VarliĞin DoĞru Kullanimi
- Bu konu 2 izleyen ve 1 yanıt içeriyor.
-
YazarYazılar
-
29. Kasım 2006: 19:48 #23997klausAnahtar yönetici
Aslında Yeni Antlaşma bu konu üzerinde Eski Antlaşma’dan çok büyük fark göstermez. Mesih İsa’nın öğrencilerinin ve ilk kilisesinin öğretişleri varlığın kullanımı konusunda önümüze oldukça net bir tablo koymaktadır.
a) Mesih İsa’nın bu konu üzerindeki öğretişi
Mesih İsa özellikle vermenin değeri üzerinde durmaktadır. Mesih İsa her davranışın bilinçli bir şekilde imandan kaynaklı bir davranış olmasını öğretiyor. Rab İsa’nın döneminde Eski Antlaşma öğretisi üzerine yaşayan birçok kişi inancın getirdiği ezberden alışkanlıklarla vermenin esas anlamını unutmuşlardı. Yalnızca dinsel bir davranış olarak ya da Allah’tan bir karşılık bekleyerek verme olayını gerçekleştiriyorlardı. Bu bağlamda Mesih İsa verme konusunda da oldukça devrimci öğretişlerde bulundu:
i) Gizlide vermek, davranışın temelinde yatan gerçeğin ne olduğu konusunda bir testtir:[25] Her şeyden önce Mesih İsa gereksinimi olan kişiye vermeyi emretmektedir. Bu emir bugün bile kişiye onur getirebilecek bir davranış olarak değerlendirilmekte ve böyle motiflerle verilen gösterilerek verilmeye çalışılmaktadır. Kişi kendisinin ne kadar “doğru” olduğunu bu yolla kanıtlamaya çalışmaktadır. Oysa gizlide vermek başkalarının dikkatini çekmeyecek bir olaydır. Bu nedenle başkalarından bir övgü getirmeyecektir:
“Şimdi sen sadaka verdiğin zaman, iki yüzlü adamların insanlardan hürmet görmek için havralarda ve sokaklarda yaptıkları gibi, önünde boru öttürme. Doğrusu size derim; onlar karşılıklarını aldılar. Fakat sadaka verdiğin zaman, sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin de, sadakan gizlide olsun; gizlide gören Baban da sana ödeyecektir…”
Mat. 6:24
Günümüzde birçok insanın şu ya da bu nedenle başkalarına yardımlarda bulunduğunu görüyoruz. Bu hiç kuşkusuz güzel bir davranıştır. Ama bu yardımların bazılarında insanın kendi egosunu, kendi benliğini tatmin etme içgüdüsü olduğunu gözlemliyoruz. Ben ne iyiyim, ne iyi kişiyim, bakın başkalarına yardım ediyorum gibi. Oysa Kutsal Kitab’ın önerdiği yardım da hiç kimsenin bilmemesi esası yer almaktadır. Bugün birçok hizmet kuruluşunda bile yardım yapanlara bu yardımların nereye gittiğini anlatma kaygısı vardır. Demek ki, yardımı yapan kişi kendini göstermekte ve bu yardımların hesabını sormaktadır. Oysa esas olan vermektir. Verirken de Allah’ın istediği gözetilmelidir. Aksi taktirde bu verme hesaplı bir verme halini alacaktır. Burada asıl olan yardıma ihtiyacı olana yardım edilmesini Allah’ın bilmesidir.
Rab İsa’ya göre önemli olan kişi veren değil, verilen, zor durumda olandır.
ii) Vermeyi bir yasa haline getirmek de vermenin değerini yitirir: Daha önce de gördüğümüz gibi Ferisiler yalnızca yasaya tabi kalmakla değil, ayrıca 600 civarında ek “yasayı koruyacak kural” oluşturmakla da tanınmaktadırlar. Bu kişiler yasaları daha da ağır hale sokmakla meşgul kişilerdir. Yasa yiyecek ve mahsulün ondalığından bahsediyorsa, bu kişiler baharatlara varıncaya kadar her bir ürünün ondalığını hesaplamaktadırlar. Doğal olarak bu kadar detaylı hesaplamalar yaparlarken yasanın esas söylemek istediğini anlamakta zorluk çekmeye başlamaktadırlar:
“Vay başınıza, yazıcılar ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Çünkü nanenin, anasonun, ve kimyonun ondalığını veriyorsunuz, ve şeriatın daha ağır işlerini, adaleti, merhameti, ve imanı bırakıyorsunuz. Onları yapmalı idiniz, bunları da bırakmamalı idiniz. Ey kör kılavuzlar, siz küçük sineği süzerek ayırırsınız, fakat deveyi yutarsınız.”
Mat. 23:2324
Bu öğreti oldukça açıktır. Mesih İsa bütün dindarlığa meydan okuyan çok gerçekçi bir Allah öğretisini ortaya koymaktadır. Önemli olan dindarlık taslamak değil, Allah yasasının esas demek istediğini anlamaktır. Bu anlamda vermeyi bir yasa yapmak vermenin esas anlamını kaybettirmektedir. Bu nedenle yukarıda verilen ayetlerin son cümlesi durumu çok net olarak açıklamaktadır.[26]
iii) Verme, varlığımızın oranına göre olmalıdır: Mesih İsa günlük bir olayı anlatırken verme olayında gururun ne denli etkin olduğunu dile getirdi:
“İsa gözünü kaldırıp baktı, ve hazineye hediyelerini atan zengin adamlar gördü. Oraya iki pul atan fakir bir dul kadın da gördü. Ve İsa dedi: Gerçek size söylüyorum: Bu fakir dul kadın onların hepsinden ziyade attı; çünkü bunların hepsi hediyelere kendi fazlalarından attılar; fakat kadın, yoksulluğundan bütün nafakasını attı.”
Luk. 21:14
Birçok konuda olduğu gibi burada da Allah’ın değerleri bizimkinden farklı işlemektedir. Bizim algılarımıza göre daha çok verenin Allah gözünde daha çok değeri olması gerekir. Oysa burada birkaç kuruş atan kadın Allah gözünde daha büyük değer taşımaktadır. Çünkü sahip olduğu son kuruşunu Allah önüne koymuştur. Oysa çoğumuz ancak bize zarar getirmeyecek kadar olanını Allah’a vermekteyiz. Hem de bunu oldukça gururla ve gösterişle yapmaktayız.
Kısacası Allah, yardımı, ondalığı kimse bilmeden ya da görmeden gerekli yere vermemiz taraftarıdır. Bunu yaparken de yalnızca O’nu hoşnut etme düşüncesinde olmamız istenmektedir. Allah bize ne kadar bereket verdiyse, bizim de bereketimizi o kadar vermemiz gerekiyor.
iv) Parayı kullanma konusunda dünyadakiler gibi hikmetli olmamız gerekmektedir: Luka 16. bölümde anlaşılması mesel oldukça ilginç, hatta anlamakta zor bir meseldir. Sanki burada doğru olmayan bir davranışı Mesih İsa’nın övdüğü izlenimi vardır. Oysa bu mesel iyice incelediğinde hiçte öyle olmadığı görülmektedir.
Mesel kısaca şöyledir: Ortadoğulu zengin bir adam kendi işlerine bakacak bir idareci bulmuştur. Ama bu idarecinin işleri iyi yönetmediğini anlayınca işlerini tamamlayıp işten ayrılmasını istemiştir. Kahya bu karşısında telaş içinde kalmıştır. İşini kaybetmiştir. Elinden de başka iş gelmediğine ve dilencilikte yapamayacağına göre bir şeyler yapmak zorundaydı. Bu durumda geleceğini nasıl sağlayacaktır? Sonunda aklına bir fikir gelir. Efendisine borçluların borçlarını indirerek kendisine para yoluyla dostlar edinmeyi planlar. Bu hiçte doğru olmamakla birlikte oldukça akıllı bir plandır. Efendi bu planı öğrendiğinde planın akıllılığından ötürü kahyayı takdir etmiştir. Burada anlatılmak istenilen dürüst olmayan yöneticilerin teşvik edilmesi değil, dünyadaki insanların geleceklerini hazırlamakta yaratıcı olmalarıdır. İnanlı bir insan her konuda akıllıca davranmak zorunluluğundadır. İnanlılar da bütün diğer insanlar gibi yarınları için yatırımlarda bulunmalıdır. Ama bir farkla: inancı olmayanların güvenci yalnızca ölümlü insanaysa inanlının güvenci ölümsüz Allah’adır. Bunun yanı sıra dünya düzeninin Kutsal Kitab’a aykırı olmayan yönleri de iyi bir biçimde değerlendirilmelidir. Mesih İsa’nın burada kendi öğrencilerine öğretmek istediği budur.
Şimdi bu öğretişe biraz daha yakından bakalım:
Birinci: Mesih İsa’ya iman etmiş kişiler dünyasal insanların çalışkanlıklarından, yaratıcılıklarından ve adanmışlıklarından öğrenmelidirler:
“Efendisi sadakatsiz kahyayı methetti; çünkü akıllıca davranmıştı; çünkü bu zamanın oğulları kendi nesline karşı nurun oğullarından daha akıllıdır.”
Luk. 16:8
Burada imansız bir kahyanın aklını, doğru yolda olmadığı halde kendisi ve geleceği için bir şeyler yapmakta kullanıyor. Aynı şekilde imanlı olan insan elindeki bütün yetenekleri, fırsatları, vs Allah’ın istediği kahyalık yolunda doğru, dürüst ama akıllıca kullanmalıdır.
İkinci: İmanlı bir kişi sahip olduğu zenginliği Allah’ın krallığı için, O’nun hizmetinde kullanmalıdır:
“Ve bensize diyorum: Haksızlık mammonu ile kendinize dostlar edinin de, o tükendiği zaman, sizi ebedi meskenlere kabul etsinler.”
Luk. 16:9
Para gerçekten büyük bereket olabileceği gibi büyük bir felaket olabilir. Bu anlamda para hem “dünyasal” hem de “haksız” olarak tanımlanabilir. Bu nedenle paranın tehlikelerinden bir imanlı olarak haberdar olmamız gerekir. Aynı zamanda paramızı Allah’ın krallığı yolunda kullanmak için oldukça hikmetli olmalıyız. Kazandığımız her bir kuruş üzerinde Şeytan’ın söz sahibi olmaması gerekir. Dünyasal insanlar parayı dostlar edinmek, yeni işler kurmak, daha çok para kazanmak için kullanmaktadırlar. Aynı şekilde Allah’ın çocukları hak olan yolda parayı hikmetli bir biçimde, Allah’ın egemenliği için kullanmayı öğrenmek zorundadırlar. Bunu başarabilirlerse, ruhsal ödülleri büyük olacaktır. Her şeyden önce şunu çok iyi öğrenmeliyiz: hiçbir zaman para bizim efendimiz değil, biz paranın efendisi olmalıyız. Bu efendiliği de kelamın gösterdiği yolda ve ölçülerde yerine getirmeliyiz.
Üçüncü: İnanlının varlığını idare edebilmesi aynı zamanda ruhsal kaynaklarını değerlendirebilmesi konusunda bir deneyimdir:
“En azda sadık olan çokta dahi sadıktır; en azda sadakatsiz olan çokta dahi sadakatsizdir. Şimdi haksız mambonda sadık olmadığınız halde, gerçek serveti size kim emniyet eder? Başkasının şeylerinde sadık olmadığınız halde, kendinizin olanı size kim verir?”
Luk. 16:1012
Rab’bin bahsettiği “doğru zenginlik” ruhsal zenginliktir. Bir kişi kendisine verilen varlığı iyi değerlendirip bu zenginliği doğru dürüst bir şekilde yönlendirebiliyorsa, o zaman bu kişi aynı zamanda ruhsal sorumlulukları da çok iyi bir biçimde taşıyabilir demektir.
Dördüncü: Günümüzde bazı dindar insanların çok büyük bir biçimde paraya düşkün olduklarını görüyoruz. Bu Ferisiler için de geçerliydi. Bildiğimiz gibi onlar hem yasaların detaylarına inen dindarlar hem de çok büyük para tutkuları olan kimselerdi. Kişi ne kadar dindar olursa olsun iki efendiye birden kulluk edemez. Hem Allah’a hem de paraya kulluk etmek olmayacak bir yaklaşımdır:
“Hiçbir hizmetçi iki efendiye hizmet edemez; çünkü ya birinden nefret eder, ötekini sever; yahut birini tutar, ötekini hor görür. Siz Allah’a ve mammona hizmet edemezsiniz. Ve Ferisiler, ki parayı severler, bunların hepsini işitip İsa ile eğleniyorlardı. İsa da onlara dedi: Siz insanların gözünde kendinizi suçsuz çıkaran adamlarsınız; fakat Allah yüreğinizi bilir; çünkü insanlar arasında iyi olan şey Allah indinde menfurdur.”
Luk. 16:1315
Bu ayette oldukça net bir uyarılma vardır. Bizler hem Allah’ta ki yaşantımızı, hem de dünyasal yaşantımızı birbirine karıştırıp iki tarafı idare edemeyiz. Kısacası halk tabiri ile hem sefi hem sofu olamayız. O zaman ne Allah ne de insanlar önünde inancımızın ciddiyetini kanıtlayamayız. O’nun için bizim tek efendimiz olmalıdır. O da her şeyin yaratıcısı yüce Allah’tır. Paramız ve varlığımız varsa, O’na hizmet için kullanılmalı.
Mesih İsa bu konuda daha çok şeyler söylemiştir. Bu öğretişleri bu bölümün diğer kısımlarında görmek mümkündür.
b-) İlk kilisenin öğretişleri
Bu para ve varlık konusunu çalışırken Allah öğretisini daha net bir biçimde görebileceğiz.
i) Vermenin güçlü ilahiyat temeli: Yeni Antlaşma’ya baktığımızda verme konusunda oldukça etkin bir ilah içgüdü ile karşılaşıyoruz. Mesih İsa kendisini bizler için ölüme vermişti. Bu noktada Mesih’in başkaları uğruna kendisini feda etme öğretisi oldukça nettir:
“Çünkü Rabbimiz İsa Mesihin inayetini bilirsiniz; onun fakirliği ile siz zengin olasınız diye, zengin olduğu halde fakir oldu.”
2. Ko. 8:9
Bizler çoğu zaman falanca kişiye, ihtiyaç sahibine ya da hizmete ne kadar verelim diye düşünüyoruz. Oysa böyle zamanlarda bu ayete bakmamız, Allah kelamının bu konuda neler anlatmak istediğini anlamalıyız. Bu ilahi derece bizim ne kadar vermemiz gerektiğini belirtmektedir.
ii) İmanlı olanlara vermek: İlk kilisede imanlılar birbirleriyle varlıklarını paylaşıyorlardı.[27] İlk inanlılar kendi toplumlarındaki yoksulların durumlarını gördüler ve hemen harekete geçtiler:
“Bütün iman edenler bir arada olup her şeyleri müşterekti; mallarını ve mülklerini satıp onları hepsine herkesin ihtiyacına göre dağıtıyorlardı.”
Hab. iş. 2:4445
“Çünkü aralarında yoksul kimse yoktu; zira tarlaları yahut evleri olanların hepsi satıp satılmış olan şeylerin bedellerini getirerek resullerin ayakları önüne koyuyorlardı; ve her birine ihtiyacına göre dağıtılıyordu.”
Hab. iş. 4:3435
Bütün bu hizmetler devam ederken, imanlı sayısı artmış, hizmet alanı da genişlemişti. Bu nedenle her şeyin daha düzenli bir biçimde sürdürülmesi için aralarından yedi kişi seçildi.[28]
Yoksullara yardım hizmeti ve Yeni Antlaşma boyunca görülmektedir. Elçi Pavlus, Barnabas Yahudi olmayanlara müjdelemek için giderlerken Yakup, Petrus ve Yuhanna’nın da fikir birliği içinde oldukları bir konuda onları teşvik ettiler. Bu konu yoksullara hizmet konusuydu:
“Ancak fakirleri hatırlamamızı istediler; ve bunu da yapmağa gayret ettim.”
Gal. 2:10
Yahudi inanlılar Yahuda’da zor günler yaşarlarken Makedonya ve Ahaya[29] da bulunan Yahudi soyundan olmayan inanlılar onlara yardım toplamışlardı:
Fakat şimdi mukaddeslere hizmet ederek Yeruşalim’e gidiyorum. Çünkü Makedonya ve Ahaya Yeruşalim’deki mukaddeslerden fakir olanlara bir iane yapmağa razı oldular.
Rom. 15:2526
Elçi Pavlus’un Korint kilisesine olan hitabına baktığımızda yine Yeni Antlaşma’nın verme konusundaki öğretişlerini ve ilk kilisenin tutumunu görüyoruz:
“Şimdi mukaddesler için olan iane toplamağa gelince, Galatya kiliselerine nasıl tenbih ettimse, siz de öyle yapın. Sizden her biri haftanın birinci gününde, refahı haline göre kendi yanında para alıkoyup biriktirsin, ta ki, geldiğimde o vakit toplamalar olmasın. Ve geldiğim zaman, ihsanınızı Yeruşalim’e götürmek için münasip gördüğünüz kimler ise, onları mektuplarla göndereceğim; ve eğer benim de gitmekliğime değerse, benimle beraber giderler.”
1. Ko. 16:14
Bu bölümde Hıristiyanlar için çok önemli öğretiler bulunmaktadır:[30]
Birinci: “Galatya kiliselerine nasıl tenbih ettimse siz de öyle yapın.”
Bu tenbih muhtemelen çok geniş kapsamlı bir biçimde Galatya[31] kiliselerini hatta Makedonya ve Ahaya[32] kiliselerini kapsayan bir tenbihti. Yahuda ve Yeruşalim’in ya kuraklıktan[33] ya da baskılardan ötürü ihtiyaçları çok ama çok büyüktü.[34] Bu nedenle yukarıda adları yazılı kiliseler Yahuda ve Yeruşalim’deki kardeşlerini yalnız bırakmadılar. Burada ilk Hıristiyan yardımlaşmasına çarpıcı olan örneklerden biridir. Bizim için büyük bir ders oluşturmaktadır.
İkinci: “Sizden her biri haftanın birinci gününde, refahı haline göre kendi yanında para alıkoyup biriktirsin”
Burada ilk inanlıların verme konusunda ne kadar düzenli olduklarını görüyoruz. Haftanın ilk gününde Yeruşalim’e gönderilmek üzere armağan olarak paralar toplanıyordu. Herkes kendi gelirine göre ama düzenli bir biçimde verme ibadetine katılıyorlardı. Bizlerin de bugün ihtiyacı olanlara, kilisemize, hizmetlere verme konusunda sistemli olmamız gerekmektedir.
Üçüncü: “refahı haline göre kendi yanında para alıkoyup biriktirsin..”
Bu Hıristiyan öğretisinin olgunluğunun bir başka göstergesidir. Kilisede verme zevkinden hiç kimse mahrum bırakılmamaktadır. Herkes bu ibadete kendi kazancı ölçüsünde katılabilmektedir. Böyle bir ibadet çok uzaklarda başka insanlara adeta bir hayal olmaktadır.[35]
Dördüncü: “..ihsanınızı Yeruşalim’e götürmek için münasip gördüğünüz kimler ise, onları mektuplarla göndereceğim….”
Yukarıda dediğimiz gibi bu bölüm gerçekten kilisenin parayla ilişkilerini gösterme konusunda oldukça önemli bir bölümdür. Yeruşalim’e götürülmek üzere toplanan paranın oradaki kilisece güvenli olarak bilinen kişilerle gönderilmesi konusunda elçi Pavlus öneride bulunuyor. Kısacası böyle büyük bir parayı kendi sorumluluğu üzerine almak istemediği gibi, paranın sorun çıkarmaması için, tek bir kişiyi sorumluluk altında bırakmaması için de güzel bir yöntem öneriyor. Burada elçi Pavlus’un para konusunda ne kadar güvenilir olduğunu görüyoruz.[36] Elçi Pavlus’un görevi Rab’bin müjdesini özellikle Yahudi olmayan kişilere duyurmaktı. Bu arada bütün açlara, yoksullara, acı çekmekte olanlara yardım elinin uzatılması için gerekli teşviki de yapıyordu. Ama görevi bu gibi yardım hizmetlerinde, hele hele parayla uğraşılan bölümde yer almak değildi. Bu nedenle Yeruşalim için toplanılan parayı götürme gibi bir sorumluluğun altına girmek bile istemedi.
Bizler para konusunda her zaman denenmeye açık olmalıyız. Bu nedenle mümkün mertebe para söz konusu olduğunda kilise önünde, olgun inanlıların desteğiyle ortak bir biçimde ve açıkça hareket etmeliyiz. Bu yalnız para konusunu değil, cinsellik gibi birçok konuyu da içermektedir. Gizlide olan her şeyi gören yüce Allah, gizli olan her şeyi açığa çıkaracaktır. Bu hiçbir zaman unutulmamalı ve insandan değil, Allah’tan korkma öğrenilmelidir.
Maddi anlamda yapılacak her bir proje her şeyden önce güvenilir iki ya da üç kişi tarafından yönetilmeli ve çok iyi bir biçimde kayıtlandırılmalıdır. Aynı zamanda denetçiler tarafından da kontrole açık olmalıdır.
Beşinci: “…Yeruşalim için olan armağan”
Günümüzde bazı kiliseler başka kiliselere başka etnik grupların kiliselerine adeta kendilerini kapamışlardır. Değil maddi anlamda yardımlaşmak, neredeyse selamlaşmada bile zorluk çekmektedirler. Ya da bazı kiliseler kendi gelirlerinin azlığından şikayet edip ihtiyaç halindeki diğer kardeş kiliselerine kulaklarını tıkamaktadırlar. Oysa burada gördüğümüz örnekte Ahaya, Makedonya ve Galatya kiliselerinin adeta ortak yardımlaşma hareketini gözlemliyoruz. Bu kiliselerin içinde birçok inanlılar Yahudi kökenli değillerdi. Buna rağmen Yahudi kökenli Yeruşalim kilisesine yardım elini uzatmak için gayret ettiler. Kendileri de oldukça zor durumda olmasına rağmen ellerinden geleni yaptılar.[37] İncil bizim için rehber olduğuna göre günümüzde etnik kökeni her ne olursa olsun ihtiyacı olan Mesih’in bedenindeki kiliselere yardım elini uzatmak boynumuzun borcu olmalıdır. Böyle bir yardımlaşmanın dünyaya vereceği mesaj çok büyüktür.
iii) Liderler için yüksek standart: İlk kilise paranın denenme için büyük bir yol olduğunu çok iyi biliyordu. Bu nedenle özellikle önderler için yüksek standartlar oluşturulmuştu. Hem kilise ihtiyarları hem de görevlilerin özellikle maddi konularda suçlanamayacak bir yönü olmaları isteniyor, bu konuda güvenilirliklerini kanıtlamaları bekleniyordu:[38]
“Aranızda olan Allah’ın sürüsünü, mecburiyetle değil, fakat rıza ile, yakışıksız kazanç için değil, fakat istekle, size emanet olunanlara musallat olur gibi değil, fakat sürüye örnek olarak Allah’a göre güdün.”
1. Pe. 5:23
Günümüzde maddeci bir yaşam biçimi benimsenmiştir. Bu maddeci yaşam ister istemez kilise önderlerini de etkileyebilir. Böylece bizler elimizden geldiği kadarı ile yukarıdaki ayetlerin ışığında yaşamlarımıza çekidüzen vermek mecburiyetinde olduğumuzu unutmamalıyız. Yoksa Hıristiyan kilisesine baktığımızda birçok aklı başında önderin para tuzağına düştüğü gerçeğiyle biz de yüz yüze gelebiliriz.
iv) Maddi zenginliğin ruhsal zenginliğin altında olduğu unutulmamalıdır: “İnsanın hayatı kendisinde olan şeylerin çokluğunda değildir.” [39] Bu ayet aslında çok şey söylemektedir. Maddiyatın öne geçtiği dünya içinde ruhani yaşamın değeri tam olarak anlaşılamayabilir. Ama gerçek Allah’a olan imanla yaşanan ruhsal yaşamın zenginliği dünyasal zenginliklerle ölçülemez. Elçi Pavlus eğitim görmüş, Yahudi din adamlarının önde gelenlerinden biriydi, isteseydi oldukça zengin bir yaşam yaşayabilirdi. Ama o gerçeği bulmuş bir kişi olarak Allah’ın önerdiği bir yaşamı yaşamayı yeğledi. Zamanımızın birçok din adamı ya da Allah hizmetlisi kendisini Allah yoluna adayıp zorluklara dayanarak yaşıyor:
“Mahzun olanlar gibi, fakat daima sevinenler olarak; fakirler gibi, fakat bir çoklarını zenginleştirenler olarak; hiçbir şeyi olmayanlar gibi, fakat her şeyi olanlar olarak, her şeyde kendimizi tavsiye ederiz.”
2. Ko. 6:10
Bu örnekte de gördüğümüz gibi elçi Pavlus için zenginlik Allah ile birlikte olmak, Mesih İsa’ya hizmet etmek şeklindedir. Bazen dünyaya göre edindikleri oldukça sınırlıydı. Buna rağmen kendisini zengin olarak görüyordu, çünkü Mesih İsa her şeye rağmen onu çok zengin kılıyordu.[40] Bütün Allah çocuklarının sahip olduğu gibi elçi Pavlus da sık sık ruhsal zenginlikten konuşmaktadır:
“Ve bizi onunla kıyam ettirdi, ve semaviyatta, Mesih İsada birlikte oturttu; ta ki, Mesih İsada bize olan iyilikle kendi inayetinin aşırı zenginliğini gelecek devirlerde göstersin.”
Ef. 2:67
Elçi Pavlus aynı zamanda Korintos ve Filipili imanlılara, Allah’ın hizmeti uğruna, kendi sahip olduklarından paylaştıkları için Allah’ın ne denli bereketler vereceğini hatırlatmaktadır:
“Ve ekinciye tohum, ve yiyecek için ekmek tedarik eden, ekeceğinizi tedarik edip çoğaltacak, ve salahınızın semerelerini büyütecektir; bizim vasıtamızla Allaha şükür hasıl eden her cömertlik için her şeyde zenginlenirsiniz.”
2. Ko. 9:1011
“Ve Allahım her ihtiyacınızı kendi zenginliğine göre izzetle Mesih İsada dolduracaktır.”
Flp. 4:19
Vahiy bölümünde yer alan yedi kiliseden iki kilise için maddi konulara değinilmiştir. İzmir kilisesi büyük ızdıraplardan geçmiş bir kilisedir. Hem fiziksel anlamda ızdırap çekmiş hem de aynı zamanda ekonomik güçlük içinde kalmıştır. Bu kilisenin yoksulluğunu çok iyi bilen Rab, kiliseye esas zengin olduğu tarafı hatırlatmaktadır:
“Senin sıkıntını, ve fakirliğini (fakat zenginsin) …”
Vahiy 2:9
İnsana göre oldukça fakir görünen kilise Rab’bin gözünde hiçte öyle görünmemektedir. Laodikya kilisesi ise bunun tam tersi bir durumdadır. Laodikya kilisesi maddi anlamda çok zengin olduğu halde ne yazık ki ruhsal anlamda oldukça fakirleşmiş bir kilisedir. Özellikle gurur ve zenginlik onların ruhsallığını yiyip bitirmektedir:
“Madem ki: Zenginim, ve zenginleştim, ve ihtiyacım yoktur, diyorsun, ve zavallı ve acınacak halde ve fakir ve kör ve çıplak olduğunu bilmiyorsun; zengin olasın diye, ateşle tasfiye edilmiş altın ve giyinesin ve çıplaklığının ayıbı görünmesin diye, beyaz esvap ve göresin diye, gözlerine sürmek için göz ilacı benden satın almağı sana nasihat ediyorum.”
Vahiy 3:1718
İncelediğimiz bütün örneklerde önemli olanın ruhsal zenginlik olduğunu gördük. Yalnız burada bir konu yanlış anlaşılmamalıdır. Zengin olmak, varlıklı olmak bir ayıp ya da inanç açısından üzülmesi gereken bir durum değildir. Daha önce de dediğimiz gibi zenginlik de yoksulluk de eğer Allah önünde bir yaşamla karşılanıyorsa büyük bir berekettir. Yeter ki, varlığın esas sahibinin kim olduğu bilinsin ve doğru kullanılsın.
v) İnanlılar ekonomik durumlarına göre birbirlerini değerlendiremezler: Dünya standartlarına göre zenginlerin yoksulların yanında oldukça ayrıcalıkları olduğu gözlemlenmektedir. Bu zaman zaman Hıristiyan tarihinde de su yüzüne çıkmış oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Bazı kiliselerde zenginler kendilerine özel yerler ayırmışlar, yoksulları, farklı etnik gruptaki insanları aşağılamışlardır.
Oysa bu tamamen Kitab’ın dışında, insanın günahından kaynaklanan bir davranıştır İncil asla böyle bir şeyi öğretmemektedir. Allah’ın topluluğunda gelir düzeyi, etnik kökeni ne olursa olsun Allah’ın çocukları eşittir:
“Ey kardeşlerim, Rab’bimiz İsa Mesih’in, izzet Rab’binin, imanını şahsa riayet ederek tutmayın. Çünkü eğer toplandığınız yere altın yüzüklü parlak esvap içinde bir adam girerse, bir fakir adam da kirli esvap içinde girerse, ve parlak esvap giyen adama bakıp: Sen burada iyi yerde otur, derseniz, ve fakire: Sen orada dur, yahut: Benim basamağımın altında otur, derseniz, aranızda ayırt etmiyor, ve kötü düşünce sahibi hakimler olmuyor musunuz?”
Yak. 2:14
Allah’ın seçtikleri Mesih İsa’da eşittirler. Bu eşitlik kişilere ukalalık hakkını vermemektedir. Bu eşitlikte aynı zamanda kişilerin saygı ve sevgi içinde birbirlerini kendilerinden üstün tutma durumları da vardır. Yani, İncil yaşanmaya kalkarsa dünyanın arzuladığı, ama bir türlü ulaşamadığı bir toplum ortaya çıkacaktır. Allah’ı bütün yürekle, bütün canla sevmek ve kim olursa olsun, “komşuyu da kendin gibi sevmek esastır” [41]
Derleme
Rev. Turgay Üçal
Derek Malcolm
[25] Gizlide olan dinsel davranışlara yalnızca verme konusu dahil değildir. Mesih İsa’nın öğretişlerine baktığımızda gizli duanın da orucun da ne kadar önem taşıdığını görebiliriz: Mat. 6:518.
[26] Yahudi yasasında hem uçan haşarat hem de hayvanlar kirli olarak kabul edilirler.
[27] Bazıları bu konuda ileri gidip ilk kilisenin komünist bir sistem olduğunu söylemektedirler. Oysa bu tarz paylaşımın komünist rejimin paylaşım biçiminden büyük farkı vardır. Burada Mesih İsa’ya inananların paylaşımı tamamen gönülden bir paylaşımdır. Paylaşma için hiçbir sistemin zorlaması yoktur. İhtiyaçlarından fazlası olanlar bu ihtiyaç fazlası mallarını satıp yoksullara veriyorlardı. Bu hep Mesih’in aşkına gerçekleşen bir olaydır. Oysa komünizm de büyük ölçüde halkın elinden zorla alım söz konusudur. Burada her şeylerini paylaşmaları yüreklerinin ne denli birlik içinde hareket ettiğini göstermektedir. Birbirlerini seven, aynı görüşte ve yürekte olan insanların görünümü vardır.
[28] Hab. iş. 6:16.
[29] Makedonya’da bulunan kiliselere Filipi, Selanik ve Berai kiliseleri dahildir, Ahaya bölgesine ise Korint ve Atina kilisesi de dahildir.
[30] 2. Korintoslular 8 ve 9 çok iyi bir biçimde incelenmelidir. Elçi Pavlus bu konuda ikinci kez ve daha detaylı bir biçimde sunmaktadır.
[31] Galatya şehirleri olan Pisidya Antakya’sı, Konya, Listra ve Derbe de kiliseler vardı.
[32] Rom. 15:26.
[33] Hab. iş. 11:28.
[34] Hab. iş. 8:1.
[35] 2. Ko. 8:12.
[36] Para için gösterdiği hassasiyeti aynı şekilde 2. Ko. 8:1821’de de görebiliriz.
[37] 2. Ko. 8:15.
[38] 1. Ti. 3:3, 8; Tit. 1:7.
[39] Luk. 12:15,21.
[40] 2. Ko. 9; Flp. 3:711.
[41] Yak. 2:8.
21. Ocak 2009: 16:04 #31962AnonimPasif@Lidya 2558 wrote:
Aslında Yeni Antlaşma bu konu üzerinde Eski Antlaşma’dan çok büyük fark göstermez. Mesih İsa’nın öğrencilerinin ve ilk kilisesinin öğretişleri varlığın kullanımı konusunda önümüze oldukça net bir tablo koymaktadır.
a) Mesih İsa’nın bu konu üzerindeki öğretişi
Mesih İsa özellikle vermenin değeri üzerinde durmaktadır. Mesih İsa her davranışın bilinçli bir şekilde imandan kaynaklı bir davranış olmasını öğretiyor. Rab İsa’nın döneminde Eski Antlaşma öğretisi üzerine yaşayan birçok kişi inancın getirdiği ezberden alışkanlıklarla vermenin esas anlamını unutmuşlardı. Yalnızca dinsel bir davranış olarak ya da Allah’tan bir karşılık bekleyerek verme olayını gerçekleştiriyorlardı. Bu bağlamda Mesih İsa verme konusunda da oldukça devrimci öğretişlerde bulundu:
i) Gizlide vermek, davranışın temelinde yatan gerçeğin ne olduğu konusunda bir testtir:[25] Her şeyden önce Mesih İsa gereksinimi olan kişiye vermeyi emretmektedir. Bu emir bugün bile kişiye onur getirebilecek bir davranış olarak değerlendirilmekte ve böyle motiflerle verilen gösterilerek verilmeye çalışılmaktadır. Kişi kendisinin ne kadar “doğru” olduğunu bu yolla kanıtlamaya çalışmaktadır. Oysa gizlide vermek başkalarının dikkatini çekmeyecek bir olaydır. Bu nedenle başkalarından bir övgü getirmeyecektir:
“Şimdi sen sadaka verdiğin zaman, iki yüzlü adamların insanlardan hürmet görmek için havralarda ve sokaklarda yaptıkları gibi, önünde boru öttürme. Doğrusu size derim; onlar karşılıklarını aldılar. Fakat sadaka verdiğin zaman, sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin de, sadakan gizlide olsun; gizlide gören Baban da sana ödeyecektir…”
Mat. 6:24
Günümüzde birçok insanın şu ya da bu nedenle başkalarına yardımlarda bulunduğunu görüyoruz. Bu hiç kuşkusuz güzel bir davranıştır. Ama bu yardımların bazılarında insanın kendi egosunu, kendi benliğini tatmin etme içgüdüsü olduğunu gözlemliyoruz. Ben ne iyiyim, ne iyi kişiyim, bakın başkalarına yardım ediyorum gibi. Oysa Kutsal Kitab’ın önerdiği yardım da hiç kimsenin bilmemesi esası yer almaktadır. Bugün birçok hizmet kuruluşunda bile yardım yapanlara bu yardımların nereye gittiğini anlatma kaygısı vardır. Demek ki, yardımı yapan kişi kendini göstermekte ve bu yardımların hesabını sormaktadır. Oysa esas olan vermektir. Verirken de Allah’ın istediği gözetilmelidir. Aksi taktirde bu verme hesaplı bir verme halini alacaktır. Burada asıl olan yardıma ihtiyacı olana yardım edilmesini Allah’ın bilmesidir.
Rab İsa’ya göre önemli olan kişi veren değil, verilen, zor durumda olandır.
ii) Vermeyi bir yasa haline getirmek de vermenin değerini yitirir: Daha önce de gördüğümüz gibi Ferisiler yalnızca yasaya tabi kalmakla değil, ayrıca 600 civarında ek “yasayı koruyacak kural” oluşturmakla da tanınmaktadırlar. Bu kişiler yasaları daha da ağır hale sokmakla meşgul kişilerdir. Yasa yiyecek ve mahsulün ondalığından bahsediyorsa, bu kişiler baharatlara varıncaya kadar her bir ürünün ondalığını hesaplamaktadırlar. Doğal olarak bu kadar detaylı hesaplamalar yaparlarken yasanın esas söylemek istediğini anlamakta zorluk çekmeye başlamaktadırlar:
“Vay başınıza, yazıcılar ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Çünkü nanenin, anasonun, ve kimyonun ondalığını veriyorsunuz, ve şeriatın daha ağır işlerini, adaleti, merhameti, ve imanı bırakıyorsunuz. Onları yapmalı idiniz, bunları da bırakmamalı idiniz. Ey kör kılavuzlar, siz küçük sineği süzerek ayırırsınız, fakat deveyi yutarsınız.”
Mat. 23:2324
Bu öğreti oldukça açıktır. Mesih İsa bütün dindarlığa meydan okuyan çok gerçekçi bir Allah öğretisini ortaya koymaktadır. Önemli olan dindarlık taslamak değil, Allah yasasının esas demek istediğini anlamaktır. Bu anlamda vermeyi bir yasa yapmak vermenin esas anlamını kaybettirmektedir. Bu nedenle yukarıda verilen ayetlerin son cümlesi durumu çok net olarak açıklamaktadır.[26]
iii) Verme, varlığımızın oranına göre olmalıdır: Mesih İsa günlük bir olayı anlatırken verme olayında gururun ne denli etkin olduğunu dile getirdi:
“İsa gözünü kaldırıp baktı, ve hazineye hediyelerini atan zengin adamlar gördü. Oraya iki pul atan fakir bir dul kadın da gördü. Ve İsa dedi: Gerçek size söylüyorum: Bu fakir dul kadın onların hepsinden ziyade attı; çünkü bunların hepsi hediyelere kendi fazlalarından attılar; fakat kadın, yoksulluğundan bütün nafakasını attı.”
Luk. 21:14
Birçok konuda olduğu gibi burada da Allah’ın değerleri bizimkinden farklı işlemektedir. Bizim algılarımıza göre daha çok verenin Allah gözünde daha çok değeri olması gerekir. Oysa burada birkaç kuruş atan kadın Allah gözünde daha büyük değer taşımaktadır. Çünkü sahip olduğu son kuruşunu Allah önüne koymuştur. Oysa çoğumuz ancak bize zarar getirmeyecek kadar olanını Allah’a vermekteyiz. Hem de bunu oldukça gururla ve gösterişle yapmaktayız.
Kısacası Allah, yardımı, ondalığı kimse bilmeden ya da görmeden gerekli yere vermemiz taraftarıdır. Bunu yaparken de yalnızca O’nu hoşnut etme düşüncesinde olmamız istenmektedir. Allah bize ne kadar bereket verdiyse, bizim de bereketimizi o kadar vermemiz gerekiyor.
iv) Parayı kullanma konusunda dünyadakiler gibi hikmetli olmamız gerekmektedir: Luka 16. bölümde anlaşılması mesel oldukça ilginç, hatta anlamakta zor bir meseldir. Sanki burada doğru olmayan bir davranışı Mesih İsa’nın övdüğü izlenimi vardır. Oysa bu mesel iyice incelediğinde hiçte öyle olmadığı görülmektedir.
Mesel kısaca şöyledir: Ortadoğulu zengin bir adam kendi işlerine bakacak bir idareci bulmuştur. Ama bu idarecinin işleri iyi yönetmediğini anlayınca işlerini tamamlayıp işten ayrılmasını istemiştir. Kahya bu karşısında telaş içinde kalmıştır. İşini kaybetmiştir. Elinden de başka iş gelmediğine ve dilencilikte yapamayacağına göre bir şeyler yapmak zorundaydı. Bu durumda geleceğini nasıl sağlayacaktır? Sonunda aklına bir fikir gelir. Efendisine borçluların borçlarını indirerek kendisine para yoluyla dostlar edinmeyi planlar. Bu hiçte doğru olmamakla birlikte oldukça akıllı bir plandır. Efendi bu planı öğrendiğinde planın akıllılığından ötürü kahyayı takdir etmiştir. Burada anlatılmak istenilen dürüst olmayan yöneticilerin teşvik edilmesi değil, dünyadaki insanların geleceklerini hazırlamakta yaratıcı olmalarıdır. İnanlı bir insan her konuda akıllıca davranmak zorunluluğundadır. İnanlılar da bütün diğer insanlar gibi yarınları için yatırımlarda bulunmalıdır. Ama bir farkla: inancı olmayanların güvenci yalnızca ölümlü insanaysa inanlının güvenci ölümsüz Allah’adır. Bunun yanı sıra dünya düzeninin Kutsal Kitab’a aykırı olmayan yönleri de iyi bir biçimde değerlendirilmelidir. Mesih İsa’nın burada kendi öğrencilerine öğretmek istediği budur.
Şimdi bu öğretişe biraz daha yakından bakalım:
Birinci: Mesih İsa’ya iman etmiş kişiler dünyasal insanların çalışkanlıklarından, yaratıcılıklarından ve adanmışlıklarından öğrenmelidirler:
“Efendisi sadakatsiz kahyayı methetti; çünkü akıllıca davranmıştı; çünkü bu zamanın oğulları kendi nesline karşı nurun oğullarından daha akıllıdır.”
Luk. 16:8
Burada imansız bir kahyanın aklını, doğru yolda olmadığı halde kendisi ve geleceği için bir şeyler yapmakta kullanıyor. Aynı şekilde imanlı olan insan elindeki bütün yetenekleri, fırsatları, vs Allah’ın istediği kahyalık yolunda doğru, dürüst ama akıllıca kullanmalıdır.
İkinci: İmanlı bir kişi sahip olduğu zenginliği Allah’ın krallığı için, O’nun hizmetinde kullanmalıdır:
“Ve bensize diyorum: Haksızlık mammonu ile kendinize dostlar edinin de, o tükendiği zaman, sizi ebedi meskenlere kabul etsinler.”
Luk. 16:9
Para gerçekten büyük bereket olabileceği gibi büyük bir felaket olabilir. Bu anlamda para hem “dünyasal” hem de “haksız” olarak tanımlanabilir. Bu nedenle paranın tehlikelerinden bir imanlı olarak haberdar olmamız gerekir. Aynı zamanda paramızı Allah’ın krallığı yolunda kullanmak için oldukça hikmetli olmalıyız. Kazandığımız her bir kuruş üzerinde Şeytan’ın söz sahibi olmaması gerekir. Dünyasal insanlar parayı dostlar edinmek, yeni işler kurmak, daha çok para kazanmak için kullanmaktadırlar. Aynı şekilde Allah’ın çocukları hak olan yolda parayı hikmetli bir biçimde, Allah’ın egemenliği için kullanmayı öğrenmek zorundadırlar. Bunu başarabilirlerse, ruhsal ödülleri büyük olacaktır. Her şeyden önce şunu çok iyi öğrenmeliyiz: hiçbir zaman para bizim efendimiz değil, biz paranın efendisi olmalıyız. Bu efendiliği de kelamın gösterdiği yolda ve ölçülerde yerine getirmeliyiz.
Üçüncü: İnanlının varlığını idare edebilmesi aynı zamanda ruhsal kaynaklarını değerlendirebilmesi konusunda bir deneyimdir:
“En azda sadık olan çokta dahi sadıktır; en azda sadakatsiz olan çokta dahi sadakatsizdir. Şimdi haksız mambonda sadık olmadığınız halde, gerçek serveti size kim emniyet eder? Başkasının şeylerinde sadık olmadığınız halde, kendinizin olanı size kim verir?”
Luk. 16:1012
Rab’bin bahsettiği “doğru zenginlik” ruhsal zenginliktir. Bir kişi kendisine verilen varlığı iyi değerlendirip bu zenginliği doğru dürüst bir şekilde yönlendirebiliyorsa, o zaman bu kişi aynı zamanda ruhsal sorumlulukları da çok iyi bir biçimde taşıyabilir demektir.
Dördüncü: Günümüzde bazı dindar insanların çok büyük bir biçimde paraya düşkün olduklarını görüyoruz. Bu Ferisiler için de geçerliydi. Bildiğimiz gibi onlar hem yasaların detaylarına inen dindarlar hem de çok büyük para tutkuları olan kimselerdi. Kişi ne kadar dindar olursa olsun iki efendiye birden kulluk edemez. Hem Allah’a hem de paraya kulluk etmek olmayacak bir yaklaşımdır:
“Hiçbir hizmetçi iki efendiye hizmet edemez; çünkü ya birinden nefret eder, ötekini sever; yahut birini tutar, ötekini hor görür. Siz Allah’a ve mammona hizmet edemezsiniz. Ve Ferisiler, ki parayı severler, bunların hepsini işitip İsa ile eğleniyorlardı. İsa da onlara dedi: Siz insanların gözünde kendinizi suçsuz çıkaran adamlarsınız; fakat Allah yüreğinizi bilir; çünkü insanlar arasında iyi olan şey Allah indinde menfurdur.”
Luk. 16:1315
Bu ayette oldukça net bir uyarılma vardır. Bizler hem Allah’ta ki yaşantımızı, hem de dünyasal yaşantımızı birbirine karıştırıp iki tarafı idare edemeyiz. Kısacası halk tabiri ile hem sefi hem sofu olamayız. O zaman ne Allah ne de insanlar önünde inancımızın ciddiyetini kanıtlayamayız. O’nun için bizim tek efendimiz olmalıdır. O da her şeyin yaratıcısı yüce Allah’tır. Paramız ve varlığımız varsa, O’na hizmet için kullanılmalı.
Mesih İsa bu konuda daha çok şeyler söylemiştir. Bu öğretişleri bu bölümün diğer kısımlarında görmek mümkündür.
b-) İlk kilisenin öğretişleri
Bu para ve varlık konusunu çalışırken Allah öğretisini daha net bir biçimde görebileceğiz.
i) Vermenin güçlü ilahiyat temeli: Yeni Antlaşma’ya baktığımızda verme konusunda oldukça etkin bir ilah içgüdü ile karşılaşıyoruz. Mesih İsa kendisini bizler için ölüme vermişti. Bu noktada Mesih’in başkaları uğruna kendisini feda etme öğretisi oldukça nettir:
“Çünkü Rabbimiz İsa Mesihin inayetini bilirsiniz; onun fakirliği ile siz zengin olasınız diye, zengin olduğu halde fakir oldu.”
2. Ko. 8:9
Bizler çoğu zaman falanca kişiye, ihtiyaç sahibine ya da hizmete ne kadar verelim diye düşünüyoruz. Oysa böyle zamanlarda bu ayete bakmamız, Allah kelamının bu konuda neler anlatmak istediğini anlamalıyız. Bu ilahi derece bizim ne kadar vermemiz gerektiğini belirtmektedir.
ii) İmanlı olanlara vermek: İlk kilisede imanlılar birbirleriyle varlıklarını paylaşıyorlardı.[27] İlk inanlılar kendi toplumlarındaki yoksulların durumlarını gördüler ve hemen harekete geçtiler:
“Bütün iman edenler bir arada olup her şeyleri müşterekti; mallarını ve mülklerini satıp onları hepsine herkesin ihtiyacına göre dağıtıyorlardı.”
Hab. iş. 2:4445
“Çünkü aralarında yoksul kimse yoktu; zira tarlaları yahut evleri olanların hepsi satıp satılmış olan şeylerin bedellerini getirerek resullerin ayakları önüne koyuyorlardı; ve her birine ihtiyacına göre dağıtılıyordu.”
Hab. iş. 4:3435
Bütün bu hizmetler devam ederken, imanlı sayısı artmış, hizmet alanı da genişlemişti. Bu nedenle her şeyin daha düzenli bir biçimde sürdürülmesi için aralarından yedi kişi seçildi.[28]
Yoksullara yardım hizmeti ve Yeni Antlaşma boyunca görülmektedir. Elçi Pavlus, Barnabas Yahudi olmayanlara müjdelemek için giderlerken Yakup, Petrus ve Yuhanna’nın da fikir birliği içinde oldukları bir konuda onları teşvik ettiler. Bu konu yoksullara hizmet konusuydu:
“Ancak fakirleri hatırlamamızı istediler; ve bunu da yapmağa gayret ettim.”
Gal. 2:10
Yahudi inanlılar Yahuda’da zor günler yaşarlarken Makedonya ve Ahaya[29] da bulunan Yahudi soyundan olmayan inanlılar onlara yardım toplamışlardı:
Fakat şimdi mukaddeslere hizmet ederek Yeruşalim’e gidiyorum. Çünkü Makedonya ve Ahaya Yeruşalim’deki mukaddeslerden fakir olanlara bir iane yapmağa razı oldular.
Rom. 15:2526
Elçi Pavlus’un Korint kilisesine olan hitabına baktığımızda yine Yeni Antlaşma’nın verme konusundaki öğretişlerini ve ilk kilisenin tutumunu görüyoruz:
“Şimdi mukaddesler için olan iane toplamağa gelince, Galatya kiliselerine nasıl tenbih ettimse, siz de öyle yapın. Sizden her biri haftanın birinci gününde, refahı haline göre kendi yanında para alıkoyup biriktirsin, ta ki, geldiğimde o vakit toplamalar olmasın. Ve geldiğim zaman, ihsanınızı Yeruşalim’e götürmek için münasip gördüğünüz kimler ise, onları mektuplarla göndereceğim; ve eğer benim de gitmekliğime değerse, benimle beraber giderler.”
1. Ko. 16:14
Bu bölümde Hıristiyanlar için çok önemli öğretiler bulunmaktadır:[30]
Birinci: “Galatya kiliselerine nasıl tenbih ettimse siz de öyle yapın.”
Bu tenbih muhtemelen çok geniş kapsamlı bir biçimde Galatya[31] kiliselerini hatta Makedonya ve Ahaya[32] kiliselerini kapsayan bir tenbihti. Yahuda ve Yeruşalim’in ya kuraklıktan[33] ya da baskılardan ötürü ihtiyaçları çok ama çok büyüktü.[34] Bu nedenle yukarıda adları yazılı kiliseler Yahuda ve Yeruşalim’deki kardeşlerini yalnız bırakmadılar. Burada ilk Hıristiyan yardımlaşmasına çarpıcı olan örneklerden biridir. Bizim için büyük bir ders oluşturmaktadır.
İkinci: “Sizden her biri haftanın birinci gününde, refahı haline göre kendi yanında para alıkoyup biriktirsin”
Burada ilk inanlıların verme konusunda ne kadar düzenli olduklarını görüyoruz. Haftanın ilk gününde Yeruşalim’e gönderilmek üzere armağan olarak paralar toplanıyordu. Herkes kendi gelirine göre ama düzenli bir biçimde verme ibadetine katılıyorlardı. Bizlerin de bugün ihtiyacı olanlara, kilisemize, hizmetlere verme konusunda sistemli olmamız gerekmektedir.
Üçüncü: “refahı haline göre kendi yanında para alıkoyup biriktirsin..”
Bu Hıristiyan öğretisinin olgunluğunun bir başka göstergesidir. Kilisede verme zevkinden hiç kimse mahrum bırakılmamaktadır. Herkes bu ibadete kendi kazancı ölçüsünde katılabilmektedir. Böyle bir ibadet çok uzaklarda başka insanlara adeta bir hayal olmaktadır.[35]
Dördüncü: “..ihsanınızı Yeruşalim’e götürmek için münasip gördüğünüz kimler ise, onları mektuplarla göndereceğim….”
Yukarıda dediğimiz gibi bu bölüm gerçekten kilisenin parayla ilişkilerini gösterme konusunda oldukça önemli bir bölümdür. Yeruşalim’e götürülmek üzere toplanan paranın oradaki kilisece güvenli olarak bilinen kişilerle gönderilmesi konusunda elçi Pavlus öneride bulunuyor. Kısacası böyle büyük bir parayı kendi sorumluluğu üzerine almak istemediği gibi, paranın sorun çıkarmaması için, tek bir kişiyi sorumluluk altında bırakmaması için de güzel bir yöntem öneriyor. Burada elçi Pavlus’un para konusunda ne kadar güvenilir olduğunu görüyoruz.[36] Elçi Pavlus’un görevi Rab’bin müjdesini özellikle Yahudi olmayan kişilere duyurmaktı. Bu arada bütün açlara, yoksullara, acı çekmekte olanlara yardım elinin uzatılması için gerekli teşviki de yapıyordu. Ama görevi bu gibi yardım hizmetlerinde, hele hele parayla uğraşılan bölümde yer almak değildi. Bu nedenle Yeruşalim için toplanılan parayı götürme gibi bir sorumluluğun altına girmek bile istemedi.
Bizler para konusunda her zaman denenmeye açık olmalıyız. Bu nedenle mümkün mertebe para söz konusu olduğunda kilise önünde, olgun inanlıların desteğiyle ortak bir biçimde ve açıkça hareket etmeliyiz. Bu yalnız para konusunu değil, cinsellik gibi birçok konuyu da içermektedir. Gizlide olan her şeyi gören yüce Allah, gizli olan her şeyi açığa çıkaracaktır. Bu hiçbir zaman unutulmamalı ve insandan değil, Allah’tan korkma öğrenilmelidir.
Maddi anlamda yapılacak her bir proje her şeyden önce güvenilir iki ya da üç kişi tarafından yönetilmeli ve çok iyi bir biçimde kayıtlandırılmalıdır. Aynı zamanda denetçiler tarafından da kontrole açık olmalıdır.
Beşinci: “…Yeruşalim için olan armağan”
Günümüzde bazı kiliseler başka kiliselere başka etnik grupların kiliselerine adeta kendilerini kapamışlardır. Değil maddi anlamda yardımlaşmak, neredeyse selamlaşmada bile zorluk çekmektedirler. Ya da bazı kiliseler kendi gelirlerinin azlığından şikayet edip ihtiyaç halindeki diğer kardeş kiliselerine kulaklarını tıkamaktadırlar. Oysa burada gördüğümüz örnekte Ahaya, Makedonya ve Galatya kiliselerinin adeta ortak yardımlaşma hareketini gözlemliyoruz. Bu kiliselerin içinde birçok inanlılar Yahudi kökenli değillerdi. Buna rağmen Yahudi kökenli Yeruşalim kilisesine yardım elini uzatmak için gayret ettiler. Kendileri de oldukça zor durumda olmasına rağmen ellerinden geleni yaptılar.[37] İncil bizim için rehber olduğuna göre günümüzde etnik kökeni her ne olursa olsun ihtiyacı olan Mesih’in bedenindeki kiliselere yardım elini uzatmak boynumuzun borcu olmalıdır. Böyle bir yardımlaşmanın dünyaya vereceği mesaj çok büyüktür.
iii) Liderler için yüksek standart: İlk kilise paranın denenme için büyük bir yol olduğunu çok iyi biliyordu. Bu nedenle özellikle önderler için yüksek standartlar oluşturulmuştu. Hem kilise ihtiyarları hem de görevlilerin özellikle maddi konularda suçlanamayacak bir yönü olmaları isteniyor, bu konuda güvenilirliklerini kanıtlamaları bekleniyordu:[38]
“Aranızda olan Allah’ın sürüsünü, mecburiyetle değil, fakat rıza ile, yakışıksız kazanç için değil, fakat istekle, size emanet olunanlara musallat olur gibi değil, fakat sürüye örnek olarak Allah’a göre güdün.”
1. Pe. 5:23
Günümüzde maddeci bir yaşam biçimi benimsenmiştir. Bu maddeci yaşam ister istemez kilise önderlerini de etkileyebilir. Böylece bizler elimizden geldiği kadarı ile yukarıdaki ayetlerin ışığında yaşamlarımıza çekidüzen vermek mecburiyetinde olduğumuzu unutmamalıyız. Yoksa Hıristiyan kilisesine baktığımızda birçok aklı başında önderin para tuzağına düştüğü gerçeğiyle biz de yüz yüze gelebiliriz.
iv) Maddi zenginliğin ruhsal zenginliğin altında olduğu unutulmamalıdır: “İnsanın hayatı kendisinde olan şeylerin çokluğunda değildir.” [39] Bu ayet aslında çok şey söylemektedir. Maddiyatın öne geçtiği dünya içinde ruhani yaşamın değeri tam olarak anlaşılamayabilir. Ama gerçek Allah’a olan imanla yaşanan ruhsal yaşamın zenginliği dünyasal zenginliklerle ölçülemez. Elçi Pavlus eğitim görmüş, Yahudi din adamlarının önde gelenlerinden biriydi, isteseydi oldukça zengin bir yaşam yaşayabilirdi. Ama o gerçeği bulmuş bir kişi olarak Allah’ın önerdiği bir yaşamı yaşamayı yeğledi. Zamanımızın birçok din adamı ya da Allah hizmetlisi kendisini Allah yoluna adayıp zorluklara dayanarak yaşıyor:
“Mahzun olanlar gibi, fakat daima sevinenler olarak; fakirler gibi, fakat bir çoklarını zenginleştirenler olarak; hiçbir şeyi olmayanlar gibi, fakat her şeyi olanlar olarak, her şeyde kendimizi tavsiye ederiz.”
2. Ko. 6:10
Bu örnekte de gördüğümüz gibi elçi Pavlus için zenginlik Allah ile birlikte olmak, Mesih İsa’ya hizmet etmek şeklindedir. Bazen dünyaya göre edindikleri oldukça sınırlıydı. Buna rağmen kendisini zengin olarak görüyordu, çünkü Mesih İsa her şeye rağmen onu çok zengin kılıyordu.[40] Bütün Allah çocuklarının sahip olduğu gibi elçi Pavlus da sık sık ruhsal zenginlikten konuşmaktadır:
“Ve bizi onunla kıyam ettirdi, ve semaviyatta, Mesih İsada birlikte oturttu; ta ki, Mesih İsada bize olan iyilikle kendi inayetinin aşırı zenginliğini gelecek devirlerde göstersin.”
Ef. 2:67
Elçi Pavlus aynı zamanda Korintos ve Filipili imanlılara, Allah’ın hizmeti uğruna, kendi sahip olduklarından paylaştıkları için Allah’ın ne denli bereketler vereceğini hatırlatmaktadır:
“Ve ekinciye tohum, ve yiyecek için ekmek tedarik eden, ekeceğinizi tedarik edip çoğaltacak, ve salahınızın semerelerini büyütecektir; bizim vasıtamızla Allaha şükür hasıl eden her cömertlik için her şeyde zenginlenirsiniz.”
2. Ko. 9:1011
“Ve Allahım her ihtiyacınızı kendi zenginliğine göre izzetle Mesih İsada dolduracaktır.”
Flp. 4:19
Vahiy bölümünde yer alan yedi kiliseden iki kilise için maddi konulara değinilmiştir. İzmir kilisesi büyük ızdıraplardan geçmiş bir kilisedir. Hem fiziksel anlamda ızdırap çekmiş hem de aynı zamanda ekonomik güçlük içinde kalmıştır. Bu kilisenin yoksulluğunu çok iyi bilen Rab, kiliseye esas zengin olduğu tarafı hatırlatmaktadır:
“Senin sıkıntını, ve fakirliğini (fakat zenginsin) …”
Vahiy 2:9
İnsana göre oldukça fakir görünen kilise Rab’bin gözünde hiçte öyle görünmemektedir. Laodikya kilisesi ise bunun tam tersi bir durumdadır. Laodikya kilisesi maddi anlamda çok zengin olduğu halde ne yazık ki ruhsal anlamda oldukça fakirleşmiş bir kilisedir. Özellikle gurur ve zenginlik onların ruhsallığını yiyip bitirmektedir:
“Madem ki: Zenginim, ve zenginleştim, ve ihtiyacım yoktur, diyorsun, ve zavallı ve acınacak halde ve fakir ve kör ve çıplak olduğunu bilmiyorsun; zengin olasın diye, ateşle tasfiye edilmiş altın ve giyinesin ve çıplaklığının ayıbı görünmesin diye, beyaz esvap ve göresin diye, gözlerine sürmek için göz ilacı benden satın almağı sana nasihat ediyorum.”
Vahiy 3:1718
İncelediğimiz bütün örneklerde önemli olanın ruhsal zenginlik olduğunu gördük. Yalnız burada bir konu yanlış anlaşılmamalıdır. Zengin olmak, varlıklı olmak bir ayıp ya da inanç açısından üzülmesi gereken bir durum değildir. Daha önce de dediğimiz gibi zenginlik de yoksulluk de eğer Allah önünde bir yaşamla karşılanıyorsa büyük bir berekettir. Yeter ki, varlığın esas sahibinin kim olduğu bilinsin ve doğru kullanılsın.
v) İnanlılar ekonomik durumlarına göre birbirlerini değerlendiremezler: Dünya standartlarına göre zenginlerin yoksulların yanında oldukça ayrıcalıkları olduğu gözlemlenmektedir. Bu zaman zaman Hıristiyan tarihinde de su yüzüne çıkmış oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Bazı kiliselerde zenginler kendilerine özel yerler ayırmışlar, yoksulları, farklı etnik gruptaki insanları aşağılamışlardır.
Oysa bu tamamen Kitab’ın dışında, insanın günahından kaynaklanan bir davranıştır İncil asla böyle bir şeyi öğretmemektedir. Allah’ın topluluğunda gelir düzeyi, etnik kökeni ne olursa olsun Allah’ın çocukları eşittir:
“Ey kardeşlerim, Rab’bimiz İsa Mesih’in, izzet Rab’binin, imanını şahsa riayet ederek tutmayın. Çünkü eğer toplandığınız yere altın yüzüklü parlak esvap içinde bir adam girerse, bir fakir adam da kirli esvap içinde girerse, ve parlak esvap giyen adama bakıp: Sen burada iyi yerde otur, derseniz, ve fakire: Sen orada dur, yahut: Benim basamağımın altında otur, derseniz, aranızda ayırt etmiyor, ve kötü düşünce sahibi hakimler olmuyor musunuz?”
Yak. 2:14
Allah’ın seçtikleri Mesih İsa’da eşittirler. Bu eşitlik kişilere ukalalık hakkını vermemektedir. Bu eşitlikte aynı zamanda kişilerin saygı ve sevgi içinde birbirlerini kendilerinden üstün tutma durumları da vardır. Yani, İncil yaşanmaya kalkarsa dünyanın arzuladığı, ama bir türlü ulaşamadığı bir toplum ortaya çıkacaktır. Allah’ı bütün yürekle, bütün canla sevmek ve kim olursa olsun, “komşuyu da kendin gibi sevmek esastır” [41]
Derleme
Rev. Turgay Üçal
Derek Malcolm
[25] Gizlide olan dinsel davranışlara yalnızca verme konusu dahil değildir. Mesih İsa’nın öğretişlerine baktığımızda gizli duanın da orucun da ne kadar önem taşıdığını görebiliriz: Mat. 6:518.
[26] Yahudi yasasında hem uçan haşarat hem de hayvanlar kirli olarak kabul edilirler.
[27] Bazıları bu konuda ileri gidip ilk kilisenin komünist bir sistem olduğunu söylemektedirler. Oysa bu tarz paylaşımın komünist rejimin paylaşım biçiminden büyük farkı vardır. Burada Mesih İsa’ya inananların paylaşımı tamamen gönülden bir paylaşımdır. Paylaşma için hiçbir sistemin zorlaması yoktur. İhtiyaçlarından fazlası olanlar bu ihtiyaç fazlası mallarını satıp yoksullara veriyorlardı. Bu hep Mesih’in aşkına gerçekleşen bir olaydır. Oysa komünizm de büyük ölçüde halkın elinden zorla alım söz konusudur. Burada her şeylerini paylaşmaları yüreklerinin ne denli birlik içinde hareket ettiğini göstermektedir. Birbirlerini seven, aynı görüşte ve yürekte olan insanların görünümü vardır.
[28] Hab. iş. 6:16.
[29] Makedonya’da bulunan kiliselere Filipi, Selanik ve Berai kiliseleri dahildir, Ahaya bölgesine ise Korint ve Atina kilisesi de dahildir.
[30] 2. Korintoslular 8 ve 9 çok iyi bir biçimde incelenmelidir. Elçi Pavlus bu konuda ikinci kez ve daha detaylı bir biçimde sunmaktadır.
[31] Galatya şehirleri olan Pisidya Antakya’sı, Konya, Listra ve Derbe de kiliseler vardı.
[32] Rom. 15:26.
[33] Hab. iş. 11:28.
[34] Hab. iş. 8:1.
[35] 2. Ko. 8:12.
[36] Para için gösterdiği hassasiyeti aynı şekilde 2. Ko. 8:1821’de de görebiliriz.
[37] 2. Ko. 8:15.
[38] 1. Ti. 3:3, 8; Tit. 1:7.
[39] Luk. 12:15,21.
[40] 2. Ko. 9; Flp. 3:711.
[41] Yak. 2:8.
Şu yazıyı hepimiz okumalıyız. Hayatımızdaki en büyük sorunu çözmeliyiz. Bencillikten ve para sevgisinden, mal sevgisinden kurtulmalıyız. Bizim Rabbimiz para değil, para bu dünyanın Rabbidir , bu bozuk ve bu düşmüş dünyanın Rabbidir. Bizler ise bu dünyaya ait değiliz, bir bedel ile satın alındık ve kurtulduk hamdolsun.
İhtiyacı olan kardeşlerimiz ile paylaşmalıyız.Birbirimize destek olmalıyız, para hiçbir kardeşimizin önüne sürçme olmasın, tökez olmasın, buna izin vermeyelim. Bizler üzerinde Tanrı’nın arzusu etkin olsun. duamız ve eylemimiz bu yönde olsun.
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.