Köle Olan Kral
- Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
2. Nisan 2008: 16:04 #24749AnonimPasif
Köle Olan Kral
Dünya tarihinde basit bir mevkide bulunan birçok kişinin önemli mevkilere yükseldikleri görülmüştür. Hatta önce hizmetçi ya da köle olan kimseler, üstün yetenek ve çabaları sonucunda bir kurumun yönetmeni, hükümet adamı, padişah veya kral olmuşlardır. Böyle adamların başarılarına elbette hayran kalıyoruz. Ama bu yazıda size krallığa yükselen bir köleyi değil, kendisini köleliğe kadar alçaltan bir kralı tanıtmak istiyoruz.
Eski zamanlarda doğu ülkelerinin birinde çok iyi yürekli bir kral vardı. Yönetimi altında olan insanları çok severdi. Günün birinde bu kral, ülkesinde kutlanan bir bayram nedeniyle oniki vezirini yemeğe çağırdı. O ülkenin göreneklerine göre yemekten önce konukların ayakları efendinin kölesi tarafından yıkanırdı. O zamanlar sandal ayakkabı giyildiği, yollar da çok tozlu olduğundan, ayaklar çabuk kirlenirdi. İşte misafirlerin ayaklarını yıkatmak her konuksever ev sahibinin gösterdiği bir sevgi ve saygı işaretiydi.
Ne var ki, o gün ziyafete çağrılan vezirler, ayakları hiç yıkatılmadan sofraya oturtulmuşlardı. Kendi kendilerine: Acaba yüce kralımız bu hizmeti bize yaptırmayı unuttu mu?” diye merak ediyorlardı.
Tam o sırada kralın kendisi koltuğundan kalkıp kaftanını çıkardı, kölelere özgü bir önlüğü giydi ve bir leğene su doldurup konuk gelen vezirlerin ayaklarını yıkamaya koyuldu. Bunu gören vezirlerin ağızları bir karış açıldı. Hayretten bir türlü konuşamıyorlardı. Nasıl oluyor da bu kadar çok sevdikleri efendileri köle işi olan bu görevi yapıyordu?
Kral ise sıra ile tek tek vezirlerinin ayaklarını yıkayıp havluyla kuruladı. Sıra en yaşlı vezire gelince, candan sevdiği bu padişahın böyle adi bir iş yapmasına dayanamayıp ayaklarını çekiverdi ve heyecan içinde: ,Hayır kralım, hayır! Bu olamaz! Siz benim ayaklarımı nasıl yıkarsınız? Ben kulunuz olarak sizin ayaklarınızı yıkamalıyım” dedi.
Gerçekten de vezir, ayaklarının yüce kral tarafından yıkanmasını nasıl hoş görebilirdi? Böyle bir şey hiç düşünülemezdi. Oysa kral yumuşak ve sakin bir sesle şöyle yanıt verdi:
“Senin ayaklarını yıkamam gerekiyor. Eğer ayaklarını yıkamazsam benimle payın olmaz.” Ne garip sözler! Bunu duyan ve hiç de anlamayan vezirler şaşırıp kaldılar. Artık yaşlı vezir de kralın buyruğuna uyarak ayaklarının yıkanmasına razı oldu. Kral, işini bitirince leğeni, ibriği, havluyu bir kenara koyup kaftanını yine giydi ve sofranın başındaki koltuğuna oturdu. Gözlerini kendisine dikmiş olan vezirlerini uzun uzun süzdü ve gergin havayı bir soruyla dağıtıverdi:
“Vezirlerim, dostlarım, bunu niçin yaptığımı biliyor musunuz?”
Sorusuna karşılık alamayınca devam etti sözlerine:
“Siz bana efendi, kral diyor ve doğru söylüyorsunuz. Ben efendiyim, kralım. Kul ise efendisinden büyük değildir. Ben nasıl ayaklarınızı yıkadıysam, sizler de birbirinizin ayaklarını yıkamalısınız. Ben şimdi size bir örnek verdim. Benim yaptığımı siz de yapmalısınız.”
Yavaş yavaş vezirler söylenen sözleri anlamaya başladılar. Kral onlara gururlarını bırakmalarını, alçak gönüllülükle ve gerçek bir sevgiyle başkalarına hizmet etmeye hazır olmalarını istemişti. Bu ne yüce bir kraldı! Kendi davranışıyla vezirlerine örnek olmuştu.
Bu kral kimdi? Vezirlerini tanıyor musunuz?
Bu kral, yaklaşık olarak 2000 yıl önce yeryüzüne gelmiş olan İsa Mesih idi. Vezirleri ise Onun öğrencileriydi.
İsa Mesih’i tanıyan kimseler Ona birçok adlar, unvanlar vermişlerdir, örneğin: Efendi, Öğretmen, “Tanrı’nın Sözü” ve “Kralların Kralı”. İsa Mesih ezelden beri Tanrı ile birlikte olandır. Tanrı, yıldızları, güneşi, yeri, insanları ve tüm evreni yarattığı zaman “OL” sözüyle yarattı. İsa Mesih de başlangıcı ve sonu olmayan Tanrı’nın Sözüdür. Ne var ki Yaradan’larından uzaklaşıp doğru yoldan sapmış, suç ve günaha düşmüş insanları sonsuz ölümden kurtarmak için İsa Mesih, Tanrı yanındaki yüksek yerini bir süre için bırakıp gönüllü olarak yeryüzüne geldi. Tanrı’nın bir mucizesiyle İsa, Meryem anadan babasız olarak doğup bizim gibi insan oldu.
İsa Mesih dünyada yaşarken para, mal ve şöhret aramadı. Yoksul ve sade bir yaşam sürdü. Otuz yaşına dek marangozluk yaptı. Ondan sonraki üç yılını da büsbütün insanlara Tanrı’yı tanıtmaya adadı. Kendisini Tanrı’nın gönderdiğini bildirerek insanların Rabbe ve birbirlerine karşı olan ödevlerini hatırlatır, yaşamın baş ilkesinin sevgi olduğunu öğretirdi. Bu sevgiyi İsa Mesih tam anlamıyla kendi yaşantısına uyguladı. Sayısız hastayı iyi etti, tanrısal güçle kötürüm, topal, inmeli, cüzamlı kişilere sağlık verdi. Nice körlerin gözlerini açarak karanlık dünyalarına aydınlık getirdi. Hatta birkaç ölüyü de diriltti Mesih. Dertli, kederli olan çok insanların acılarını, korkularını giderdi, umut ışığını yaktı onlara.
Kendisine iman edip öğrencisi olmuş kimselerden İsa Mesih on iki adamı elçi olarak atadı. Onlara, kurtuluş müjdesini bütün insanlara duyurma görevini verdi. İşte bunlar, İsa’nın toplayıp ayaklarını dahi yıkadığı on ikilerdi.
İzleyicilerinden bazıları birbirinden büyük olmak isteyince Mesih onları şöyle azarladı:
“Aranızda kim büyük olmak isterse hepinizin hizmetçisi olsun. Çünkü İnsanoğlu da kendisine hizmet edilsin diye değil, hizmet etmeye ve birçok insanın kurtuluşu için canını vermeye geldi.” (Matta 20, 26-28)Evet, kendisini “İnsanoğlu” diye adlandıran İsa Mesih, ezelden beri Tanrı ile beraber olduğu halde insanlar arasına indi. İnsanlar kendisine hizmet etsinler diye değil, tersine, günahlı insanlar uğruna canını vermek için Mesih, öğrencilerinin de kendisi gibi alçak gönüllü olmalarını ve diğerlerine hizmet etmelerini istedi.
Mesih istemiş olsaydı, bu dünyamızın kralı, egemeni olabilirdi. Bir gün Şeytan Onu çölde deneyerek dünyanın bütün zenginliklerini, görkemini ve egemenliğini Ona vermeyi önerdi. Ama İsa bu geçici krallığı kabul etmedi. Yahudi halkı da Onun yarattığı eşsiz mucize ve harikaları görünce İsa’yı kral yapalım diye coştular. Ama O bu krallığı reddetti. Romalı vali Pilatus Ona: “Yahudilerin kralı sen misin?” diye sorduğu zaman İsa: “Benim krallığım bu dünyadan değildir” diye yanıt verdi.
Evet, İsa Mesih bu dünyada yaşadığı sürece insanların hizmetçisi, yardımcısı olmayı seçmişti. Ve bu sevgi dolu yaşamının sonunda en acıklı bir şekilde öleceğini de biliyordu. Zaten Onun dünyaya gelişinin başlıca amacı, günahlı insanlar uğruna ölüp hepimize kurtuluş sağlamaktı. Kendi günahı için ölmedi İsa. O büsbütün kusursuz, suçsuz, günahsızdı. Ama eşsiz sevgisinden dolayı biz suçlu insanların cezasını canını vererek çekmeye hazırdı. Kutsal Yasa’ya göre Tanrı, günahlarımızı sonsuz ölümle cezalandırır.
İsa Mesih o korkunç çarmıha çivilendiği zaman Tanrı’nın günahlı insanlık üzerine biçtiği yargı Onun üzerine indi. Tanrı’nın eşsiz sevgisi bu olayda tam anlamıyla belirdi.
Artık İsa Mesih’e iman eden kişi sonsuz ölüm ve azaptan kurtulup suçuna bağış ve sonsuz yaşam armağanını alır. Köle olan Kral o gün öğrencilerin ayaklarını yıkamakla kalmadı. Ertesi gün çarmıhta kanını akıtarak onların yüreklerini de suç ve günahtan arıttı. Ne büyük bir sevgi bu!
Tanrı, İsa Mesih’in yaşamından ve ölümünden çok hoşnut kaldı, Onu ölümünün üçüncü gününde yaşama diriltti. İncil kitabında şu önemli sözleri okuruz: ,
“Mesih, Tanrısal yüceliğinden soyunarak kul benzerliğini aldı. İnsan biçimini alarak kendisini alçalttı, ölüme, ta çarmıh ölümüne kadar itaat etti. Bu yüzden de Tanrı Onu pek çok yükseltti ve her addan üstün olan adı Ona verdi – şöyle ki İsa’nın adında bütün gökte olanlar ve yerde olanlar ve yeraltında olanlar diz çoksun ve Tanrı’nın yüceliği için her dil “İSA MESİH EGEMENDİR” diye söylesin. (Filipililer 2, 6-11).
Köle olmuş kral İsa Mesih yine yeryüzünden ayrılıp Tanrı’nın yanına gitmiş, göksel kaftanını giymiş, yüce tahtına oturmuştur. Tanrı Ona yer ve gök üzerine tüm yetkiyi ve gücü vermiştir. Bu dünyadan ayrılmadan önce İsa Mesih kesinlikle yeryüzüne bir daha ineceğine söz vermiştir.
İkinci gelişindeyse İsa, hizmetçi olarak değil, büyük güç ve görkemle gelecektir. Ama Onun geleceği gü -
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.