Acılarlar İlgili Yanılgılar ve Tuzaklar
- Bu konu 1 izleyen ve 0 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
8. Nisan 2008: 23:49 #24717AnonimPasif
ACILARLA İLGİLİ YANILGILAR VE TUZAKLAR
RAB, “Kulum Eyüp`e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı`dan korkar, kötülükten kaçınır. Onu boş yere yok etmek için beni kışkırttın, ama o doğruluğunu hâlâ sürdürüyor’ (Eyub2:3).
Böylece Şeytan Rabbin huzurundan ayrıldı. Eyüp’ün bedeninde tepeden tırnağa kötü çıbanlar çıkardı. Eyüp çıbanlarını kaşımak için bir çömlek parçası aldı. Kül içinde oturuyordu. Karısı, ‘hala doğruluğunu sürdürüyor musun?’ dedi. Tanrı’ya söv de öl bari!’ Eyüp: ‘Aptal kadınlar gibi konuşuyorsun’ diye karşılık verdi. ‘Nasıl olur? Tanrı’dan gelen kötülüğü kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?’
Eyüp kitapçığı acılarla ilgili sorunu anlayışımızın ne kadar sınırlı olduğunu gösteriyor. Bu kitapçığın ana konusu hiç kuşkusuz acıların gizemidir. En azından yaygın bir yanılgıyı düzeltebiliriz: Acılar her zaman günahın sonucu ya da cezası değildir.
Eyüp çok saygın, başarılı, çalışkan ve içten bir kişiydi. Ancak başına birden bire felaketler gelmeye başladı. Bütün mallarını, mülkünü (doğunun ne zengin kişisiydi) cocuklarını, sonunda da sağlığını kaybetti. Acı veren bir deri hastalığına yakalandı. Yeryüzünde bu kadar çok sayıda talihsizlikle bu kadar kısa sürede hayatı kararan çok az sayıda insan vardır.Eyüp’ün karısı hala yanında olmasına karşın onu pek teşvik etmiyor. Kadın, Eyüp’e Tanrı’ya küfretmesini öneriyor. Bu kadar acı içerisinde adam eşinin ruhsal desteğinden de yoksun kalıyor. Karısı artık onu teselli edemiyor.
Daha Eyüp’ün arkadaşlarından söz etmedik. O zaman İsrail’de baskın çıkan yaygın düşünce, Eyüp’ün günahları yüzünden cezalandırıldığı şeklindeydi. Ancak Eyüp’ün arkadaşları yanılıyordu. Aslinda durum bunun tam tersiydi. Eyüp’ün acıları Tanrı’nın yargısının değil onun Tanrı’ya güveninin kanıtıydı. Tanrı, Eyüp’ün olgunluğunu ve doğruluğunu onaylıyordu. Günah ya da isyan gibi olumsuzluklar söz konusu değildi. Eyüp’ün acıları, onun Tanrı’ya duyduğu güveni sınamak ve arıtmak amacını güdüyordu.
Krizdeki insanlar sık sık suçluluk duygularına kapılırlar. Elbette kendimizi sınamayı elden bırakmamalıyız, ama gereksiz yere suçlamamaya da özen göstermeliyiz. Günah durumunda içten ve temiz bir yürek için dua etmeli, ama ondan sonra yaşamımıza devam etmeliyiz.
Başka bir yanılgı da Tanrı’nın, çocuklarını her türlü acıdan, katlanıştan ve düşmanlıktan koruyacağıdır. İsa öğtencilerini acıların çeşitli nedenlerine karşı uyarıyor, ama bu acıları tatmayacaklarını söylemiyor. Sahte öğretmenler ve peygamberler kuralcılık gibi şeylerle karışıklık ve sıkıntı yaratacaklardır. Üstelik İsa, savaş, çelişkiler, depremler, hastalıklar, kıtlıklar (yoksulluklar), zulüm gibi olumsuzlukların yanı sıra komşularımız, kilisemiz, laik yetkililer, ailemiz ve arkadaşlarımız tarafından zulüm göreceğimizi de belirtmiştir. Hepimiz, bu tür olayların imanılara ve imanızlara ne kadar acı verdiğini biliriz.
İsa ğöğe alındıktan sonra bütün bu peygamberlik sözlerinin nasıl gerçekleştiğini görüyoruz. Öğrenciler tutuklandı, öldürüldü, kazalar geçirdi (gemi batıkları), soyuldu, hastalandı, can verdi, yoksulluğa düştü. İncil bu gibi olumsuzluklarla dopdoludur. Aynı şey günümüzde de geçerlidir; savaşlar, depremler, zulümler, hastalıklar, kazalar, yoksulluk altında inleyen milyonlarca imanlı vardır.
İmanlılar yaşamın her alanında imansızlar kadar acı çeker. Böyle şeylerin hiç olmadığını bir düşünsenize. Hiçbir acı çekmeyen, pohpohlanan, tuzu kuru imanlılar şımarık çocuklara dönerdi. Tanrı, yerçekimi kanunu gibi doğa kanunlarını askıya almak zorunda kalırdı. Tümüyle güvenilmez bir dünyada yaşardık; yanımızdaki kişinin doğru olup olmadığını kim bilebilirdi?
Elbette Tanrı mucizeler yapabilir. Tanrı egemendir ve bizi zor durumlardan doğaüstü yöntemlerle kurtarabilir. Tedavisi olmayan hastalıkları iyileştirebilir. Tutukevlerinin kapılarını açabilir. Çocuklarının dualarına karşılık olarak zaten bunları yapmaktadır. Ama, her zaman böyle davranmak zorunda değildir. Vaftizci Yahya’nın başı kesilirken Petrus mucize eseri serbest kalmıştır. İstefanos taşlanarak öldürülürken Pavlus taşlandıktan sonra mucize eseri ayağa kalkmıştır. Günümüzde bu listeye pek çok örnek eklemek mümkündür. Bir yanda felaketten mucize eseri kurtulan ya da iyileşen insanlar varken, bol bol dua edilmesine karşın iyileşemeyen ya da kaza sonucu ölen insanlar da vardır. Bunların hepsi bir gizemdir.
Üçüncü tuzak da acı çekme korkusudur. İsa Mesih’in korkuyla ilgili söylediği çok şey vardır. Savaş ve kargaşalarla ilgili, ‘Kaygılanmayın’ diyor. Gelecek korkusuyla ilgili, ‘geleceğiniz konusunda, ‘geleceğiniz hakkında endişelenmeyin’diyor. İnsanlardan, zalimlerden ve katillerden korkanlara, ‘Bedeni öldüren ama canı öldüremeyenden korkmayın’ diyor. Bunun gibi pekçok örnekler verebiliriz.
Tanrı bize taşıyamayacağımızdan fazla yük taşıtmaz. İnsanlar olarak, gerçekte yaşadıklarımızdan çok korkularımızdan çekeriz. Tanrı bize gereken zamanda gereken gücü verecektir, ama gelecegimizle ilgili korkularımız ve acılarımız konusunda güç vermez.Tanrı’nın gücü sayesinde, acılar hayal gücümüzün ürettiği kadar kötü degildirler.Dördüncü yanılgı, acı çektiğimizde kederlenmemiz gerektiğidir. Sanki yalnızca sevinebilir, gülüp oynayabiliriz. Bu hiç de doğru değildir. İsa Lazar’ın mezarının başındaki bütün arkadaşları için ağladı. Bu kederin Meryem ve Marta’dan mı yoksa Lazar’dan mı ötürü olduğu önemli değildir. İsa Mesih Kudüs için de ağlamıştır. Bizlere ağlayanlarla ağlamız buyruluyor. Petrus çeşitli denenmeler nedeniyle acı çekmemiz gerektiğini söylüyor.
Beşinci tehlike acıları putlaştırmaktır. İsa Mesih uğruna şehit olanları ilahlaştırmayalım. Bunun yapılmasını onlar da istemezlerdi. İsa’yı izledikleri için acı çekenler, kendilerine yardımcı olan ve destek veren İsa’yı işaret edeceklerdir. Acı çekmek yalnızca super inanlılara özgü değildir. Eğer böyle düşünürsek, hem başkalarında hem de kendimizde gurura kapı açmış oluruz. Çok acı çekenler kendilerini daha aşağıda hissedeceklerdir.
Sözünü etmek istediğim son bir yanılgı da şudur: Mutlu bir evlilik acısızdır. Eğer eşimizi seviyorsak, yaşamımızı vereceğiz. Yüreğimizi açarak kendimizi sunacağız. Bu süreçte hiçbir acı ya da keder duymadan sevmek ve kendimizi vermek olanaksızdır. Birbirimizi kırabilir, incitebilir ve kişi olarak başarısız olabiliriz. Yüreğimizi açtığımız için aldığımız yara ve yaşadığımız hayal kırıklığı daha da sert olacaktır. Ne var ki, önemli olan nokta bu acıda birbirimizi yeni ve daha derin bir şekilde tanımamızdır.
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.