Kutsal kitaplara birde burdan bakalım….
- Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
21. Nisan 2009: 9:06 #26100AnonimPasif
Akado-sammaru tablet kayıtlarının, Mezopotamya topluluklarının gerçek tarih iskeleti üzerine yerleştirilerek yorumlanması çok önemli.
Neden bu girişi yapıyorum….
Sümer-Akad uygarlığını incelediğinizde hiçte yabancısı olmadığınız Dini kavramların nasıl ortaya çıktığını ve nasılda çarpıtılıp değişik anlamlar kazandırıldığını anlamanız açısından,düşünen ve araştıran insanlar için
bir mihenk taşı görünümündeki bu tableti en azından konunun en başına taşıdım…Belki Googlede araştırırsınız.
İlk Kutsal Din kabul edilen ,Yahudi dini oldugundan yahudilikle başlamak manalı olcak kanısındayım….
Fanatik olmayanların şaşıracağı çok önemli açılımlar bulunduğundan,sabırla yazıyı okumanız en azından Tarih Bilimi adına faydanızadır…..Üç din ile mezheplerinin ‘kaynak’larını, ne ‘tanrısal vahiy’lere, ne eski toplumun ‘cahilliği’ne bağlayabiliriz; ne de ‘uzay’lı safsatalara.
Dinler, eski toplumun gelişmesi içinde ortaya çıkan bir uygarlık kategorisidir. Dinin toplumsal kaynaklarını açıklayamayan bir insanbilim, bilimsel olamaz. Veya şöyle de denilebilir: eski toplumu tanımak, aynı zamanda onun dinsel gelişim sürecini de tanımak anlamına gelir.
Hint, Tibet, eski Yunan dinleri ile Mezopotamya kaynaklı dinler arasında çok açık anlatım paralellikleri bulunuyor. Daha yakından tanıdığımız “Yunan mitolojisi” neredeyse bire bir değişik Mezopotamya yaratılış anlatımlarının (anlatıcıların bu eski tarihte aldıkları yere göre ve kendi dillerine bağlı olarak anlatmalarına göre, bunların farklar taşıması, aradaki temel paralellikleri görmeye engel değil) yinelenme özellikleri gösterir.
Öte yandan, Mezopotamya toplulukları, çevrelerini etkileyen çok önemli bir merkez olmakla birlikte, onlar doğal insanın örgütlenme ve akıl yürütme özelliklerine dayandıkları için, kendileriyle hiç ilişkili olmamış topluluklara paralel yaklaşımlar ortaya koymak zorundaydılar da zaten. Eski kültürleri ‘tek merkez’den açıklama teorisi yeterince ve somut olarak inceleme yapmama teorisidir.
Tarihsel sürecin anlaşılmasında bize büyük katkısı olabilecek materyallerden birisi de Musevi din kitabı Eski Ahit’dir. Orada, «Yaratılış», « Mısırdan çıkış », «Yuhanna », «Hezekiel » gibi erken dönemlerin ilişkilerini özetleyen kısımlar çok daha önem taşır. Bu bölümlerde, son derece soyutlanmış kavramlar üzerinden ‘tanrının konuşmaları’ bir yana bırakılır; kavramlardaki dönüşüm değerleri ve Akado-sammaru tablet çözümlemelerinin orada devam eden izleri yeterli derinlikte izlenebilirse, bize eski tarihin yeniden kurgulanmasında değeri büyük anlatım parçaları yer almaktadır.
Eski Ahit ile Akado sammaru tablet çözümlemeleri arasındaki paralelliklere dünyada ve Türkiye’de dikkat çeken bir dizi çalışma bulunuyor zaten.
Musevilik, varlığı boyunca, özellikle Musa döneminde temel dönüşümler geçirmiş olsa da, gezgin dini görevlilerin aktarımlarına, «kitabı koruyan»lara dayanmaktadır. Eski Ahit’te, küçük kardeşini öldüren büyük oğul Kâin, Tanrı tarafından, hem « Yeryüzünde başıboş dolaşmakla » görevlendirilmişti ki, bu, onların gezgin abdal, derviş, kesiş özelliğini ifade ediyor ve ‘topraksız’lıklarını açıklıyordu. Hem de, Tanrı, anlatıma göre o sırada olmayan «başkaları» Kain-Kabil’i öldürmesin diye, bu oğul’u bir takım işaretler ve damgalarla bezemişti ki, bu da bu ‘ilk oğul’un Tanrıya ait kılındığını, Tanrı hizmetkârı, Tanrı kulu, külü, kölesi ve aynı nedenle de “tanrısal” kılındığını ifade ediyordu.
Tarihsel gelişmesini izlediğimiz «büyük oğul»,gerçekten de önce kurban edilen, sonra tanrıya vakfedilen, hadım kılınan… özellikleri gösteriyor. Büyük, “ilk oğul”, bütün bu süreçler içinde, ancak zamanla, kendini doğuran kadının (çünkü çocuğun “anası” her zaman, onu doğuran kadın olmak zorunda değildi ) “kocasının oğulu” konumuna geçebilme olanağı elde edebilmişti.
Musevilik, bir toplum biriminde, Tanrıya adanmış bütün ‘büyük oğul’ların ve “ilk evlatlar”ın , yaşatılmaları için bir çözüm biçimi olarak, tanrıya ait kılınmaları aşamasında ,Tanrı’ya köle-kul edilmiş bu “ilk evlat”ların toplamı olarak örgütlenen bir topluluktur.
Eski Ahit’in tanrısı, İsrail’in kendisinin ilk büyük oğlu olduğunu defalarca yineler. Dolayısıyla bu tanrısal, dini hiyerarşinin Tanrı ile bağlarının öteki topluluklara göre öncelik ve üstünlük taşıması, Museviliğin kendisini, diğer topluluklardan daima farklı, üstün ve özel bir topluluk olarak görmeleri son derece doğaldı. Bu temel nokta kavranmaksızın, Museviliğin etkisi, topraksızlığı, tarihi kavranılamaz; günümüze değin de maalesef kavranılamamıştır.
Tamamen uydurma bir tarzda “ilk tek tanrılı din” diye tanıtılan Museviliğin, bir tek belgesinde bile, Musevi tanrısının “bütün insanların ortak ve eşit tanrısı” olduğuna dair bir ifade, yaklaşım yer almaz. Fakat dedelerinden öğrendiklerini bilim sanan ; kan şeceresi ırkçı izini sürmeyi tarihçilik diye satan Küçük’ler, büyükler, bu tür görüşleri yaymaya devam ederler.
Tanrıya ait kılınan, üstelik genel olarak tanrılara değil, onların içinde bir Tanrı’ya kul-köle kılınan bu « büyük oğullar»ın, onları doğuran kadınların “rahimlerinin ilk ürünü”olan bu çocukların, Musa döneminde, Tanrı-Yehova’nın dini görevlisi «Levililer » halinde örgütlenmesi işlemi, dikkatle incelendiğinde, orada çok eski bir uygulamanın, yeniden şekillendiriliği görülmektedir. Bu bakımdan, Musa toplumunun dini Levitik’lerinin düzenlenişi, ki bunlar, «tanrıya ait, ana rahminin ilk ürünleri », ilk doğan’lar idi, erken dönemin, dini görevlilerinin bir bölümünün nasıl örgütlendiği hakkında yeterince fikir vericidir. Yakup veya öteki adıyla «İsra-el », zaten, «El’in, tanrının kulu-kölesi, esiri » anlamı taşımaktadır.
Musacılığın, Mısır’da, gezgin dini görevli oluşlarına bir kanıtta, bizzat eski Ahit’te, onların “Mısır’dan çıkış”dan önce, Mısırlılardan altın-gümüş sadaka toplamaları işleminde de görülmekteydi:
“Halkımın Mısırlılar`ın gözünde lütuf bulmasını sağlayacağım. Gittiğinizde eli boş gitmeyeceksiniz.
Her kadın Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek.
Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz.
Mısırlılar`ı soyacaksınız.”
Eski Ahit’i oluşturan dini kast görevliler, Tanrı’nın, Musevi topluluğa «Mısır’lıları soymak » gibi bir görev vermesi haline dönüştürerek üstlendikleri bu iş, şimdi bile dini görevlilere verilen bağış, sadaka türü bir işlem olmalıydı
Mısır’lılar, kendilerinin de kutladıkları ‘ilk oğul kurban’ törenleri arifesinde, bu dini gezgin kesime, isteyerek bağış yapmış olmalıydılar. Eski Ahit’te yer alan, Nil henrinin kan olarak akması gibi ‘deliller’,doğal felaketlerle ilgili değil; toplu ilk oğul kurban sunumu ile ilgiliydi. “Marduk gezegen tarihine” hiç uyumlu olmadığı halde, “Nil nehrinin kan akması” motifini kendilerine siper yapan kalpazanlar, bunun bir çocuk kurban ritüeline ait olabileceği gibi bir ihtimali hiç düşünmezler.
modern dünya, Hititlerden, Asurlardan, Babil’den, doğrudan eski tabletler hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıkları donemde, Eski Ahit bunlardan söz ediyordu. Dolayısıyla bu kitap, aslında, eski tarihin bir tur aktris tarzı idi ve bir dizi noktada, daha sonra bulunup çözümlenmiş Akado sammaru tablet çözümlemeleriyle paralellikler taşıması, bizzat, bu Musevi topluluğun da, o belgeleri, zamanla dönüştürerek, günümüze taşımış olmasındandı. Bu husus, aslında, kavramların ve dini anlatımların soyutlanma sürecinin izlenmesinde; erken dönem anlatımları ile -1200/ -900 arasında şimdiki biçimlerine erişmiş olması gereken Eski Ahit arasındaki bağlantıların kurulmasında önemli bir noktadır.
«Zaman» olgusu, asıl olarak takvimsel değerine, erken dönemde, iki topluluğun karşılıklı ittifakının başlamasıyla birlikte önem kazanmış olmalıdır. Zaten Enuma Eliş’in başlangıç kısımlarında, tanrıların yaratılmaya başlanması sırasında, ilk ele alınan, ‘yaratılan’ hususlardan biri de, herhalde, tam da bu nedenle, «zaman»dı. İlahiyatçılarımıza göre ‘zaman’ ve ‘mekân’dan bağımsız ‘Tanrı’ yine de, ‘yaratılış’ anında, ‘Yer’i, ‘Göğ’ü falan ‘yaratmadan’ daha önce, “Işık”ı ve ona bağlı olarak da ‘gün’ ü oluşturur, ‘gündüz’ü ve ‘gece’yi ‘var eder’: Akşam olur, sabah olur ve ilk gün oluşur.
O dönemdeki «zaman» kavramı, eski tabletlerde, giderek ,«yaz ve kışın » yaratılması haliyle de ortaya çıkar ki, bunun da «çoban» ve «çiftçi» toplum birimlerinin, karşılıklı olarak 6 aylık egemenlik dönemine denk geldiğini biliyoruz. O sıraya ait kültlerin kalıntısını « ilkyaz » (Mart/Nisan) ve «son yaz»( Eylül/Ekim) bayram-karnavalları olarak görüyoruz. Bir dizi önemli dini şahsiyetlerin doğum ve ölüm günlerinin; oruçların, bayramların vb. genellikle bu dönemlere denk gelmesi, tesadüf değildir. Belki de Diyanet’in yöneticilerinin bazılarının nüfus hanesindeki ‘doğum günü’ boş veya 1 Ocak’lı bir rakamdır ama onlar, kendilerinin gerçek doğum gününü bilmediklerini unuturlar ; 1400 yıl önceki Muhammed’in, olsa olsa 20 Nisan’da vb. doğmuş olduğunu ilan ederlerken de, aslında bu tür eski temel tarihlere bağlı dönüştürme, ayarlama yapmış olurlar.
Örneğin, Babil dönemindeki « yeni yıl»ın da « 1–14 Nisan » dönemlerinde kutlandığını ve Enuma Eliş’in bu dönemde sokaklarda, tapınaklarda terennüm edildiğini biliyoruz. Aralık-Ocak’ın ‘yeni yıl’ halinde ‘ortalama’ alınması, bu eski kült düzenine göre daha yeni bir olgudur ve gelişme sürecini incelediğimiz « büyük oğul»,ile « küçük oğul»un, onların ön biçimi «ikizlerin», giderek «şeytan ve âdem » topluluklarının (ittifak kurma yoluyla) tekleşmesi sürecinin ürünüdür.
Sayın M.İ. Çığ’ın da, öteki ‘Summer’ uzmanlarının görüşlerine bağlı kaldığı için, çözümleyemediği ve kötü anlam vererk mitoloji haliyle aktardığı, Dummuzi’nin ve İnanna’nın ‘kılıktan kılığa’ giren özellikler göstermesinin nedenleri, ilgili topluluklarda karşılıklı iki Dummuzi, iki İnanna bulunması, hatta anlatıcının durumuna göre, bazı ilahilerde İnanna ile Dummuzi’nin eşitlenmesinden kaynaklanmaktaydı. Bunun, çiftçi toplumun kardeş İnanna-Dummuzi’si ile çoban toplumun kardeş İnanna-Dumuzisi arasındaki berdel evlilik türünün geçerli olduğu döneme has bir yansıtış tarzı olduğuda çok açıktır…
Yani Uzman olmak geniş açılım ister,Tarih İdeolojiyle yorumlanırsa bir çok şeyi kaçırırsınız…Karşılıklı erken ittifak döneminin yönetim düzenine yansıyışı 6 aylık devrevi iktidar haliyle yaşanmış olmalıdır. Bu yönetim tarzına « çark-ı felek düzeni» olarak; bir Dummuzi’nin 6 ay «Yeryüzünde», 6 ay da «Yeraltında » bulunması olarak vb. de karsılaşıyoruz. «Sar» hem 6 aylık devreyi ve hem de «yönetici»yi ifade eden bir kavramdı.
Doğal olarak, bu topluluklar, kendi iktidar dönemlerinin gelişini, başlangıç ve bitiş tarihini giderek çok daha hassas ölçüler içinde takip etmeye başlamış olmalılar. Aynı şekilde, bu tarihlemenin bir ‘başlangıç’ anı, sıfır noktası da bulunuyor olmalıydı ki, «Sümer kıraliyet listesi»nde veya «Eski Ahit’in soy şecere listesinde », bunun böyle ele alınmış olduğunu görüyoruz. Orada farklı, uzun, binlerce yıllık rakam değerleri kullanılmış olması, eski rakam değerlerinin farklı şekillerde çözümlenmesine bağlı olmalıydı ve konumuzun özünü, yani bir tarihleme kullanılmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
********
(*1) :Eski Ahit, Tanrı kulu-kölesi, tanrıya vakfedilmiş bu ‘oğul’u, kendi kavramları ile örneğin şöyle tanımlar:
“O annesi ve babası için, `Onları saymıyorum dedi. Kardeşlerini tanımadı, Çocuklarını bilmedi. Ama senin sözünü tuttu Ve antlaşmana bağlı kaldı.
İlkelerini Yakup soyuna, Yasanı İsrail`e öğretecekler. Senin önünde buhur, Sunağında tümüyle yakmalık sunular* sunacaklar”.
Bildiğimiz gibi, Musacılığın ilk yeniden sekilleniricisi olarak tanıdığımız Abram da, Abra-ham olmadan önce, anasını, babasını, toprağını terk ederek yollara düşer ve onun üzerine de Tanrısı, onu çöl yollarında bulup, kutsar.
Yakup-İsrael topluluğunun bu özelliğini, bu topluluk ‘Sion kızı’ halinde tanınmaya başladığı sırada, yani kendi kadınlarını, başka topluluklara verme temelinde bir anlaşmanın yürürlükte olduğunu gördüğümüz bir anda, Hezekiel’de şöyle anlatılmaktaydı:
“RAB bana şöyle seslendi:De ki, ‘Egemen RAB Yeruşalim’e şöyle diyor: Kökenin ve doğumun açısından Kenan ülkesindensin; baban Amorlu, annense Hititli’ydi*.
Doğduğun gün göbek bağın kesilmedi, temizlemek için seni yıkamadılar, tuzla ovalamadılar, kundağa sarmadılar.
Kimse bunlardan birini yapacak kadar sana acımadı, sevecenlik göstermedi. Senden tiksindikleri için doğduğun gün seni kıra attılar.
Yanından geçtim, senin kendi kanının içinde kımıldadığını gördüm.
Kendi kanının içindeyken yaşa! dedim.
Evet, Kendi kanının içindeyken yaşa! dedim.
Kırda yetişen bir bitki gibi seni geliştirdim.
Geliştin,büyüdün, kusursuz bir güzelliğe eriştin.
Göğüslerin oluştu,saçların uzadı. Ama çırılçıplaktın.
Yine yanından geçtim, sana baktım, sevgi çağındı.
Giysimin eteğini üzerine serdim, çıplaklığını örttüm.
Sana ant içtim, seninle antlaşma yaptım.
.. Ve benim oldun.
Seni yıkadım, üzerindeki kanı temizledim, derine zeytinyağı sürdüm.
Sana işlemeli giysiler giydirdim, deriden(Yunus balığı derisi?) çarık verdim.
Beline ince keten kuşak bağladım, seni pahalı giysilerle örttüm,takılarla süsledim. Bileklerine bilezikler, boynuna gerdanlık taktım.Burnuna halka, kulaklarına küpeler, başına görkemli bir taç taktım.
Altınla gümüşle süslendin; giysilerin ince ketenden,
pahalı, işlemeli kumaştandı. İnce unla, balla, zeytinyağıyla beslendin. Gitgide güzelleştin, krallığa yaraştın.”( Eski Ahit’te tanım ve motifler-Hezekiel-1)
(2): “Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı`nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.
Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.”( Yaratılış 1:5)
***
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.