımınıza ihtiyacı olan her kimle karşılaşırsanız karşılaşın, ona yardım etmeyi reddetmenizin nedeni yoktur. Deyin ki, “o, bir yabancı”; Rab, kendi soyunuzu küçümsemeyi size yasakladığı [Yşa. 58:7] için, ona, sizin aşina olduğunuz bir işaret vermiştir. Deyin ki, “aşağılık ve değersizdi”; ama Rab onu, suretinin güzelliğini verme tenezzülünde bulunduğu biri olarak göstermektedir. Deyin ki, hiçbir hizmetinin karşılığında ona borçlu değilsiniz; ama Tanrı sizi Kendisine bağladığı çok sayıda önemli bereketle, Kendisinin farkına varabilin diye, adeta onu Kendisinin yerine koymuştur. Deyin ki, uğruna en ufak bir çaba bile göstermenize değmez biri; ama ona sizi öneren Tanrı’nın sureti kendinizi ve bütün malınızı vermenize değerdir. Ama sadece iyiliğinizi hak etmemekle kalmamış, adil olmayan davranışlar ve lanetlerle sizi kışkırtmış olsa da, onu sevgiyle kucaklamamanız ve onun adına sevginin gerektirdiği hizmetleri yapmamamız için bu bile adil bir neden değildir [Mat. 6:14; Luk. 17:3]. Diyeceksiniz ki, “Benden çok daha farklı bir şey hak ediyordu”. Ama Rab neyi hak etmişti? Bu adamın size karşı işlediği bütün suçları bağışlamanızı emrederken, aslında onu bunlarla suçlamış oluyordu. Sadece güç değil, insanın yaradılışına son derece ters olan bir şeyi başarmanın elbette tek bir yolu vardır: Bizden nefret edenleri sevmek, yaptıkları kötü işlerin karşılığını yararlarla ödemek, zulmedenlere dua etmek [Mat. 5:44]. İnsanların kötü niyetlerini düşünmemeyi hatırlamamız ama suçlarını geçersiz kılıp silen ve onları sevip kucaklayalım diye güzelliği ve saygınlığıyla bizi çeken onlardaki Tanrı suretine bakmamız budur.Sevginin görünürde yaptığı iş yeterli değildir, hesaba katılan, sevginin niyetidir!
Ancak biz sevgi hizmetimizi yerine getirdiğimizde, içimizde bu özdenetim oluşacaktır. Sevgiyle ilgili bütün hizmetleri öylesine yapan biri, hiç kimseyi küçümsemese bile bunları yerine getirmez; ama daha çok bunu, samimi bir sevgi duygusuyla yapan biri yerine getirir. Öyle ki, görünürdeki hizmetler söz konusu olduğunda, bütün yükümlülüklerini tamamıyla yerine getiren biri, bunları doğru yerine getirme tarzından her zaman çok uzak olabilir. Çok cömert görünmek isteyen ama gururlu yüzleri, hatta küstah sözleriyle suçlamadan hiçbir şey vermeyenleri görebilirsiniz. Bu trajik ve mutsuz çağda insanların birçoğu bağışlarını tepeden bakarak verir olmuştur. Böyle bir ahlaksızlığa putperestler bile göz yummamıştır; hatta Hristiyanlardan güler yüz göstermelerinden ve hizmetlerini hoşa giden dostça sözlerle yapmalarından daha fazlası istenir. Önce kendilerini yardıma ihtiyacı olduğunu gördükleri kimsenin yerine koymalılar ve bunu kendileri yaşıyormuş, kendileri çekiyormuş gibi, onun bahtsızlığına acımalıdırlar. Öyle ki, kendilerine yardım ediyormuşçasına, merhamet ve insanlık duygusuyla onun yardımına koşmaya yönelsinler.Kardeşlerine yardım etmeye böyle hevesle koşan biri, gurura kapılarak ya da azarlayarak, hizmetlerini yozlaştırmayacaktır. Ayrıca yararı dokunduğunda, ihtiyaç içindeki kardeşini küçümsemeyecek ya da onu kendisine borçluymuş gibi köle etmeyecektir. Bu, bedenin hasta bir üyesini, diğer üyeler onu dinçleştirmeye çaba gösterdiği ya da özellikle onlardan daha çok göz önünde tutulması gerektiği için, karşılığını ödeyeceğinden fazla yardım görüyor diye azarlamamızdan daha mantıklı değildir. Hizmetlerin üyeler arasında paylaşılmasının hiç de gereksiz olmadığına ama tam tersine, doğa yasası uyarınca[2], reddetmenin canavarlık olduğu bu yardımın bir ödeme olduğuna inanılır. Bu durumda çıkan sonuca göre, zengin bir adamın kendisine ait olan bir şeyden vazgeçtikten sonra, kendisiyle hiç ilgisi kalmayan başka yükleri genellikle başkalarına havale etmesi gibi, hizmet yapan biri de, kendisini özgür hissetmeyecektir. Tam tersine herkes, komşularına borçlu olduğunu ve onlara şefkat gösterirken kendi kaynaklarının tükenmesinden başka bir sınır koymaması gerektiğini bütün yüceliğiyle düşünecektir; bu kaynakların genişliğinin sınırını ise sevgi kuralına göre belirlenecektir.
John CALVIN
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.